Cumartesi Mayıs 18, 2024

22 Kasım 1986 Yılında Ölümsüzleşen 9’ların Kızıl Anılarını Selamlıyoruz!

Hapisten çıkmıştı çoğu… Kısa süre şehirlerde kalıp örgütsel çalışmaları yürüttükten sonra, Parti konferansına delege olarak katılmak üzere Dersim’e gerilla bölgesine tereddütsüz yürüdüler. Silah kuşanıp gerilla savaşı siperlerinde konumlandılar. Gerilla birliği çok geçmeden düşman saldırısına maruz kalarak büyük bir çarpışmaya girdi. Bu çarpışmada yedisi konferans delegesi, ikisi parti savaşçısı olmak üzere toplam 9 yoldaş, 22 Kasım 1986 günü Dersim-Ovacık kırsalında düşman tarafından hunharca katledildi. Yoldaşların katledilmesi partimiz açısından ağır bir örgütsel darbe oldu. Alınan bu ağır darbe partimizde birikmiş sorunları ateşleyip gün yüzüne çıkararak önemli sonuçların yaşanmasına vesile olan bir süreç oldu.

Katledilişlerinin yıl dönümü vesilesiyle, Mehmet Kemal Yılmaz, Ünal Küçükbayrak, Zeki Uygun, Rıza Sökmen, Hüseyin Tosun, Ali Rıza Boyoğlu, İbrahim Polat, İsmail Doğan ve Kamile Öztürk yoldaşların anıları önünde saygıyla eğiliyor, onlar şahsında tüm devrim ve parti şehitlerini anıyor, mücadelelerini selamlıyoruz…

Bağımsızlık, Halk Demokrasisi, Sosyalizm ve Komünizm mücadelesinde ölümsüzleşen yoldaşlarımızı unutmadık, Sosyalizm için Sosyalist Halk Savaşı mücadelemizde yaşatacağız. Mücadele ve kararlılıklarını kılavuz alırken, onlardan öğrenerek ilerliyoruz… Slogancı değiliz, onların mücadele ve kahramanlık yazan yaşamlarını slogan ediniyoruz! Onlar bir tarihtir, yazdıkları devrimci tarihe bağlıyız, bu tarihten öğrenerek ilerliyor, ilerletiyoruz… Onların tecrübeleri öğretmenimizdir. Ondan öğrenmeliyiz…

22 Kasım 1986 yılında ölümsüzleşen 9 yoldaşın partimiz için anlamı büyüktür. Yoldaşların ölümsüzleşmesi parti tarihimizde sadece ağır bir kayıp olarak yer edinmez. Aynı zamanda belli tarihsel gelişmelerin de başlangıcı olarak anlam taşır bu süreç… Ve bu süreç neredeyse partimizin genel tarihine de ışık tutan ya da o tarihle örtüşen bir süreçtir.

***

1976 yılında Koordinasyon Komitesi (KK) Hizibi diye bilinen ayrılık, hareketimizin ilk ayrılığı olmakla birlikte, büyük ve köklü bir örgütsel ayrılık tecrübesiydi de. Bu ayrılık aynı zamanda hareketimizin aldığı ilk örgütsel yenilgiden sonra yaşadığı ‘‘bölgesel dönemi‘‘ takiben giriştiği toparlanıp merkezileşme çalışmaları sürecinde gündeme geldi. Hareketimiz ilk yenilgisini almış ve bu yenilgiyi atlatmak üzere ilk konferansını gerçekleştirerek merkezi yapısına kavuşmayı planlarken ilk ayrılık tecrübesini yaşadı… Böylece, merkezileşme çabası baltalanmış ve fiilen ertelenmiş oldu. Hareketimiz 1978 yılında ilk konferansını gerçekleştirerek 1973 örgütsel yenilgisinden sonra merkezi yapısını inşa edebildi. 1978 ve 80 yıllarında değişik çaplarda örgütsel hiziplerle tanıştı. 1980 AFC’siyle birlikte ikinci örgütsel yenilgisini aldı. 1981 yılında ikinci konferansını gerçekleştirerek yeniden merkezi yapısına kavuştu. Bu yıllar da çeşitli hiziplere tanık oldu… Her konferans ve aynı zamanda her yenilgi dönemleri adeta hizipler doğuran süreçler olarak işledi… Nitekim gerçekleştirilmesi gerekip de bir türlü gerçekleştirilemeyerek 1987 yılına sarkan üçüncü konferans da hizip veya ayrılığa şahit oldu. Ve elbette ayrılık konferans dönemine denk gelmekle birlikte, ağır örgütsel darbelerin alınıp örgütsel tasfiyeciliğin yaşandığı döneme de denk geldi ki, hemen her ayrılık ve hizip vakıasının ortak özelliği, konferans ve örgütsel yenilgi ya da ağır örgütsel darbelerin yaşandığı döneme denk gelmesiydi…

1987 yılında gerçekleştirilmesi kararlaştırılan 3. Konferans dönemi ağır örgütsel darbelerin alınmasına ve ikinci büyük ayrılığın yaşanmasına şahit oldu. Bu ayrılıkta, gerilla bölgesinde gerçekleştirilmesi kararlaştırılan konferansın, 22 Kasım 1986 yılında konferans delegeleri olarak Batıdan gerilla bölgesine gelen yoldaşların düşman tarafından katledilmesinden hemen sonra gündeme gelen ‘‘konferansın gerçekleştirilip gerçekleştirilmemesi ya da konferansın nerede gerçekleştirilmesi gerektiği‘‘ üzerine yaşanan ve son tahlilde ayrılığa neden olan tartışmalar ve tavırlar doğrudan belirleyici oldu… Yedisi konferans delegesi olmak üzere 9 yoldaşın düşman tarafından katledilmesinden sonra, 2 MK’cılar olarak bilinen kadrolar(esasta dönem önderliği) bölgeye ve dolayısıyla konferans alanına gelmeyi yanlış bularak gelmeme tavrını geliştirip, konferansın başka yer ve zamanda yapılması tartışmalarına girdiler. DABK olarak bilinen Dersim gerilla bölgesi örgütü bu tavır, öneri ve tartışmaları belli gerekçeler temelinde doğru bulmayarak konferansın kararlaştırıldığı yer ve zamanında yapılmasını istediler. Derinleşerek boyutlanan tartışmalar neticesinde 1987 ayrılığı yaşandı… Ayrılık nedensiz değildi ama nedenlerine rağmen yanlıştı. Her süreç kendi iç özellikleriyle anlaşılıp açıklanabilir elbet. Tamamen sebepsiz ve keyfi şeklide bir ayrılık olamazdı. Fakat sebeplere ve hatta haklı bir çok neden ve dayatmaya karşın, ayrılık gerekli değil, yöntem olarak da hatalıydı…

 Ayrılıklar ve hizipler pratiği öğretici derslerle doludur. Hemen her ayrılık ve hizipler vakıasının örgütsel yenilgi, ağır darbe koşulları ve konferans dönemlerine denk gelmesi tesadüf değildir, olamaz da. Dolayısıyla, her ayrılık ve hizip gibi gelişmeler kendi somutunda değerlendirilip sonuçlandırılırsa da, genel anlamda yaşadığımız ayrılık ve hiziplerin yanlış olduğu gündeme geliş şartları bakımından da desteklenmektedir.

22 Kasım 1986 yılında delege yoldaşlar ölümsüzleşmeseydi 87 ayrılığı yaşanmazdı-yaşanmayabilirdi. Yaşansaydı da başka bir ayrılık olarak ve başka bir içerik ve biçimde gerçekleşirdi. Neden 87 ayrılığı yaşanmazdı? Çünkü yoldaşların ölümsüzleşmesi diğer kadrolar ve parti üzerinde etki göstererek yeni tartışmaların gündeme gelmesine, tartışmaların daha keskin uçlarda yaşanmasına yol açtı. Burada 87 ayrılığının sorumlusu ve suçlusu ölümsüzleşen delege yoldaşlardır sonucu çıkmaz, kasıt bu da değildir zaten. Anlatmaya çalıştığımız, ayrılık vb gelişmelerinin ekseri yenilgi-ağır darbe gibi koşullarda yaşanması gerçeğidir. Konferans dönemlerinin de aynı biçimde ayrılık gibi gelişmelerin yaşandığı dönem olması da anlamlıdır. Konferans dönemleri yoğun ve ciddi tartışma süreçleridir ve bu tartışmalar doğru yürütülmediği taktirde bunların ayrılıklara varması mümkündür. Yenilgi ve ağır darbe koşulları da en zor koşullardır ve bu koşullarda ideolojik kırılmaların ve savrulmaların yaşanması, dolayısıyla örgütsel sorunların gündeme gelmesi anlaşılırdır. Ayrılık ve hizipleri bu zeminde anlar ve açıklarsak, onlara karşı silahlanmış olup daha doğru davranır ya da yönetiriz. Şüphesiz ki, bu şartlardan bağımsız olarak ideolojik-siyasi çizgide gündeme gelen derin farklılaşma ve çizgileşmeler de ayrılıklara yol açar ve bu ayrılık biçimleri esasta doğrudur. Bazen, yenilgi vb koşullarında değil, bilakis gelişme dönemlerinde de ayrılıklar gündeme gelmekte-gelebilir. Bunlar da ilerleyen yönelimle gerileyen yönelim-tutum arasındaki olağan çatışma durumlarıdır ki, bu ayrılıklar da anlaşılırdır…

Ölümsüzleşen yoldaşlarımızın idealleri ve mücadelelerini yaşatarak zafere taşımak için ayrılıkları değil, birlikleri geliştirmeliyiz. İdeolojik-siyasi temelde gelişip önlenemez ve kaçınılmaz olan ayrılıklarda sorun yoktur; bunlar haklı-doğru ayrılıklardır. Ama bu zemine sahip olmayan ve dolayısıyla önlenebilir olup da kaçınılmaz olmayan ayrılıkları önleme konusunda çok daha bilinçli hareket etmemiz şarttır. Bu, devrimin istediği olmakla birlikte, ölümsüzleşen yoldaşlarımızın ideallerinin gerçekleştirilmesi için de gereklidir.

Ölümsüz yoldaşlarımızdan öğrenmek, onların ideallerinden olduğu kadar, pratiklerinden de öğrenmektir. Birlikleri geliştirmek, mücadelede kararlı ve fedakar olmak, cesaretli ve atılgan-militan olmak, siyasi iktidar için savaşı ilerletmek öğrenmemiz ve uygulamamız gerekenlerdir… Hesapsız ve dürüst olmak, parti, devrim ve halka bağlı olmak onlara bağlılığın şartıdır. Onlardan öğrenmeli, onları yaşatmalı, bunun için devrimde ısrar, mücadelede kararlı olmalıyız. 9’ların kararlılığını, feda ruhunu, militanlık ve cüretini kuşanmalı, miraslarını büyüterek devrimle taçlandırmalıyız. Onlara karşı sorumluluğumuz budur… Anılarını yaşatacağız!…

Devrim görevimiz, savaş yolumuz, ölümsüz yoldaşlar kılavuzumuzdur… 

4107

Kalbim Zap’ta çarpar! (Nubar Ozanyan)

Yeni bir yüzyıl direnenlerin hikayeleri ve isimleriyle yazılmalıdır. Zalimlerin yazdığı yüz yıllık faşist tarihi parçalamanın zamanı çoktan gelmiştir. Soykırımcılar, teknolojinin üstünlüğüne her gün yenilerini ekleyerek kıyıcı ve yok edici silahlar üreterek Kurdistan’ın en ışıldayan direniş parçalarına saldırsa da, 26 gün abluka ve bombardıman altında yaralı olduğu halde “teslim ol” çağrılarına direnen gerillanın karşısında çoktan yenilmiştir!

Çoktan yenilmiştir, Osmanlı’nın İttihatçı subay ve askerleri, Türk ordusunun işkenceci generalleri!

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

Sayfalar