Perşembe Mayıs 16, 2024

Munzur’dan İstanbul'a Yaralı Kartal: Ali Uçar!

Yıl 1974 Haziran’ıydı. Seni İstanbul- Kazlıçeşme’de tanıdım. Daha çok gençtin, 16 yaşındaydın. Dersim-Ovacik Cakperi köyünde yoksul ama Munzur suyu kadar temiz bir Anne-Baba'dan gelmeydin. Okullar yaz tatiline girmiş sen ve abin Musa Uçar okul paranızı ve ailenize maddi yardımda bulunmak için Kazlıçeşme deri fabrikalarında çalışacaktınız. Okullar açıldığında ise geri Dersim’e dönerek eğitiminizi sürdürecektiniz. Ama öyle olmadı. Partimizle tanıştın. Eğitimini yarıda bıraktın. Zeytinburnu’nda işçi sınıfı içerisinde örgütlendin, örgütledin.

Deri-iş sendikasının Kazlıçeşme örgütlenmesinde. İşçilerin sigortalı olmasında en çok emek verenlerdendin. Hızlı öğreniyordun, gelişiyordun. Kabına sığmıyordun. Partinin askeri örgütlenmesinde yer almakta ısrar ettin. "Partinin her örgütlü elemanının aynı zamanda iyi bir savaşçı olması gerektiğinin" bilincindeydin. Parti-Ordu çalışmasını iç içe birlikte yürütülmesinde ısrarcı oldun. Çeşitli örgütsel çalışmalar sana yetmiyordu. Yüreğin cesurdu, yaralıydı Otuz sekiz Dersim katliamını yaşadığın bir yöreden geliyordun ve o surecin acılı anılarıyla büyümüştün. Askeri-TİKKO gerilla biriminde örgütlendiğinde dünyalar senin olmuştu. Sevinçten uçuyordun…

 Partinin düzenli eğitim çalışmaları (askeri, siyasi, örgütsel) yapılıyordu. Sen, Cemil Oka, Selahattin Doğan, Hıdır Aykır yeni oluşturduğumuz şehir gerilla biriminde yer alıyordunuz. Cemil Üniversite gençliğinde gelmişti. Hıdır Aykır okuma yazma bilmeyen Dersim/Ovacık/Kozluca köyünden gelen  bir işçiydi. Yaşam savası için İstanbul’a gelmiş Kazlıçeşme’de deri işçileriydiniz.

 Daha bıyıkları terlememişti. Genç, dinamik, masum ve cesurdun. Partinin en imkânsız döneminde, parti faaliyeti ulaşabildiğimiz her yerde canla basla yürütenlerdendin. Henüz çok gençtik. Ölüm neydi ki bizim için! Seve seve ölüme gidiyorduk yaşamak-yaşatmak, gelişip güçlenmek, ideallerimizi toprağa tohum yapabilmek için! Aslında hiç birimizin aklında ölüm yoktu. Daha çok yasamak sevdası vardı. Mazlumun cani yüreği, hakkı- adaleti, davası; mağdurun uyanması, aydınlanması, bilinçlenmesi, örgütlenmesi ayağa kalkarak isyana bayrak olmak istiyorduk. Hiçbirimizin ama hiçbirimizin hesabı kitabı yoktu. Her şey devrim, sosyalizm ve gerçek özgürlüğün gürül gürül tüm insanlara sunulduğu yenidünyamız içindi. Kaypakkaya’dan aldığımız maya, bize bu azmi, cesareti, ilhamı veriyordu. Kürt’tük, Türk’tük, Ermeni, Laz, Arap, Çerkez vb. idik. Aramızda dil, din irk farkı yoktu. Biz işçi sınıfının, mazlumun ezilenin her zaman yanındaydık.

Ali yoldaş sen, Cemil Oka’nın Türklüğüyle, Cemil yoldaş senin Kürtlüğünle uğraşmazdı. Sınıfımızın ve halkların kardeşliği ve eşitliği kılavuzumuzdu. Kuru ekmeği soğanla, tuzla katık yapar yerdiniz. İnanmak dava insani olmak azmi, disiplini, öğrenmeyi gerektiriyordu. Okuma yazma bilmeyen H. Aykır okuma yazma öğrenmişti. Cemil ve sen H. Aykır yoldaşa çok kısa zamanda okumayı, yazmayı öğretmiştiniz. Bize sürpriz yapmıştınız. Biz Hıdır yoldaşın kitap okuduğunu, yazma notları aldığını gördüğümüzde inanmamıştık, bize şaka gibi gelmişti.

Zaman su gibi akıyordu. Biz 1976’nin Ocak ayında esir düşmüştük. Zorunlu ayrılıktı bu. Toptaki cezaevine ziyaretime hep geldin. Beni-bizi yalnız bırakmadın.

Bir süre sonra partinin gerçekleştirdiği bir eylemde (1977’da)  çatışma çıkmıştı. Faşizm zayiat almıştı. Sen ve diğer yoldaş yara almamıştınız ama Cemil yoldaş ağır yaralanmıştı. Sen, Cemil’i öylece bırakmamıştın. Cemil’in tüm ısrarına aldırış etmeden, Cemil’i ölümüne çemberden çıkarmıştın. Tüm uğraşlara rağmen Cemil Oka’ mızı kaybetmiştik. Partimiz ayrılık sonrası değerli bir komutanını, savaşçısını kaybediyordu.

Son kez beni ziyarete geldin. Olay anlattın ve bir daha görüşüme gelmedin. İlişkimiz kopmuştu. Birkaç kere S. Cihan yoldaşa seni sormuştum. "İyi olduğunu başka bölgeye görevlendirildiğini" duymuştum. Biz 1977’nin 9 Aralık’ında partimiz tarafından bir baskın sonucu Toptaşı Cezaevinden kaçırıldık. Doğu’ya atanmıştık. Yıllarca görmediğim Orhan Bakır yoldaşla karşılaştık. Daha sonra seninle karşılaştık. İkinizle de karşılaşmam bana sürpriz olmuştu. O anı kelimelere dökemem. Aynı candık, aynı kandık, aynı davanın yoldaşlarıydık.

Yıllar bizi Dersim’de buluşturdu. Partimize, devrime hizmeti birer nefer olarak Dersim ve “Doğu’da yürütecektik. Partinin ayni komitelerinde birlikte yer aldık. Partinin sana verdiği görevleri layıkıyla yerine getirdin. Dest işgalinin örgütlenme surecinde yer almıştın. O dönemler azılı işkenceci Musa Duman gibi işkencecinin cezalandırılması görevini parti sana verdiğinde hiç tereddüde düşmeden görevi devraldın, yanına da Kato (Hüseyin Tosun) yoldaşı da alarak Elâzığ Merkez Hastane ’sinde halk adına cezalandırdın. Eylem sonrası görüştüğümüzde üzgündün. Pir Ahmet Solmaz adlı devrimcinin katili Musa Duman ölmemişti. Ağır yaralı kurtulmuştu. İblisin nasıl ölmediğine hep yakındın, hayıflandın. Avını avlamış bir kartalın ruh hali gözlerinde okunuyordu. Bir zaman sonra eski haline dönüyordun. Sazınla, sözünle, şakalarınla hepimizin moral kaynağıydın. Dersim dağlarının sevdalı ceylanıydın. Yüreğinde zerre kadar yılgınlık ve art niyet yoktu. Çemişgezek’in merkezinde azılı katil Yaşar Uytun’un cezalandırılmasında gösterdiğin cesaretle, avına son darbeyi vuran aslanın heybetli bakışını andırıyordun. İki gün boyunca faşizmin ordusuyla çatışırken CHE’yi andırıyordun.

Bir tarafta yüzlerce TC’nin askerleri, beri yanda sen ve senin komutanda sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen gerilla yoldaşlarınla (Şefik Karaağaç’la, Ali Karadağ’la ve diğer yoldaşlarınla) çatışıyordun mevzi kazanıyor tekrar geri çekiliyordun. İki gün suren çatışmada Faşizmin ordusu dağlarımıza girememişti. Partimizin yaptığı her iki kampta da komutanlardandın. 12 Eylül Askeri faşist cuntası işbaşına geldiğinde sen ve ben Erzincan Munzur dağlarındaydık. Gamarikten, Ovacık’a yol almıştık. Uçak ve Helikopterlerin hareketliliği bir şeylerin olduğunu söylüyordu. Radyoyu açtığımızda ordunun yönetime el koyarak darbe yaptığını duyduk. Acilen birliklerimize ulaştık. Gerekli hareket planı ve tedbirlerimizi aldık..

Bu dönemlerde partimiz alt konferanslarını yapmış, akabinde  ikinci konferansını gerçekleştirmişti. Bütün örgütler yıkım halindeyken, biz öyle ciddi bir darbe yememiştik. Aksine daha organize oluyorduk. Konferans çalışmalarını aksatmadan yapmıştık. İçte çatlak sesler çıksa da pek etki yapmıyordu. Partimiz, ikinci konferansını başarıyla gerçekleştirmesiyle büyük bir moral kazanmıştık. Bu süreçte konferansın örgütlenmesinde, ulaşımda, nakilde, askeri önlem ve örgütlenmesinde hep ama hep sen vardın Ali yoldaşım.

Partimiz ağır darba aldığında yine partinin hamalıydın. İstanbul’dan T. Kürdistan’ına  bütün ulaşım ve örgütlenmede payın, emeğin büyüktür. Seni büyütende buydu. Yakalanma, öldürülme umurunda değildi. 1982 Eylülü’ne kadar birlikte olduk. Ben görevim gereği yurtdışına çıktım. Bazen haberleşme ağıyla görüşüyorduk. Bir kara-Nisan günü; yani 6 Nisan günü acı acı  telefon çaldığında (Köln’de İbrahim Polat yoldaşın evinde) kara haberini aldım. Sen kahpe bir tuzakta katledilmiştin. İnanamıyordum. İnanmak istemiyordum. Şoktaydım ne yapacağımı bilemiyordum. Ali Haydar Akgün yakalanmış üç gün evi vermemişti. Evde kalan arkadaşlar panikleyerek ve ciddi bir zaafla hiçbir belge almadan, evi boşaltmadan terk etmişlerdi. Günler sonra Ali yoldaşı ev boşaltmaya göndermişlerdi. Ali yoldaş evi boşatmaya gittiğinde kahpe pusuda kurşuna dizilmişti. Ev’i anında terk edenlerin evi boşaltmaması ve üstelik A. Uçar’ın yollanıp katledilmesine yol açılması karşısında, Topo yıkılır, ihanet derecesinde çözülür. Kuskusuz onun çözülüp evi vermesi de A. Uçar’ın katledilmesine yol açmıştır.

Aslan Kılıç’ın Hastane surecinde çökmesiyle, Topo’nun yakalanması  ve yıkıntıya girmesinden birbirini etkileyen bir ilintisi vardır…

Aslan Kılıç, o dönemler partinin genel sekreteriydi. Aslan, görüş olarak parti merkez komitesinin 5. toplantısında tasfiyeciliğini yürütmüştü. Perincek’çi karşı-devrimci, tasfiyeci görüşlerini zorlanmadan hâkim kılmıştı. MK’nin esintiye göre yelken açması ne durumda olduğunu gösteriyor. İdeolojik duruşu-inancı olmayanların kökü çürüktür rüzgâr nerede eserse oraya eğilirler. Gelen tepkiler sonucu ideolojik yıkıntı içindeki dönemin MK’miz çaresiz düşe kalka ayağa kalkmaya çalıştı. Nafile çırpınıştı. "Değerli” sekreterimiz Aslan Kılıç ihanet ederek partiyi sattı. Perincek’in devletiyle anlaştı. Zira Aslan Kılıç evveliyatından beri TKP/M-L’nin mayasını almadı, alamadı. Kaypakkaya kültüründen mayalanmadı. Devrimi sattı. Partimize en büyük zararı verdi. Kemalizm’den köklü kopmamıştı. Onun Kemalist asker olarak görevine devam etmesi de buradan gelir. Ne de olsa aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde kalırlar… Son sözü tarih söyleyecektir! Ali Uçar yoldaşı saygı ve sevgiyle anıyorum. Devrim şehitlerini yüreğimin derinliklerinde taşıyorum…

29. 3. 2013  Hasan Aksu.

104289

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Sayfalar