Cumartesi Mayıs 4, 2024

Kaypakkaya’yı sevmek

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zindanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

Sevmek en insani, en doğal duygu ise, bu en insani, en doğal duygudan korkmak nasıl bir kasıntının ürünüdür? Peki ya onu sevmekten korkmak?

İbrahim Kaypakkaya’yı seviyorum

O yeşil, pırıl pırıl bakan, her karşılaştığımızda içimizi ısıtan, güven ve umut veren, hayatın tüm zorluklarına karşı dayanma gücü veren efsuni, derin, parlak, yüklü gözlerini, bakışlarını seviyorum. Yüzünü kaplayan tel tel, saman sarısı sakallarını seviyorum. Geniş alnını, alnına dökülen perçemlerini seviyorum. Yüzündeki çelikten görünüşü koşullayan o elmacık kemiklerini, boğazındaki belirgin adem elmasını seviyorum! Dedemden, ta dedemin babasından kalma yoksulluğumuzun simgesi gibi duran o kasketini seviyorum.

O parlak zekâsını bu ülkenin “çok bilinmezli eşitsizlikler denklemi”ni çözmek için kullanmasını bildiği için onu seviyorum! Cebinde her zaman bir kitap ve defter taşıdığı için onu seviyorum! Edebiyata olan tutkusundan dolayı onu seviyorum! Bilime, bilgiye ve halka ve üretenlere olan büyük sevgisinden dolayı onu seviyorum! Durmadan okuduğu, yazdığı bu ülkenin resmi tabularına dokunduğu, onları yerle yeksan ettiği için onu seviyorum! Dağların en kuytu inlerini, yoksul hanelerin soğuk gözlerini kütüphaneye çevirdiği, dizinin üzerinde çömelip o uzun, aç susuz geceler boyunca okuyup yazdığı için onu seviyorum! Yoldaşlarına, 

Siverek’e sırtında çuvalla getirdiği kitaplardan dolayı seviyorum! Munzurlarda donmuş, patlamış ayaklarını seviyorum. Cesaretini, yüreğini, yel değirmenlerine karşı duruşunu seviyorum! Sözünü esirgemediği için, sözüyle öz yarattığı için seviyorum İbrahim Kaypakkaya’yı!

Şimdilik bir adet gizli kitaplık hazırlayın. Kitaplık, barınma yerleri gibi olsun ve içinde çalışılabilsin. Bütün kitaplar, yayınlar ve yazılar burada düzenli bir şekilde muhafaza edilsin. Lazım olanlar alınsın fakat faydalanıldıktan sonra tekrar yerine konulsun. İleride kitaplarımız çoğaldıkça, her bölgede böyle kitaplıklar hazırlamalıyız,

dediği için seviyorum.

Siverek’e sırtında çuvalla getirdiği kitaplardan dolayı seviyorum! Munzurlarda donmuş, patlamış ayaklarını seviyorum. Cesaretini, yüreğini, yel değirmenlerine karşı duruşunu seviyorum! “Bitti” denilen yerde başladığı için seviyorum!

Sözünü esirgemediği için, sözüyle öz yarattığı için seviyorum! Tarih yapan çağdaş kahramanlardan olduğu için seviyorum! Sizi korkuttuğu için seviyorum! Adını duyduğunuzda korkudan kuyruk sokumunuz sızladığı için onu seviyorum!

Onu sevmek için o kadar çok neden var ki!

O “tarihsel TKP”yi eleştirip, onun sosyal şovenist, anti Marksist, Kemalist aslını gösterdiği ve bu gün de devamcılarını değerlendirip, heyecanlı popülist söylem ve eylemlerini değerlendirmede bize muazzam bir ideolojik cephanelik sağladığı için, Türkiye Komünist Partisi ismine Marksist Leninist ekleyerek o gelenekten, o geleneğin dünyadaki ve memleketteki bütün revizyonist versiyonlarından sıyrılmasını bilen yepyeni savaşçı bir gelenek yarattığı için seviyorum.

Kürt sorununda, genel olarak ulusal soruna yaklaşım ve çözümde çağdaşlarından fersah fersah ileride olduğu ve bugün de devrimci hareketin Rû Spî’si olduğu için seviyorum.

Kürt milli hareketi genel bir demokratik muhteva taşır. Çünkü bir yönüyle ezen ulusun hâkim sınıflarının zulmüne, zorbalığına, imtiyazlarına, bencil çıkarlarına karşı yönelmiştir. Milli baskının kaldırılması, milliyetler arasında eşitliğin sağlanması, hâkim ulusun hakim sınıflarının imtiyazlarının kaldırılması, dil üzerindeki yasaklamaların ve sınırlamaların son bulması, her alanda uluslar arasında eşitliğin ve ulusal devlet kurma hakkı eşitliğinin tanınması, bütün bunlar demokratik ve ilerici taleplerdir,

dediği için seviyorum.

Küçük burjuva popülizmine düşmeden mütevazi, ama kararlı, bilinçli ve bilimsel adımlar attığı, bunun için neredeyse bütün küçük burjuva devrimcileri tarafından görmezden gelindiği, iç sansüre uğratıldığı için seviyorum. Kendisine zamanında “köylü devrimcisi” denildiği ama bu deyişin esasta bir eleştiriden çok hakir gören bir üst yaklaşımdan kaynaklandığını da bildiğimden, dahası o bay “işçiciler”in bugün hangi sularda yüzdüklerini bildiğim için daha çok seviyorum.

İbrahim Kaypakkaya’yı seviyorum! Ve bu ülkenin sevmekten korkmayan, bilimden, bilgiden, halktan, ışıktan korkmayan sanatçılarının, aydınlarının ve emekçilerinin, hamallarının, işçilerinin de bunu söylemesi gerektiğini düşünüyorum.

Deniz Faruk Zeren 

 

48934

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar