Perşembe Mart 28, 2024

Süleyman Seba kalabalığı, Metin Kurt yalnızlığı – Ozan Horoz

kaypakkaya-partizan
Susurluk’ta Abdullah Çatlı neyse, Türk futbolu içinde Süleyman Seba odur.

 

Süleyman Seba tartışması günlerdir gündemi işgal ediyor ve kendisine çeşitli çap ve boyutlarda “halkçı” methiyeler düzülmekte. İlginç bir şekilde Beşiktaşlılık, Çarşılılık vurguları ve Hulusi Kentmen babacanlığı almış başını yürüyor. Bu meselede “rahmetlinin” bıyıklarının etkisi olduğunu düşünüyorum. Bir MİT elemanı olan Süleyman Seba’yı neredeyse bir milli kahraman haline dönüştüreceğiz. Hatta bu silsile içerisinde Süleyman Seba’yı bir futbol “neferi” ve Türkiye futbolunun “proleteri” ilan edenler bile oldu.

Kendini Marksist- solcu veya halkçı olarak tanımlayan herkes ve bütün toplumsal katmanlar tarafından “acı kayıbımız” olarak sosyal medya araçları vesilesiyle bir Süleyman Seba tantanası yürütülmekte. Peki neden bir Marksist, neden bir solcu Süleyman Seba’yı sever? Bence bu durumun tutarlı hiçbir yanı olamaz.

Marksist bir yaklaşımla meselenin argümanlarını doğru şekilde koymak, kendi tarihselliği içerisinde ele almak, bizi bu meseleye dair kafa açıklığına götüreceği ve Türkiye’de kendini muhalif olarak tanımlayan bazı kesimlerinde bu savunudan bir nebze de olsa vazgeçebileceği inancındayım. Bu bağlamda Süleyman Seba’nın ‘emekli’ olduğu kurum ve 1984 yılının yani Süleyman Seba’nın Beşiktaş kulübünün başına geçmeden 5-10 sene öncesine gitmek ve Türkiye’de futbol kurumunun durumunu bu eksende değerlendirmenin faydalı olacağı kanaatindeyim.

1970’li yılların başından itibaren Mafya-Futbol kulübü ilişkisi bir paslaşma içerisinde olmuş. Dönem mafyaları için futbolcu kaçırma, haraç alma ve varlıklarını devam ettirebilmenin bir aracına dönüşmüş durumdadır. Dönem filmleri üzerinden, özellikle İlyas Salman ve Kemal Sunal’ın rol aldığı filmlerde yer yer dramatik yer yer esprili bir dille meselenin özetini sinema perdesine aktarılmaya çalışılmıştır. Dönemin toplumsal gerçekliği içerisinde futbol endüstrisinin dünyadaki çap ve örneklerine ulaşabilmesinin teknik olarak imkanı yoktur. Keza dünyadaki örnekleriyle karşılaştırıldığında kitleleri manipüle edebilmesi ulaşım imkanlarına bağlıdır. Dünyada ilk dünya kupası 1954 yılında naklen yayınlanmış, bu tarih dikkate alındığında, Türkiye’de birçok dağ köyüne elektriğin gelmesi 80’li yılların başına tekabül etmektedir. Renkli televizyonun ve televizyonun gelişi çoğunlukla büyük kentlerde 70’li yılların ortalarına rastlamaktadır. Bu yönüyle bir manipülasyon aracı olarak “modern” anlamda futbolun kullanılması çok ciddi bir finansman ve altyapıyı gerektirmektedir. Dönemin ekonomik kriz koşulları ve 24 ocak 80 kararları, yabancı sermayenin ülkeye giriş vizesinin verilmesi ise 12 Eylül darbesinin öngünlerine denk gelmektedir. 24 Ocak kararlarını çıkartan Demirel hükümetinin müsteşarlarından ve ‘’parlak çocuklarından’’ olan Turgut Özal, 12 Eylül’e kadar neoliberal talan yasalarının baş uygulayıcılarından birisi olmuştur.

12 Eylül darbesinden sonra cuntacı Kenan Evren’in müdahalesiyle, 1981 yılında Ankaragücü’nün 1. Ligden düşmesinin engellenmesi Türkiye futbol tarihi açısından devletin, futbola ilk resmi müdahalesi sayılabilir. İlerleyen dönemde Ankaragücü’nün Makine Kimya Endüstrisi sponsorluğunda yoluna devam etmesi ise resmi anlamda devlet-futbol ilişkisini pekiştirmiştir. 24 Ocak ve askeri darbe bir yandan Türkiye’yi bir karapara aklama cennetine dönüştürürken diğer yandan da yeni zenginler cennetine dönüştürmüştür. Bu yeni zenginler tarihe’’ Özal’ın zengin ettikleri’’ diye düşecektir. Bunlar arasında Cavit Çağlar, Cem Uzan vardır. Her iki Özal zengini karapara aklama aracı olarak kulüpleri kullanmıştır. 81 yılında Cavit Çağlar Bursaspor başkanlığı, Cem Uzan 90’lı yıllarda İstanbulspor başkanlığı yapmıştır. Nereden geldiği belli olmayan bu para akışının bir şekilde aklanmasının aracına dönüşen 80’li yılların futbolu, devletin mafyası ve gayri resmi kurum ve kişileriyle dahil olmaya çalıştığı bir süreçtir. Konumuz bağlamında üzerine methiyeler düzülen Süleyman Seba, dönemin Beşiktaş camiasıyla ilişkileri olan, kongre üyesi ve eski MİT emeklisi bir devlet ‘’büyüğü’’ olarak devlet tarafından devlet-mafya ilişkilerini düzenleyen gayri resmi müzakerecisi sıfatıyla Türkiye futbolunda aktif bir aktörü olarak rol almaktadır. Teoride Doğrultu dergisinde Bedrettin Kılıç, “Futbolun ölümü ve kurtuluşu” başlıklı yazısında meseleyi şu şekilde özetlemektedir: “Turgut Özal’lı yıllarda ise kulüpler daha ziyade kara para aklamanın paravan yerleri olmuştur. Nurettin Güven ve Turan Çevik gibi uyuşturucu kaçakçılarının Malatya Spor’a, hayali ihracatçı Hasbi Menteşoğlu’nun Samsunspor’a başkanlık yapmaları en bilinen örneklerdir. 1984’de Beşiktaş Kulübü Başkanlığı seçimindeki koalisyon ise Türk futbolunun o yıllarını ve mafya-devlet-sermaye ilişkisinin geldiği noktada bir semboldür. Silah tüccarı ve yer altı dünyasıyla sıkı ilişkideki Mehmet Üstünkaya’nın karşısına MİT’çi Süleyman Seba çıkar. S. Seba’nın finansörü Mesut Pandır, hayali ihracatçı Ertan Sert ve Turan Çevik’tir. Bunların yanında T. Futbol Federasyonu’nun başkan vekili polis şefi Affan Keçeci vardır. Bu işi ünlü MİT’çi Nuri Gündeş organize etmiş, seçimler sırasında da A. Çakıcı’nın adamları kongre salonunda ‘güvenliği’ sağlamıştır.” Böylesi şaibeler ve ilişkiler sonucu Beşiktaş başkanlığına getirilen Süleyman Seba, tam 16 yıl boyunca bu görevi sürdürmüş ve “mütevazi” görüntüsünün altında Türkiye futbolunun kademeli şekilde ticarileşmesi ve resmi devlet aklının timsali olmuştur.

70’li yılların aksine Türkiye futbolu, 80’li yıllarda Kürt özgürlük mücadelesinin gelişmesiyle beraber şovenizmin sistematik şekilde uygulandığı ve ezilenleri kutuplaştırma ve düşmanlaştırmanın bir aracı haline gelmiş, devletin ideolojik hegemonya aygıtlarından birisi ve manipülasyon aracına dönüşmüştür. Dönemin gazete manşetleri ‘Yenildik ama ezilmedik’ demektedir. Türk ‘aklının, çalışkanlığı ve fizik gücünün’ timsali olan Türk Milli Takımı yenilebilirdi ama ezilemezdi! Ticarileşmiş futbol, büyük şehirlerde enflasyon belası ile cebelleşen milyonları, dağda isyancı kürdü, ovada kızıl komünisti bastırabilmenin dolaylı bir aracına dönüşmüştü. 60’lı ve 70’lı yılların futbol anlayışı sahadaki 11 futbolcunun kolektif emeğinin ürünü olan bir spor ve taraftarların kardeşçe aynı tribünleri paylaştıkları sosyalleşme alanlarıydı. Rasyonel devlet aklı, tarafları kutuplaştırırken bir yandan da meta fetişizmini destekleyip sermayenin kar marjını ve iştahını kabarttı. Bu kutuplaşmayı devlet, politik-siyasi amaçları doğrultusunda 80’li yıllar içerisinde bir enstrüman gibi kullanmayı başardı. Peki Süleyman Seba bu denklem içerisinde ne yaptı? Kirli geçmişiyle mi yüzleşti? Endüstriyel futbola karşı bir direnç mi oluşturdu? 12 Eylül sonrası binlerce insanı işkenceden geçirmiş bu kurumla olan organik ilişkilerini ifşa edip ezilen milyonlardan, ailelerinden özür mü diledi? 12 Eylül’de işkence tezgahlarında evladını yitirmiş, evladının mezarını arayan Cumartesi Annelerinin acısını yüreğinde ne kadar hissetti?

Susurluk’ta Abdullah Çatlı neyse, Türk futbolu içinde Süleyman Seba odur.

Devrimcilik, solculuk, Marksizm bir taraf olmaksa; çelişkiler ne kadar net ise taraflarda o kadar nettir. Sizlere bir uzlaşmaz örnek olarak Metin Kurt’u hatırlatmak isterim. Bu antagonizmanın iki ayrı uzlaşmaz ucudur Metin Kurt ve Süleyman Seba. Kendini solda, halktan yana ve ticarileşmiş futbolun karşısında gören herkes, Metin Kurt’un anısını yaşatmalı ve ondan taraf olmalıdır. Süleyman Seba’nın değil! 70’li yıllarda Galatasaray futbolcusu Metin Kurt, dönemin TKP üyesi olduğu ve futbolcuların özlük hakları için sendikal mücadele yürüttüğü için aforoz edilmiş bir milli futbolcu, futbol neferi ve proleteridir! Futbolu bırakmak zorunda kalınca antrenörlük, yayıncılık ve sendikal faaliyet yürütmüştür. Ölüm şekilleri bile Süleyman Seba ile zıtlık barındırır. Gırtlak kanseri olan bu futbol emekçisi, Samatya Devlet Hastanesinin olanakları-olanaksızlıkları içerisinde hayata veda etmiş, Süleyman Seba Amerikan Hastanesi’nde 88 yaşında ve etrafında milyon tane şaibeli ilişki bırakarak ölmüştür. 2012 yılında vefat ettiğinde ana haber bültenlerinde 13 saniyelik boşluk doldurma haberi olan Metin Kurt bir tarafta, diğer tarafta Süleyman Seba memleketin bütün kodamanlarının ve ulusal kanallarının saatlerce üzerine methiyeler düzdüğü, mafya-siyaset ve patronlarının 5 çayı buluşmaları kıvamında bir cenaze töreninin malzemesi olmuştur. Oradakilerin hiçbirisi Metin’in cenaze töreninde yoktu! Zaten Metin Kurt da istemezdi onlarla anılmak. Metin’in cenazesinde ise muhtemelen eski futbolcu dostları ve yoldaşları vardı. Düşler, dünyalar farklı olunca cenazeni kaldıranlar da farklı oluyor. Yazıyı Metin Kurt’un bir sözü ile bitirelim “Futbol borsada değil, arsada güzel.” Ayrıca Kesmeşeker isimli müzik grubunun, “Metin Kurt Yalnızlığı” isimli bir parçası mevcut dinlemeniz ve birkez daha düşünmeniz dileğiyle…

3786