Salı Mayıs 14, 2024

Yaşar Kemal'in ardından: Ali Murad’a “Emmim” der :Nazar Büyüm

Galiba 1964. Belki ’65. Beyazıt’taki Marmara Sineması’nda TİP gecesi var. Sahne balonlarla süslenmiş. Sıra onda, konuşma sırası, Yaşar Kemal’de. Sahneye çıktı, bir iki söz söyledikten sonra, eline yeşil bir balon geçirdi. “Bu işte kapitalizmin, burjuvazinin balonu! O balonu söndüreceğiz!” diyerek balonu çimdiklemeye başladı. Ne yapsa patlamıyor lanet balon. Uğraş, didin, sonunda gümledi. “İşte görüyorsunuz, kolay değil kapitalizmin balonunu patlatmak,” gibi sözlerle bu zorlu uğraşı açıklamaya girişti. “Bu da işte bizim balonumuz, sosyalizmin kızıl balonu,” diyerek kırmızı balonu eline alır almaz, güüümmm, balon patladı. Salon, tüm yoldaşlar kahkahada...

Yaşar Kemal’i 1963’te tanıdım. Büyük, tanınmış bir yazardı çoktan. Şurda burda karşılaşırdık, en çok da Cağaloğlu’nda ve Parti’de rastlaşırdık. Yıllar sonra Adam Yayınları’nda yazarımız oldu, tüm kitaplarını, bu arada uzun yıllar arkasından yazdığı Bir Ada Hikayesi dörtlüsünün ilk üç kitabını yayımladık: Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Karıncanın Su İçtiği, Tanyeri Horozları. Birkaç yıl aradan sonra Yaşar dördüncü ve son cildi de yazdı, yayımladı: Çıplak Deniz Çıplak Ada (Yapı Kredi Yay.)

50 yıllık karısı Tilda aynı zamanda Yaşar’ın kitaplarının çok yetenekli çevirmeniydi. Denebilir ki Yaşar Kemal adının dış ülkelerde gördüğü büyük saygının bir bölümü, oldukça önemli bir bölümü, Tilda’nın yetkin edebi çevirilerinden ileri gelir. Çünkü Yaşar’ın dilini hangi dile çevirmeye kalksanız zorlanırsınız, onun kendine özgü inanılmaz renklerle örülü bir Türkçesi vardır, hiç bir yazar bu konuda Yaşar’ın diliyle, onun betimlemeleri, benzetmeleriyle aşık atamaz. Yarattığı taptaze, görülmemiş sıfatlar, tamlamalarla bezeli  olduğu halde hiç yadırganmayan bir söz ve sözcük dağarcığıdır onunki. Boşuna değil, Yaşar Kemal’in dili, dil özellikleri, anlatımda eriştiği zenginlik Alpay Kabacalı’dan Altan Gökalp’e, Emin Özdemir’e pek çok dil ve anlatım delisinin yazılarına, kitaplarına konu oldu.

Yıl 1986. Mevsim -galiba- kış. Dost-arkadaş 6-8 kişi Şile’ye gittik, hafta sonu için. Kendini “Yatılı Meyhane” olarak tanıtan Değirmen Otel’e indik. Daha çantaları yeni taşıyorduk ki, lobiye inen merdivenlerde Yaşar Kemal’i gördüm... Çığlık, kıyamet, sarıştık. “Yahu, demircinin oğlu, bu ne iştir, daha şimdi, şu anda İnce Memed 4’ün son noktasını koydum, roman tamamlandı, aşağı iniyorum, karşıma çıktın!”

Şimdi aklımda yok, biz de bir şeyi kutlayacağız herhal ki, birkaç şişe Moet Chandon getirmişiz. Onları Yaşar’dan gizli mutfağa verdim. Şampanya soğutuldu, kadehler de, sonra toplaştık, şişeler açıldı, İnce Memed 4’ün tamamlanmasını kutladık. Sonra, yıllarca, ne zaman karşılaşsak orda bulunanlara dönerek, “Benim için şampanya patlatmış adamdır,” diye anlattı Yaşar.

Yaşar Kemal’le ilgili benim söyleyeceklerim birkaç AGOS doldurur.

1998’de Şile’ye taşınırken arkadaşlarıma, dostlarıma bir alan ayırdım, adını ‘Arkadaş Korusu’ koyarak. Beni ta Halkalı yakınlarındaki evine götürdü, çeke çeke. Birlikte Arkadaş Korusu için seçip ayırttığı üç fidanı görmeye gittik. Cebinde akrep var denir ya, öyle cimridir; paraya kıymış, en gösterişli, kalıcı ibre yapraklıları seçmiş, seçtirmiş. Şile’ye getirip yerine yerleştirdik. Bugün boyları 5-6 metreyi aşmış ağaçlardır Yaşar’ın ağaçları.

Ali Murad daha küçücüktü. Yaşar her gittiği yerden, İsviçre’den, Fransa’dan, Almanya’dan ona küçük armağanlar getirirdi mutlaka: Bir çakı, bir fener, bir bileklik...

“Bunlar Ali Murad Emmi’min,” der, o malum sesi, söyleyişiyle gözü de yüzü de güler.

Telif kazancını yayınevinden aldıkça, “Allah tuttuğunu dolar etsin,” der, gene kıs kıs güler.

Bir Ada Hikayesi dörtlüsünün üçüncü cildini, Tanyeri Horozları’nı okuyorum. Daktilodan taze çıkmış. Bazı yerleri daha sonra konuşmak için işaretliyor, tekrarlar, unutmalar varsa onlara bakıyorum. Romanda ilerledikçe ne göreyim, Ada’ya yeni biri geliyor, bir demirci, elinden her iş gelir, adı Arsen, üç kaburgası ve kürek kemiğinin yarısı yok, çalışkan bir usta. Yani babam, babam Demirci Arsen Usta.

Yaşar benim demirci oğlu olduğumu bilir, bilir ama, babamın hastalıklardan, ameliyatlardan gelen bu halini bilmez, bilemez. Ben söylemedim. Kimse de bilmez ki söylemiş olsun.

Apar topar onu aradım, geldi. “Yahu Yaşar, aptal olduğunu bilirdim lakin medyum, müneccim olduğunu bilmezdim! Bu nasıl iş?” diyerek bu insan çakışmasını, rastlantıyı söyledim. Derinden gelen bir kapkaha patlattı: “Yahu söyledin ya işte, bana malum oldu. Artık şimdi erdiğime inanırsın!”

Küçük Parmakkapı Sokak’taki yayınevi binasında bir basın toplantısı düzenledik, yıl 1997. Yaşar Kemal’e sayısız uluslararası ödülünden ikisi daha verilmiş, Frankfurt Kitap Fuarı’nın Alman Yayıncılar Birliği Ödülü, ayrıca Berlin’deki Frei Üniversitesi’nden Fahri Doktorluk. Pek çok kamera, muhabir, masada Yaşar’la yan yana oturuyoruz. Toplantıyı açtım: “Hoşgeldiniz. Bugün gene hepimizi mutlu eden, çok önemli bir kutlama için buradayız. Yaşar Kemal’e Almanya’dan iki önemli ödül daha geldi. Bunu kutluyoruz.

“Yazarlar, şairler, müzisyenler, ressamlar karanlıkta bize yol gösteren yıldızlardır. Umutlarımızın kırıldığı anlarda, kendimizi yitik duyduğumuz zamanlarda bize o yıldızlar yol gösterir, yolumuzu o yıldızlar aydınlatır.

“Kimi büyük sanatçılar ise yalnız tek bir yıldız değil, takımyıldızlar, yıldız takımadalarıdır. İşte Yaşar Kemal de öyle bir yıldız takımadasıdır. Hangisi derseniz, Büyük Ayı...” der demez, masanın altından ayak bileğime bir tekme yedim, “Ulan eşoğlusu!” iltifatıyla birlikte. Akşam yayınlandı, duyuldu...

Ara Güler’le Yüzlerinde Yeryüzü kitabını hazırlıyoruz. “Yaşar bir önsöz yazsa buna,” dedim. Ara, “Çok iyi olurdu, ama sanmam, yazmaz,” dedi. Yaşar yazdı, hem de ne önsöz... Başlı başına bir Ara Güler destanı...

Sevdiğimiz, hayranlık duyduğumuz bir yazar o. Büyük bir yazar. Ne eskide ne bugün eşi benzeri olmadı Yaşar Kemal’in Türkçe edebiyatta. En sevdiğim romanı Ortadirek, en beğendiğim derlemesi, yazdığı Önsöz’le birlikte, Ağıtlar’dır. Unutulur mu böyle biri?

Unutulmaz. Yüz yıl da geçse peşinize düşer romanları, öyküleri, gelir bulur sizi, gene mesteder, hayran bırakır.

Göçtün gittin Yaşar Kemal

Kim taşıyacak şimdi seni?

İri ağır gövdeni değil

Bıraktığın gölgeni?

 

61420

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

Sayfalar