Cuma Mayıs 17, 2024

Munzur’dan İstanbul'a Yaralı Kartal: Ali Uçar!

Yıl 1974 Haziran’ıydı. Seni İstanbul- Kazlıçeşme’de tanıdım. Daha çok gençtin, 16 yaşındaydın. Dersim-Ovacik Cakperi köyünde yoksul ama Munzur suyu kadar temiz bir Anne-Baba'dan gelmeydin. Okullar yaz tatiline girmiş sen ve abin Musa Uçar okul paranızı ve ailenize maddi yardımda bulunmak için Kazlıçeşme deri fabrikalarında çalışacaktınız. Okullar açıldığında ise geri Dersim’e dönerek eğitiminizi sürdürecektiniz. Ama öyle olmadı. Partimizle tanıştın. Eğitimini yarıda bıraktın. Zeytinburnu’nda işçi sınıfı içerisinde örgütlendin, örgütledin.

Deri-iş sendikasının Kazlıçeşme örgütlenmesinde. İşçilerin sigortalı olmasında en çok emek verenlerdendin. Hızlı öğreniyordun, gelişiyordun. Kabına sığmıyordun. Partinin askeri örgütlenmesinde yer almakta ısrar ettin. "Partinin her örgütlü elemanının aynı zamanda iyi bir savaşçı olması gerektiğinin" bilincindeydin. Parti-Ordu çalışmasını iç içe birlikte yürütülmesinde ısrarcı oldun. Çeşitli örgütsel çalışmalar sana yetmiyordu. Yüreğin cesurdu, yaralıydı Otuz sekiz Dersim katliamını yaşadığın bir yöreden geliyordun ve o surecin acılı anılarıyla büyümüştün. Askeri-TİKKO gerilla biriminde örgütlendiğinde dünyalar senin olmuştu. Sevinçten uçuyordun…

 Partinin düzenli eğitim çalışmaları (askeri, siyasi, örgütsel) yapılıyordu. Sen, Cemil Oka, Selahattin Doğan, Hıdır Aykır yeni oluşturduğumuz şehir gerilla biriminde yer alıyordunuz. Cemil Üniversite gençliğinde gelmişti. Hıdır Aykır okuma yazma bilmeyen Dersim/Ovacık/Kozluca köyünden gelen  bir işçiydi. Yaşam savası için İstanbul’a gelmiş Kazlıçeşme’de deri işçileriydiniz.

 Daha bıyıkları terlememişti. Genç, dinamik, masum ve cesurdun. Partinin en imkânsız döneminde, parti faaliyeti ulaşabildiğimiz her yerde canla basla yürütenlerdendin. Henüz çok gençtik. Ölüm neydi ki bizim için! Seve seve ölüme gidiyorduk yaşamak-yaşatmak, gelişip güçlenmek, ideallerimizi toprağa tohum yapabilmek için! Aslında hiç birimizin aklında ölüm yoktu. Daha çok yasamak sevdası vardı. Mazlumun cani yüreği, hakkı- adaleti, davası; mağdurun uyanması, aydınlanması, bilinçlenmesi, örgütlenmesi ayağa kalkarak isyana bayrak olmak istiyorduk. Hiçbirimizin ama hiçbirimizin hesabı kitabı yoktu. Her şey devrim, sosyalizm ve gerçek özgürlüğün gürül gürül tüm insanlara sunulduğu yenidünyamız içindi. Kaypakkaya’dan aldığımız maya, bize bu azmi, cesareti, ilhamı veriyordu. Kürt’tük, Türk’tük, Ermeni, Laz, Arap, Çerkez vb. idik. Aramızda dil, din irk farkı yoktu. Biz işçi sınıfının, mazlumun ezilenin her zaman yanındaydık.

Ali yoldaş sen, Cemil Oka’nın Türklüğüyle, Cemil yoldaş senin Kürtlüğünle uğraşmazdı. Sınıfımızın ve halkların kardeşliği ve eşitliği kılavuzumuzdu. Kuru ekmeği soğanla, tuzla katık yapar yerdiniz. İnanmak dava insani olmak azmi, disiplini, öğrenmeyi gerektiriyordu. Okuma yazma bilmeyen H. Aykır okuma yazma öğrenmişti. Cemil ve sen H. Aykır yoldaşa çok kısa zamanda okumayı, yazmayı öğretmiştiniz. Bize sürpriz yapmıştınız. Biz Hıdır yoldaşın kitap okuduğunu, yazma notları aldığını gördüğümüzde inanmamıştık, bize şaka gibi gelmişti.

Zaman su gibi akıyordu. Biz 1976’nin Ocak ayında esir düşmüştük. Zorunlu ayrılıktı bu. Toptaki cezaevine ziyaretime hep geldin. Beni-bizi yalnız bırakmadın.

Bir süre sonra partinin gerçekleştirdiği bir eylemde (1977’da)  çatışma çıkmıştı. Faşizm zayiat almıştı. Sen ve diğer yoldaş yara almamıştınız ama Cemil yoldaş ağır yaralanmıştı. Sen, Cemil’i öylece bırakmamıştın. Cemil’in tüm ısrarına aldırış etmeden, Cemil’i ölümüne çemberden çıkarmıştın. Tüm uğraşlara rağmen Cemil Oka’ mızı kaybetmiştik. Partimiz ayrılık sonrası değerli bir komutanını, savaşçısını kaybediyordu.

Son kez beni ziyarete geldin. Olay anlattın ve bir daha görüşüme gelmedin. İlişkimiz kopmuştu. Birkaç kere S. Cihan yoldaşa seni sormuştum. "İyi olduğunu başka bölgeye görevlendirildiğini" duymuştum. Biz 1977’nin 9 Aralık’ında partimiz tarafından bir baskın sonucu Toptaşı Cezaevinden kaçırıldık. Doğu’ya atanmıştık. Yıllarca görmediğim Orhan Bakır yoldaşla karşılaştık. Daha sonra seninle karşılaştık. İkinizle de karşılaşmam bana sürpriz olmuştu. O anı kelimelere dökemem. Aynı candık, aynı kandık, aynı davanın yoldaşlarıydık.

Yıllar bizi Dersim’de buluşturdu. Partimize, devrime hizmeti birer nefer olarak Dersim ve “Doğu’da yürütecektik. Partinin ayni komitelerinde birlikte yer aldık. Partinin sana verdiği görevleri layıkıyla yerine getirdin. Dest işgalinin örgütlenme surecinde yer almıştın. O dönemler azılı işkenceci Musa Duman gibi işkencecinin cezalandırılması görevini parti sana verdiğinde hiç tereddüde düşmeden görevi devraldın, yanına da Kato (Hüseyin Tosun) yoldaşı da alarak Elâzığ Merkez Hastane ’sinde halk adına cezalandırdın. Eylem sonrası görüştüğümüzde üzgündün. Pir Ahmet Solmaz adlı devrimcinin katili Musa Duman ölmemişti. Ağır yaralı kurtulmuştu. İblisin nasıl ölmediğine hep yakındın, hayıflandın. Avını avlamış bir kartalın ruh hali gözlerinde okunuyordu. Bir zaman sonra eski haline dönüyordun. Sazınla, sözünle, şakalarınla hepimizin moral kaynağıydın. Dersim dağlarının sevdalı ceylanıydın. Yüreğinde zerre kadar yılgınlık ve art niyet yoktu. Çemişgezek’in merkezinde azılı katil Yaşar Uytun’un cezalandırılmasında gösterdiğin cesaretle, avına son darbeyi vuran aslanın heybetli bakışını andırıyordun. İki gün boyunca faşizmin ordusuyla çatışırken CHE’yi andırıyordun.

Bir tarafta yüzlerce TC’nin askerleri, beri yanda sen ve senin komutanda sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen gerilla yoldaşlarınla (Şefik Karaağaç’la, Ali Karadağ’la ve diğer yoldaşlarınla) çatışıyordun mevzi kazanıyor tekrar geri çekiliyordun. İki gün suren çatışmada Faşizmin ordusu dağlarımıza girememişti. Partimizin yaptığı her iki kampta da komutanlardandın. 12 Eylül Askeri faşist cuntası işbaşına geldiğinde sen ve ben Erzincan Munzur dağlarındaydık. Gamarikten, Ovacık’a yol almıştık. Uçak ve Helikopterlerin hareketliliği bir şeylerin olduğunu söylüyordu. Radyoyu açtığımızda ordunun yönetime el koyarak darbe yaptığını duyduk. Acilen birliklerimize ulaştık. Gerekli hareket planı ve tedbirlerimizi aldık..

Bu dönemlerde partimiz alt konferanslarını yapmış, akabinde  ikinci konferansını gerçekleştirmişti. Bütün örgütler yıkım halindeyken, biz öyle ciddi bir darbe yememiştik. Aksine daha organize oluyorduk. Konferans çalışmalarını aksatmadan yapmıştık. İçte çatlak sesler çıksa da pek etki yapmıyordu. Partimiz, ikinci konferansını başarıyla gerçekleştirmesiyle büyük bir moral kazanmıştık. Bu süreçte konferansın örgütlenmesinde, ulaşımda, nakilde, askeri önlem ve örgütlenmesinde hep ama hep sen vardın Ali yoldaşım.

Partimiz ağır darba aldığında yine partinin hamalıydın. İstanbul’dan T. Kürdistan’ına  bütün ulaşım ve örgütlenmede payın, emeğin büyüktür. Seni büyütende buydu. Yakalanma, öldürülme umurunda değildi. 1982 Eylülü’ne kadar birlikte olduk. Ben görevim gereği yurtdışına çıktım. Bazen haberleşme ağıyla görüşüyorduk. Bir kara-Nisan günü; yani 6 Nisan günü acı acı  telefon çaldığında (Köln’de İbrahim Polat yoldaşın evinde) kara haberini aldım. Sen kahpe bir tuzakta katledilmiştin. İnanamıyordum. İnanmak istemiyordum. Şoktaydım ne yapacağımı bilemiyordum. Ali Haydar Akgün yakalanmış üç gün evi vermemişti. Evde kalan arkadaşlar panikleyerek ve ciddi bir zaafla hiçbir belge almadan, evi boşaltmadan terk etmişlerdi. Günler sonra Ali yoldaşı ev boşaltmaya göndermişlerdi. Ali yoldaş evi boşatmaya gittiğinde kahpe pusuda kurşuna dizilmişti. Ev’i anında terk edenlerin evi boşaltmaması ve üstelik A. Uçar’ın yollanıp katledilmesine yol açılması karşısında, Topo yıkılır, ihanet derecesinde çözülür. Kuskusuz onun çözülüp evi vermesi de A. Uçar’ın katledilmesine yol açmıştır.

Aslan Kılıç’ın Hastane surecinde çökmesiyle, Topo’nun yakalanması  ve yıkıntıya girmesinden birbirini etkileyen bir ilintisi vardır…

Aslan Kılıç, o dönemler partinin genel sekreteriydi. Aslan, görüş olarak parti merkez komitesinin 5. toplantısında tasfiyeciliğini yürütmüştü. Perincek’çi karşı-devrimci, tasfiyeci görüşlerini zorlanmadan hâkim kılmıştı. MK’nin esintiye göre yelken açması ne durumda olduğunu gösteriyor. İdeolojik duruşu-inancı olmayanların kökü çürüktür rüzgâr nerede eserse oraya eğilirler. Gelen tepkiler sonucu ideolojik yıkıntı içindeki dönemin MK’miz çaresiz düşe kalka ayağa kalkmaya çalıştı. Nafile çırpınıştı. "Değerli” sekreterimiz Aslan Kılıç ihanet ederek partiyi sattı. Perincek’in devletiyle anlaştı. Zira Aslan Kılıç evveliyatından beri TKP/M-L’nin mayasını almadı, alamadı. Kaypakkaya kültüründen mayalanmadı. Devrimi sattı. Partimize en büyük zararı verdi. Kemalizm’den köklü kopmamıştı. Onun Kemalist asker olarak görevine devam etmesi de buradan gelir. Ne de olsa aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde kalırlar… Son sözü tarih söyleyecektir! Ali Uçar yoldaşı saygı ve sevgiyle anıyorum. Devrim şehitlerini yüreğimin derinliklerinde taşıyorum…

29. 3. 2013  Hasan Aksu.

104295

Bu Dünya Komünizmi de Yaşayacaktır!

 

Ekim Devrimi’nin 96. Yılını Kutlarken!...

Sınıf bilinçli bir devrimcinin,
her zaman devrim beklemesi,
onun düşünce ve eylem
diyalektiğinin bir gereğidir

ÇIRILÇIPLAĞIM SOKAK ORTASINDA UTANIYORUM!

Yoksullar için bir cehenneme dönüşen dünyanın şu utançlı haline bir bakın! İçinde çocuk ve kadınların da olduğu yüzlerce kaçak göçmen bindikleri tekne alabora olunca, İtalya'nın Lampedusa Adası açıklarında denizin zifiri karanlığında kaybolup gittiler.

         Dünyayı aralarında ülke ülke parselleyen kudretlilerin para havuzları dolarlarla dolup dolup taşarken, yoksulluk mengenesindeki bu insanlar bir lokma ekmek için bin bir umutla yollara düşmüş, bilmeden ölüme koşmuşlardı.

Aşk ve Sanatın hayatı yani Gezi, Kızılay, Gündoğdu, vd’leri 1

“İyi ki hatırlattın

Başkaldırı diye bir şey var

İsa’dan beri insanı güzelleştiren

Şimdi daha güzel her şey

Daha insan herkes.”[2]

 

BEN BEHZAT FİRİK! Hasan Aksu

GÖZLERİMİ DAĞLADILAR WAYE, ATEŞLERDE YAKILDIM ANNEY!
 Ben BEHZAT FİRİK:  Tabi beni çoğunuz tanımazsınız, çok azınız beni tanır. 12 Eylül 1981’in 10 Ekim’inde,  karanlığın dağılmaya yüz tuttuğu bir fecir vakti, Dersim’de Ovacık’ın Dere Karedesi’nde yani köyümde ağabeyimle birlikte Kayseri komando tugayınca yaka paça gözaltına alındık.    Operasyon timinin başında “Kulaksız Yüzbaşı” lakaplı Aytekin İçmez vardı. Biliyorum hala beni tanımadınız, ne demek istediğimi hala anlayamadınız, tanıyamadınız beni.

Akp'nin yeni oyunu‘’Demokratikleşme Paketi’’

Kamuoyunun uzun bir süredir beklediği  ‘’Demokratikleşme Paketi’’ nihayet 30 Eylül 2013 tarihinde yeni Başbakanlık binasında, bizzat hükümetin başı Erdoğan tarafından açıklandı.  Hiçbir muhalif gazete ve televizyon kuruluşunun yer almadığı basın toplantısında,  Bakanlar Kurulu üyeleri ve yandaş basının Ankara temsilcilerinin yer aldığı basın toplantısında, Erdoğan tek kişilik bir tiyatro oyunuyla ‘Demokratikleşme Paketi’’ni açıklayarak salondan ayrıldı.

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK



Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Sayfalar