Pazar Haziran 16, 2024

Garbis Altınoğlu’nun anısına. /Yaşar Ayaşlı

Erken 68’li devrimci, sosyalizmin ve proleter enternasyonalizminin yılmaz savunucusu Garbis Altınoğlu’nu 14 Ekim 2019 günü kaybettik. Arkasında devrimci hareketin tarihinde her zaman saygıyla anılacak bir ad ve miras bıraktı.

Türkiye solunun tarihi, Traverso’dan ödünç deyişle, “bir yenilgiler tarihidir.” Ne yazık ki 1920’lerden itibaren her dönem yükselen sınıf mücadelesinin karşılığı ağıtlarla andığımız katliamlar oldu. Yaraları hala kapanmamış ağır hasarlı mağlubiyetler yaşadık.

Elbette bu kayıtsız kalınacak kısır bir tarihimiz olduğu anlamına gelmiyor. Eğer şimdiye müdahale edilecek ve eski hatalardan arınmış bir yol izlenecekse, yine geçmişten güç alınarak yapılacaktır. Tarihimize kök salmış devrimci gelenekler ve direniş örnekleri esin kaynağı olacaktır. Yenmeyi, yenilgilerden öğrenmek bir devrim kanunudur.

Hayatı polisle kovalamacalar, ağır işkenceler, uzun hücre cezaları, idamla yargılanmalar içinde geçmiş Garbis’in, en önemli özelliklerinden birinin polisteki, cezaevlerindeki ve mahkemelerindeki direnişleri olması, tarihimizin bu özelliğini yansıtır.

Garbis Altınoğlu ana baba Ermeni bir ailenin çocuğu olarak, Amasya’da (yanlış hatırlamıyorsam Gümüşhacıköy ilçesinde) doğdu. İlkokulu Amasya’da okuduktan sonra, başarılı ve yoksul ailelerin çocuklarının okutulmasına yardımcı olan bir rahip tarafından İstanbul’a götürüldü ve burada tam burslu kazandığı Robert Koleji bitirme şansı elde etti. Devrimci görüşlerle 1965 sonrasında tanıştı ve gençlik eylemlerine katıldı. 1969’da kısa süreliğine Aydınlık hareketi içinde yer aldı.

Küçük bir çevreyle birlikte Hindistanlı Maoist Çaru Mazumdar’ın görüşlerini savunarak edilgen bulduğu Aydınlık’tan ayrıldı. Aşağı yukarı aynı aylarda biz de “pasif” bularak Aydınlık’tan kopmuş bir gruptuk. Onlar İstanbul’da, biz (“Basın Yayın Komünü” veya “Aktancılar”) Ankara’da ikamet ediyorduk.

Sonradan dönek olan Ümit Necef, Çaru Mazumdar çevirilerini okumamız ve tartışmamız için bize de verdi. Bu yazılarda öylesine keskin ve aşırı sol görüşler savunuluyordu ki, ülkemize uymaz gerekçesiyle itibar etmedik.

Zaten fazla tutulmadı ve Garbis arkadaşları arasında yer aldığı TKP-ML’nin kurucusu İbrahim Kaypakkaya ile birlikte hareket etmeye başladı. 1976’da TKP-ML içindeki bölünmede TKP-ML Hareketi tarafında yer aldı.

Aydınlık tarafından Adil Ovaloğlu adındaki devrimciyi öldürenler arasında bulunduğu gerekçesiyle haksız yere suçlandı ve hayatı boyunca bu grubun asılsız karalamalarına maruz kaldı.

***

31 Aralık 1981 günü kendisini zapt etmeye çalışan polislerden birinin elinde patlayan silahtan çıkan mermi sağ gözünün kör kalmasına sebep oldu. İki ay İstanbul’da, 70 gün de arkasından götürüldüğü Maraş’ta işkence gördü. Garbis’i itirafçı yapmak isterlerken, işkencecilerinden biri itirafçı oldu.

İtirafçı polis Sedat Caner, Nokta dergisinde yayınlanan itiraflarında Garbis’in, Hamit Kapan’la birlikte çok ağır işkenceler gördüğünü ve ikisinin de direndiğini anlattı. “Kaplumbağa hücresi” denen özel yöntemi işkenceci polis şöyle tarif ediyordu: “İlk olaraktan Garbis Altınoğlu’na uygulanmıştı. Çömelerek sokulur suçlu içerisine. Kendisi tuvalet ihtiyacını falan gideremez yani, ancak altına yapacak. Kıpırdama imkânı da yok. Tüm eklemlerde kireçlenme olur. Garbis bir hafta tutulmuştu. Çıktığında kamburumsu yürüyordu.”

Devrimci Savaş’tan Hamit Kapan ortak direnişlerini şöyle anlattı: “Garbis’in benim için özel anlamı var. İşkenceye karşı iradesi kırılmadı. Bize işkence yapan polisler bile bize saygı duyardı. Bizden sonra gözaltına alınanlara bile buradan Hamit Kapan, Garbis Altınoğlu geçti diyorlarmış.”

Maraş’tan sonra Metris, Davutpaşa, Sultanahmet ve Sağmalcılar cezaevlerine, 1984’te ise Antep E Tipi Cezaevine gönderildi. Burada TTE (tek tip elbise) giymediği ve dayatmalara uymadığı için gardiyanlar tarafından kalaslarla ölesiye dövüldü, yerlerde sürüklenerek meydan dayağından geçirildi.

Bunu, yıllar sonra gittiğim Gaziantep F Tipi Cezaevinde daha önce E Tipinde bizzat bu işkencelere tanık olmuş, Garbis hayranı ilerici görüşlü bir gardiyanın ağzından dinledim. Garbis bir söyleşisinde bunu şu cümlelerle anlattı: “2 Şubat 1984’te sevk edildiğimiz Antep E-Tipi Cezaevi girişinde tek tip elbise giymediğim için vahşice dövüldüm. Ardından ağır bir rahatsızlık geçirdim ve uzun süre bir şey yiyemedim. 2 Mart’ta helikopterle Çukurova Tıp Fakültesi Hastanesine kaldırılmasaydım, belki de ölebilirdim.”

1985’te yakalandıktan sonra ilk götürüldüğüm Metris Cezaevi’nde aynı davadan yargılanan bir yoldaşından edindiğim pelür kâğıda karınca harflerle yazılmış savunmasını beğenerek okumuştum. Tam bir suçlayan savunma örneğiydi.

Savunmasının bir yerinde “it ürür kervan yürür” atasözünü kullanmıştı. Bunun birçok yaldızlı laftan daha etkili olacağını düşünerek savunmamda ben de kullandım ve basit dört kelimelik atasözünün ne kadar etkili bir kamçı olduğunu mahkeme heyetinin yüzünde okuma imkânı buldum. Garbis’e verilen idam cezasında eylemlerinden ziyade, işkence, cezaevi ve mahkemedeki devrimci tutumunun etkili olduğu söylenebilir.

Garbis’le, biri Adana diğeri Antep, iki defa aynı cezaevinde kaldık. Adana Cezaevi’nde idamlık ve müebbetlik devrimciler müşahede hücrelerinde tutuluyorlardı. O arka cephede kaldığı için yüz yüze görüşemedik, sadece birbirimize karşılıklı selam gönderebiliyorduk. Biz gelmeden önce yargılandığım davadan Bektaş, Rıza ve kadın tutukluların başlatıp genelleştirdikleri direnişle başa çıkamayan Adalet Bakanlığı çareyi, herkesi Ermenek, Kırşehir, Kastamonu, Eskişehir gibi cezaevlerine sürmekte buldu. Garbis en kötü cezaevi olan Sinop’a sürüldü.

Bizlerden, yani Türk, Kürt, Arap kökenli devrimcilerden farkı Ermeni olmasıydı. Kendisinin de kinayeli bir şekilde ifade ettiği gibi her zaman tersinden “ayrıcalıklı” muamelesi gördü: Hem komünist hem Ermeniydi.

Mayıs 1986’da Sinop Kapalı Cezaevinde iki buçuk yıl kaldı. Bunun 210 gününü Sinop Cezaevi’nin rutubeti, fareleri ve kötü ortamıyla ünlü yeraltı hücrelerinde geçirdi. Bunu bir söyleşisinde “Ekmeğimi, işte tam bir izolasyon ortamında geçirdiğim bugünlerde yeraltında yaşayan ve cardon denen iri farelerle paylaştım” diye özetledi. Yine yargılandığı Maraş

Katliamı davası iddianamesinde savcı Selahattin Karagöz, “Her nasılsa Türkiye’de doğmuş, Türk tabiyetinde olan kolejlerde cemaat adına okuyan, Boğaziçi Üniversitesi’nde tahsil gören, hasılı devlet ve milletin bahşettiği en büyük nimetleri nefsinde yaşayan bu ermeni oğlu ermeni” diyerek bunu tarihleştirdi.

İkinci karşılaşmamız Gaziantep F Tipi Cezaevi’nde oldu. 1990’a doğru cezaevi koşullarımız iyi sayılırdı. Siyaseten birbirimize yakın olmanın da etkisiyle zaman zaman TKP-ML Hareketi’nden arkadaşlarla birbirimize gider gelirdik.

Garbis, insanda saygı uyandıran ağırbaşlı, ölçülü, alçakgönüllü, direnişçiliğiyle böbürlenmekten ve boş sohbetlerden hoşlanmayan, ilkeli bir devrimciydi. Bu özelliklerini ve katı kuralcılığını bilmeyen biri onun soğuk bir insan olduğu izlenimine kapılabilirdi.

***

Bizim bilemeyeceğimiz, yakın mücadele arkadaşlarının bilebileceği başka olumlu/olumsuz özellikleri, hataları olabilir. Fakat dışarıdan bakan biri olarak Garbis’i sadece iyi direnen biri diye tanımlamanın eksik olacağı düşüncesindeyim. Öne çıkan en önemli iki özelliğinin Marksizm-Leninizm’e sıkı bağlılık ve proleter enternasyonalizminden sapmamaktaki kararlılık olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Devrimci hayatına bakıldığında 69 bölünmesinde Aydınlık saflarında başlayan devrimciliği hep ileriye gitmiş, öğrenci devrimciliğinden radikal devrimciliğe ve profesyonelliğe, küçük burjuva sosyalizminden Marksizm-Leninizm’e yükselen bir hat izlemiştir. Araştırıcı, dürüst, nesnellikte ve sınıf bakış açısında ısrarlı, özeleştiri yapmaktan kaçınmayan devrimci kişiliği ve devrimci teori üzerine engin bilgisi onu moda teorilere kapılmaktan korumuş, Leninizm’i sahiplenmeyi ve düşmanlarına karşı korumayı ayrılmaz bir özelliği haline getirmiştir.

Örgütünden koparak yaşamaya başladıktan sonra da yaşantısında ve çizgisinde bir sapma olmamış, hatta daha tutarlı görüşler savunmaya başlamıştır. Çeşitli dergilerde, sitelerde ve kendi bloğunda yazdığı yazılar bunun kanıtıdır.

Bunlar Marksizm-Leninizm’i, sosyalizm davasını karalılık ve inatla savunduğunu gerek dünyada gerek Türkiye’de karşılaşılan toplumsal ve gündelik sorunlara devrimci teorinin ışığını düşürdüğünü kanıtlıyor. Bu konuda gündemin can alıcı sorunlarını yorumlamaktan aciz, ülkedeki ve dünyadaki politik gelişmelere kayıtsız, ekonomist sendika gazetesi kılıklı kimi sitelerden daha başarılı olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Eğer Garbis eleştirilecekse devrimci teoriyi cıvıltan post-Marksist ideolojilere kapı aralamakla değil, Ortodoks Marksistliğini zaman zaman dogmatizm boyutuna vardırmakla eleştirilmelidir.

Diğer bir özelliği her çeşit milliyetçiliğe karşı proleter enternasyonalizmi yanında saf tutmasıdır. Garbis’in anne tarafından dedesinin bütün kardeşleri ve yakınları Ermeni katliamında öldürülmüşlerdi. Bu yetmemiş gibi hayatı boyunca ulusal kökeni dolayısıyla egemen siyaset ve devlet kurumları tarafından şeytan muamelesi görecektir.

Bu öyle bir düşmanlıktı ki, Kahramanmaraş katliamı ile hiç ilgisi olmadığı halde, sıkıyönetim komutanlığı ve emniyet tarafından “Ermeni terörist” diye afişe edilen Garbis’in üzerine yıkılmaya çalışıldı. Türk şovenizminin yüz yıllık nakaratı olan “bebekleri, kadınları, yaşlıları katleden Ermeni” tipi olarak gösterilmek istendi.

Atalarından başlayarak çocukluğundan itibaren bu tür aşağılayıcı muamelelerle karşılaşmış, resmi dilde “Ermeni oğlu Ermeni” diye arşivlenmiş Garbis Altınoğlu, hiçbir zaman Türk halkına düşmanlık gütmedi. İçinde yer aldığı Türkiye soluna ve mücadelesine omuz verdiği Türk halkına hasmane duygular beslemedi.

Bütün öfkesini egemen sınıflara ve arkasındaki emperyalizme yöneltti. Ne kendi kökenini inkâr ederek egemen sınıfların merhametine sığındı ne de Ermeni milliyetçilerinin kendisini kullanmasına izin verdi.

Ömrünü, ezen ve ezilen ulus milliyetçiliğine prim vermeyen enternasyonalist bir Türkiye devrimcisi olarak tamamladı.

İyi ki bu dünyadan Garbis geçti. 

7423

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

1 Mayıs'ı Taksim'e Mahkum Etmek!

1 Mayıs; sıradan bir gün değil, sınıfın ortaya çıkışından bu yana, ulusal ve evrensel düzeyde, burjuvaziye karşı verdiği mücadele deneyiminin toplam deneyim ve birikimlerini içeren ve onu yaşatmak için ortaya koyduğu kavganın adıdır. Bu nedenle de 1 Mayıs Uluslararası işçi sınıfının mücadele ve dayanışma günüdür.

"Legal parti sorunu" Üzerine

Legal parti sorunu, aslında hem Uluslararası Komünist Hareket ve hem de Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi açısından hiçte yeni ya da ‘bakir’ bir sorun sayılmazken; ama nedense devrimci hareketin ‘radikal sol’ olarak addedilebilecek kimi kesim ve yazarlarınca, böyleymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

Sayfalar