Pazar Mayıs 12, 2024

İNCİR YAPRAĞI GÖLGESİNDE 1 KASIM SEÇİMLERİ

Ülkemizde de, önümüzdeki 1 Kasım 2015’de yeniden parlamento seçimleri var. Ancak, burjuvazinin “demokrasi oyunu” içindeki bu seçim, başta Kürt ulusu olmak üzere, işçi sınıf ve emekçiler üzerinde devlet terörünün en üst sınırına çıkarıldığı bir “demokrasi” ortamı içinde yapılıyor. Ve buna ancak ve ancak; “İncir yağrağı gölgesinde yapılan bir seçim” denebilir. Bu da burjuvazinin “demokrasi” oyunun ayıbını örtmeye yetmeyecektir.

Gelen gideni aratır Bu söylem bir ilke değil, ama kapitalizm koşullarında bir gerçektir. Çünkü kapitalizm, iyiye doğru değil kötüye doğru gider. Her kapitalist yeniden üretim çelişmeleri de yeniden üreterek, toplumsal çelişmeleri artırıcı bir rol oynar ve burjuvazi, kendi iktidarını ayakta tutmak için, kitleler üzerindeki baskı ve sömürüyü artırır. Bu ikisi olmadan burjuvazinin, sömürü düzenini sürdürmesinin olasılığı ve üçüncü bir yolu yoktur. Baskı-sömürü sarmalı içinde sürdürülen sistem, daha şiddetli baskı ve daha ağır sömürü şeklinde devam eder. Toplumsal eşitsizliği işçi sınıfı aleyhine derinleştirirken, sınıflar arasındaki çatışmayı da keskinleştirir.

Burjuvazinin yönetimi altında kitlelerin sömürü ve baskıdan kurtulması mümkün değildir. Kapitalist sistemin tek ve kaçınılmaz alternatifi sosyalizmdir. Kitleler sosyalizm altında baskı ve sömürüden kurtularak gereçek kurtuluşlarını sağlayabilirler.

Burjuvazi her zaman sıkıştığında, çelişmeler derinleştiğinde, kaos ortamı arttığında ve ekonomik ve siyasal bunalım derinleştiğinde, çıkış yolu olarak; burjuva iktidarı altında bir başka burjuva partisini ya da burjuva liderini ortaya sürer. Oysa, burda kitleler açısından bir kurtuluş olmamış, tersine gelen gideni aratır olmuştur. Bu tür yöntemler, kapitalist sisteminin ömrünü uzatmak için kısmi çare olabilmiştir. Ancak, kitlelerin ekonomik ve siyasal sorunlarını çözme yerine, daha da derinleştirmenin ötesine geçememiştir. 

Burjuvazinin kitlelerin ekonomik ve siyasal sorunlarını çözme diye bir derdi de yoktur. Onun tek derdi, el koyduğu artı-değer oranını artırmak, sermayesini büyütmek ve işçi sınıfı karşısında kendini iktidarda tutan düzenini ayakta tutmaktır. Bunun için kitleler üzerinde her türlü şiddeti uygulamaktan kaçınmaz.

T.C. Cumhurbaşkanı Erdoğan, söz konusu bu zoru bütünüyle ele geçirdiği için iktidarı elinde tutabilmektedir. O, öncelikle orduyu, polisi, yargı mekanizmasını ve bürokrasiyi bütünüyle ele geçirmiş ve peşinden ise rakiplerine karşı ciddi bir üstünlük ele geçirerek, Türk devleti içinde söz sahibi olan tek yetkili duruma gelmiştir. Ne var ki, iktidara sahiplik, çatışmalı ve siyasal çalkantıları da güçlü bir şekilde içinde barındıran bir durum. Ve elbette ki, bu durum: Ne iktidar sahiplerine “huzur” veriyor ne de iktidarda olmayanlara. Özellikle iktidarı elinde bulunduranlar kızgın saç üstünde ortudukların bilinciyle hareket ediyorlar.

RTE,  iktidarda tek başına kalmak için şiddetin boyutunu artırmak durumundadır. Yasaları da buna göre oluşturmuştur. Örneğin polisin  yetkilerini en üst düzeye çıkarmış, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerini bütünüyle gasp etmiştir. Başta Kürt ulusu olmak üzere, tüm azınlıklara ve farklı din ve mezheplere sahip olan kesimlere karşı savaş açmıştır. Toplumsal kesim ve sınıfları ırkçılık ve dincilik cenderesi içinde birbirine boğazlatarak saltanatının ömrünü uzatma politikası izlemektedir.

RTE elbette tek başına değildir. Arkasında küçümsenmeyecek bir sermaye gücü vardır. Hem kendisi güçlü bir sermayeye sahiptir, hem de özellikle AKP iktidarı süresince palazlanan bir sermaye kesimi oluşmuştur. Ayrıca, “muhalif” sermaye kesimi de bu süreç içinde  küçülmemiş, tersine sermayelerini artırmışlardır. RTE’yi uzun bir süre ayakta tutanda bu yerli ve dış sermaye kesimleri olmuştur. Emperyalist sermaye, RTE’yi hala gözden çıkarmamıştır. Ne zamanki emperyalist ve yerli sermaye kesimlerin karlarında düşüş olacaktır, o zaman onun iktidarda kalma direncinin ekonomik ayaklarını hızla kesme yoluna gideceklerdir.

Türk burjuva ekonomisi son bir kaç yıldır baş aşağıya seyretmesine karşın ciddi bir kriz aşamasına gelmemiştir. Bu da RTE’nin arkasındaki sermaye güçlerinin hala desteğini almasına olanak sağlamaktadır. Ancak, Türk ekonomisinin baş aşağıya doğru gittiğini gösteren emarelerde giderek güçlenmektedir. 

AKP-RTE kliğinin gücünün zirveye ulaştığı dönem 2013 idi. Anacak, en güçlü olanların en zayıf oldukları süreçte aynı döneme rastlar. 2013 GEZİ (Haziran Ayaklanması), AKP iktidarını bir daha belini doğrultamayacak bir darbe vurdu. Söylem yerindeyse; domino taşının ilk taşına dokunan GEZİ oldu. Ondan bu yanada AKP kliği, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskıların boyutunu  artırarak iktidarda kalmaya devam ediyor.  Yolsuzluklar ve katliamlar onun üzerinde şekillendi. Eli kanlı bir diktatörün, saltanatı da kanlı olur. RTE’nin suçlarını, ileride burjuva kesimlerin tümü ne kadar uzlaşırlarsa uzlaşsınlar, onların mahkemeleri de bu suçların üstünü örtemezler. İşçi sınıfı ve emekçiler RTE ve siyasal çevresinin yakasını asla bırakmayacaktır.

RTE, kendinden olmayan ve kendini gözü kapalı desteklemeyen herkese karşı savaş açmıştır. Burjuva liberallerinin eleştirilerini dahi kaldıracak durumda değildir. Bu onun hem son çırpınışı hem de real gücünün artık olmadığının kanıtıdır. Devlet şiddeti, terörü ve devlet katliamlarıyla ayakta kalabileceğini umuyor. Ancak yanılıyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi onu mutlaka ama mutlaka yıkacaktır. Onu kanlı-kirli saltanatından edecek tek güçte esas olarak bu sınıflardır.

RTE, AKP’nin önümüzdeki 1 Kasım seçimlerinde de hükümeti kuracak çoğunlu alamayacağını görüyor. Bu nedenle de başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere tüm devrimci-demokrat güçlere karşı vahşice saldırmaktadır. HDP’yi terörize etmeye çalışırken, Kürtler üzerinde ki baskı ve şiddetin boyutunu da her geçen gün artırıyor. PKK’ya fazla darbe vuramayacağını bilmesine karşın, en azından HDP’yi baraj altında bırakmak ve de Kürdistan’da kitleleri sandığa gidemez duruma getirmek istiyor.

Burjuvazi bir taraftan “demokrasicilik” oynarken, bir taraftan da savaş çığırtkanlığı yapmaktadır. RTE’nin işaretiyle, “Teröre Hayır Kardeşliğ Evet"  mitingleri, bütün egemen sınıf kliklerinin nasıl bir “demokrasi”den yana olduklarınında göstergesi olmuştur. Kürt düşmanlığında egemen sınıfların bütün kesimleri birleşmiştir. Oysa, Kürtlerin mücadelesi demokratik bir mücadeledir. Sözcü çevresi ile Akit çevresini Kürt düşmanlığında aynı bayrak altında birleştirmiştir.

Kitle hareketleri, demokratik hak ve özgürlükler için mücadele  geliştikçe, devlet törörüde o oranda artmakta ve hatta daha ileri gitmektedir. Suruç katliamı Erdoğan’nın bilgisi dahilinde yapılan bir katliamdır. Bu katliam tüm devrimci ve ilerici kesimlere yapılan bir tehditti. Aynı şekilde Kürdistan il ve ilçelerinin kuşatılması, sokağa çıkma yasakları ve silahsız kitlelerin bombalanması, devletin Kürt ulusuna karşı açıktan savaşıdır. Ve bu savaşın gölgesinde yapılan bir  burjuvazinin “demokrasi seçimi”ni, incir yaprağı dahi örtmeye yetmeyecektir.

1 Kasım seçimleri’nden hemen sonra da Erdoğan yerinden oynamayacaktır. Kamuoyu yoklamalarına bakılırsa, bu seçimlerin sonucunun da bir önceki  seçim sonucu gibi olacağı belli. Bu durumda devleti ele geçiren Erdoğan, 7 Haziran Seçimleri sonrası yürüttüğü politikayı gündemde tutmaya özel bir çaba harcayacaktır. O, seçimlere önem verdiğinden değil, seçimleri AKP kazanırsa, iç ve dış kamuoyu karşısında kendini “yasal diktatör” ilan etmesinin rahatlığı içinde olacağındandır. Ancak, Erdoğan’ın imdadına yine MHP ve CHP yetişecek ve uzlaşma seneryolarıyla kitleleri oyalamaya çalışacaklarıda bir gerçektir.

Erdoğan’ın düşündüğünün tersine, Kürtlere açtığı savaş ve topyekün saldırı politikası, toplumda ırkçılığı ve şovenizmi artırma ve ötekileştirme taktikleri; ona, diktatörlüğünü sağlamlaştırma ve saltanat ömrünü uzatma olanağı vermeyecektir. Kürt Ulusal hareketi ve tüm devrimci-demokrat güçlerin ortaklaşa mücadelesi, onu çok güvendiği saltanat sarayından indirecektir.

Ancak, istediği sonucu alamayacağı açık olan Erdoğan’ın, devlet terörünü daha da artıracağı kesin. Bu da, daha büyük bir çıkmaza götürecek ve kendi yarattığı terör içinde boğulacaktır.

Burada liberal demokratlara, yani “burjuva demokrasisine” ve de kapitalizme inanan kesimlere bir çift söz  söylemek gerekiyor. Sizlerin göklere çıkardığınız kapitalist sistemde; “tarafsız(!) yüce mahkemeler”, “yüce adalet”, “yüce ordu”, “can güvenliğinden sorumlu polis”, “insan hakları”, “demokrasi”, “ifade, vicdan ve din özgürlüğü” ve daha nice “yüceleriniz” bir gecede bir diktatör tarafından kolayca çöpe atılabiliyor. Tek dokunulmayan ve elinize verilen şey: “hür teşebbüs” oluyor. Böylece, ellerine sopa verilip sokaklara salınan “bindirilmiş kıtalarlarla” uykuya yatma “özgürlüğü”yle başbaşa kalıyorsunuz...

 Erdoğan vb. faşist diktatör soytarılarını yaratan emperyalist-kapitalist sistemdir. Bu sistem varolduğu sürece hiç bir zaman “yumuşak rüya” göremeyeceksiniz.  Bir gün uyandığınız da 27 Mayıs’lar, 12 Mart’lar, 12 Eylül’ler,  27 Şubat vb.lerini sıkça gördüğünüz gibi, Erdoğan gibi birisinden “demokrat” yaratmak ta ancak ve ancak sizin gibi burjuva meta ekonomisinin liberal ideolojik manipülasyon aracı haline dönüşmüş olanlara nasip olabiliyor. Türk burjuvazisinin 1923-1960 arası ne haltlar işlediği açık. Onu buraya almaya gerek yoktur. Bu nedenle, burjuva sistemini yağlamaktan vazgeçin. Bırakın işçiler ve emekçiler burjuvaziyi daha net görebilsinler ki, yeryüzü cennete dönüşebilsin.

23.09.2015

42361

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

Sayfalar