Pazar Haziran 16, 2024

Pontos bir ülkedir ve sahte aydinlar bu gerçegi degistiremez /Tamer Çilingir

Eline silah verilip, Hrant Dink’i katleden kişi, kendisinin Türk olduğunu ve Türklüğe zarar veren herşeyin düşmanı olduğunu söylüyordu. Peki ‘‘Türkiye‘‘ diye adlandırılan devletin sınırları içinde neden ‘‘en Türk‘‘ o idi?

Ya da aynı gerekçeyle Trabzon’daki Santa Maria Aziz Meryem Katolik Kilisesi’nin papazı Andrea Santoro’yu  2006’da öldüren 16 yaşındaki çocuk nasıl bir ruh hali içindeydi? Neden onca Türk milliyetçisi olmasına rağmen ‘‘Türklük‘‘ adına ‘‘vatan‘‘ için Trabzonlu bu çocuk cinayet işliyordu?

2005 yılında hapishanelerle ilgili bir basın açıklaması yapan TAYAD (Tutuklu Aileleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) üyelerini Trabzon’da linç etme girişiminde bulunanlar da, yaptıklarını ‘‘vatanseverlik‘‘ adına savunuyorlardı.

Devletin Kürtlere yönelik baskı ve imha politikalarına, sokaklarda, Trabzonspor tribünlerinde en ateşli destek neden Trabzon’dan, Samsun’dan, Giresun’dan geliyordu?

2013 yılında HDK heyetine  Sinop’ta ‘‘Karadeniz’e giremezsiniz‘‘ sloganlarıyla toplanan bir grup, neden linç girişiminde bulunuyordu?

‘‘Karadeniz milliyetçilerin kalesidir‘‘ diye açıklamalar yapan ırkçı, şoven örgütlenmeler,  Karadeniz’in ‘‘Türk Yurdu‘‘ olduğu vurgusuna neden ihtiyaç duyuyorlardı acaba?

Müslümanlığa yapılan vurgu da, millliyetçilik ayarındaydı Karadeniz’de.

KİMLİĞİ YİTİK ÜLKE

Tüm bu soruların tek bir yanıtı vardır: Kimliğini yitirmiştir Karadeniz’in Sinop’undan başlayıp Rize’ye kadar uzanan, Amasya’yı, Gümüşhane’yi içine alan, güneyde Tokat ve Sivas’ın bir bölümünde yaşayanların büyük bir çoğunluğu. Daha doğrusu kimlikleri ellerinden zorla alınmıştır geçen yüzyılın başlarında.

Orası 3 bin yıldan daha uzun süre üzerinde yaşadıkları bir ÜLKE’dir. Bu ülkenin adı Pontos’tur.

Onlar, 3 bin yıllık topraklarında büyük bir soykırımına uğrayan, ardından 1923 yılında ‘‘mübadele‘‘ adı altında sürgün edilen Pontoslu Rumların soydaşlarıdır. Ama sağ kalmanın bedeli ağırdır: Egemenlere biat etmeleri de yetmez,  onlara güvenilmemektedir, bu yüzden kendilerini ispat etmek zorundadırlar. Bu, adeta  bir toplumsal reflekse dönüşmüştür.

Bu yüzdendir Pontos ülkesindekilerin ‘‘en milliyetçi Türk‘‘, ‘‘en dindar Müslüman‘‘ olduklarını ispat etme telaşı. Bu yüzdendir gizli servislerin, Pontos ülkesinde ellerine silah verip çocuklardan katiller yaratma becerileri…

YÜZYILLIK DEFTERLER AÇILIYOR

İttihatçıların başlatıp Kemalistlerin sürdürdüğü Hristiyanlara yönelik imha planı, o günkü konjoktürel koşullarda, emperyalist paylaşım savaşının galipleri ile Sovyet devriminin desteğiyle kurulan cumhuriyet,  Pontos ülkesinde yaşanan acılara yenilerini ekledi. Soykırımın ve mübadele adı verilen sürgünün ardından, geride kalanlar asimilasyona tabi tutuldu. Kontrgerilla merkezleri kuruldu, başta Trabzon olmak üzere, tüm Pontos illerine, kasabalarına.

Ama aradan geçen, neredeyse yüzyıla rağmen, hala ordalar işte soykırımı mağdurları, mübadele sürgünleri, asimilasyon kurbanı Rumlar. Artık resmi tarihin yalanlarına inanmıyorlar, gerçekleri öğreniyor, sorular soruyorlar… Kimliklerini arıyorlar…

Samsun’dan, Ordu’dan, Gümüşhane’den şu an müslüman olan Rumlar, sürgüne yollanmış akrabalarını buluyorlar. Anadillerini, Romeyika (Pontos Rumcası) araştırıyor, geliştirmeye çalışıyorlar.

Ben Rumum demekten korkmuyorlar. Türklükten aşağı olmadığını biliyorlar artık Rumluğun.

Ve bu sorunun Yunanistan’ın sorunu olmadığını biliyorlar artık. Yunanistan’ın politik çıkarları gereği propagandadan öteye gitmeyen Pontos ‘‘dostluğunun‘‘ sahteliğini biliyorlar.

Soykırımı ve mübadele sürecinde Venizelos’un yaptıklarından haberdarlar ve Mustafa Kemal’in iyi dostu olduğunu biliyorlar.

CUMHURİYETİN BEKÇİSİ DEĞİLİZ

Bizim ülkemiz Pontos’tur ve Pontos ülkesinde yaşayanlar, kendi ülkelerini kana bulamış olan cumhuriyetin bekçisi olamazlar. Hele hele Romeyika dilini konuşan, bu dili geliştirmek gerektiğini savunanlar hiç olamazlar, olmamalılar.

Ne acıdır ki, yaşanan onca acıyı bir yana bırakıp, ‘‘biz sizin için zenginliğiz‘‘ yalakalığıyla, ‘‘billahi bağımsızlık, özerklik, toprak vb taleplerimiz yoktur, bu düşünceler garabet düşüncelerdir‘‘ diye egemenlere hoş görünmeye, gelecek tepkileri yumuşatmaya yönelik yaklaşımlar içinde olanlar da vardır.

Onlar, Andon Paşaların, Eleni Çavuşların ve 353.238 kurban ile, bugün artık yaşamayan 182.169 Pontos sürgünün kemiklerini sızlatıyorlar.

Romeyikayı geliştirmek adına yapılacak her adım elbette olumludur. Ancak bu adımları atarken, yeniden, bir kez daha kimlik inkarına gidilmesi kabul edilemez.

Hele resmi tarihle hesaplaşılması gerektiğini vurgulayan, ‘‘bizden aldıklarınızı geri istiyoruz; dilimizi de, başımıza gelenlerin tanzimini de istiyoruz‘‘ diyenleri ‘‘nasyonalistlikle‘‘ suçlayan, ‘‘biz politikayla ilgilenmiyoruz‘‘ diyen ama bu duruşlarıyla soykırımcı egemen politikaları bize karşı savunanlara sessiz kalacağımız da sanılmasın.

PONTOS BİR ÜLKEDİR VE SAHTE AYDINLAR BU GERÇEĞİ DEĞİŞTİREMEZ

12 Temmuz 2014 tarihinde yayınlanan Hanife Türkseven imzalı yazının son paragraflarında

‘‘Türkiye’deki Müslüman kökenliler olarak, anavatanında ölmek üzere olan Romeyika için birleşip bir şeyler yapılması gerektiği sonucuna vardık:

Pontus İmparatorluğunu yeniden kurmak!

Bunu dikkatinizi çekmek ve bu türden fikirlerimiz olabileceği saçmalığına inananlara açıklama yapmaya zemin hazırlamak için yazdım.

Elbette bu türden (devlet kurmak, özerklik, bağımsızlık istemek) garabet fikirlerle uğraşacak enerjimiz ve zamanımız yok. Sadece, ninelerimizin, annelerimizin konuştuğu dili ve yaşadığı kültürü kayıt altına almak gerektiği sonucuna vardık. Tarihin ağırlığının altından kalkmak veya tarihe, tarihi yanlışlara saplanmak gibi bir meselemiz yok!

Çok kültürlü bir ülkemiz olabileceği inancımızı kaybetmeden, uluslararası platformlarda alnımız ak, açık olabilmek bize yeter. Her insana, etnik yapıya ve farklılığa saygı gösteren, değer veren bir ülkemiz olması dileği ve umudunu yitirmeden, bir şeyler yapmak gereğini duyuyoruz.‘‘  (*) deniyor.

Ve son paragrafta bahsedilen ‚‘‘çok kültürlü ülke‘‘ ise Türkiye’dir. Uluslararası platformlarda alnı ak ve açık olması dilenen ülke de Türkiye‘dir.

Yazının yazarının da bahsettiği gibi, ‘‘Türkiye’deki Müslüman kökenliler olarak…‘‘ birileriyle birlikte bir karar almışlardır. Bu kararlardan biri de, Rumluğu savunmamak, özerklik, bağımsızlık vb. taleplerde bulunmamaktır. Hatta ileri gidip bunların garabet fikirler olduğunu söyleyecek, Tarihin ağırlığının altından kalkmak veya tarihe, tarihi yanlışlara saplanmak gibi bir meselemiz yok! diyeceklerdir.

Pontos ülkesi yüzyıllık karanlığın ardından uyanırken, resmi tarihle hesaplaşırken, elbette birileri de boş durmayacak, bu yönelişi engellemeye çalışacaktır.

Başarabilirler mi?

Bence artık zor!..

(*) İlgili yazı bu linkten okunabilir : http://bianet.org/biamag/ifade-ozgurlugu/157108-n-evrisko-ta-riziyam-koklerimi-bulacagim

96282

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

1 Mayıs'ı Taksim'e Mahkum Etmek!

1 Mayıs; sıradan bir gün değil, sınıfın ortaya çıkışından bu yana, ulusal ve evrensel düzeyde, burjuvaziye karşı verdiği mücadele deneyiminin toplam deneyim ve birikimlerini içeren ve onu yaşatmak için ortaya koyduğu kavganın adıdır. Bu nedenle de 1 Mayıs Uluslararası işçi sınıfının mücadele ve dayanışma günüdür.

"Legal parti sorunu" Üzerine

Legal parti sorunu, aslında hem Uluslararası Komünist Hareket ve hem de Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi açısından hiçte yeni ya da ‘bakir’ bir sorun sayılmazken; ama nedense devrimci hareketin ‘radikal sol’ olarak addedilebilecek kimi kesim ve yazarlarınca, böyleymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

Sayfalar