Cumartesi Mayıs 11, 2024

Yaşamda kazanmak

Sömürü ve zulme dayalı toplumda özgür ve onurlu bir tarzda yaşamak ne kadar zor ise mücadele etmekte bir o kadar zordur. Yaşam ve savaş diyalektiği ve gerçekliği kavrandığı ölçüde doğru yaşamanın devrimci savaş için ne kadar gerekli ve zorunlu olduğu anlaşılır. Devrimci saflarda en az dikkate değer olarak görülen yeterli ve gerekli önem verilmeyen üzerinde en az tartışılan konunun başında devrimci yaşam gelir. Toplumsal-güncel olan hemen her gelişme hakkında ve her konu üzerinde durulmaya konuşulmaya tartışılmaya çalışılır. Belli değerlendirmeler yapılmaya çalışılır. Bunlar anlamlıdır. Ancak üzücü ve bir o kadar acıdır ki devrimcilerin nasıl yaşaması ve yaşadığı konusu üzerinde ya hiç durulmaz ya da önemle konuşulup tartışılmaz. Devrimci mücadelenin en fazla zayıf noktası ve en çabuk kırılma yeri yaşamın kendisidir.

Oysa burjuva ideolojisinin ve etki gücünün en fazla yaşandığı-yaşatıldığı ve görüldüğü yer toplumsal ve bireysel yaşamın kendisidir. Toplumsal ve insan ilişkileridir. Günümüzde proletarya partisi saflarında yaşanan ve yaşanmaya devam eden tasfiyeciliğin en fazla hissedilir şekilde görüldüğü yerdir, devrimci yaşam. Tasfiyecilerin de en fazla oynadıkları en fazla bozup gevşetip yozlaştırdıkları alandır, devrimci yaşam. İflah olmaz tasfiyeciler proletarya partisi saflarında düzensiz, amaçsız, hedefsiz, bozuk ve yoz bir yaşamı planlı ve düzenli bir şekilde örgütlemeye çalıştılar. Devrime ve sosyalizme hizmet etmeyen özgürlüğün yolunu kısaltmayan arızalı bozuk olan burjuva karakterde ne varsa kim varsa yaşatmaya çalıştılar. Yaşanmasına göz yumdular yayılmasına müsaade ettiler. İlkesiz- kuralsız, amaçsız ve hedefsiz yaşamı ve çalışmayı örgüt ve komiteler içinde hakim kılmaya çalıştılar. Bozuldukça bozmaya, yozlaştıkça yozlaştırmaya çalıştılar. Sistemle barışık onunla iç içe olan yaşamı-çalışmayı örgüt içine taşıdılar. Örgüt içinde sistemle birlikte kendini yaşamayı esas aldılar. Bu durumdan hiç bir rahatsızlık duymadıkları gibi tasfiyeciliği büyütüp örgüt bünyesini daha fazla kemirmesi için çalıştılar. Bozuk ve arızalı olan hangi anlayış davranış ve kişilik varsa geliştirip onlarla ortaklaşıp hem fikir oldular.   

Kitleler içinde kök salmayan düşman karşısında dik durmayan eleştiri-özeleştiriyi esas almayan burjuva yaşamı ve çalışmayı örgütlemeye çalıştılar.  Yaşanmasına göz yumdular. Savaş alanına gelmeyen gelmek istemeyen devrimci bir yaşam ve duruşu temsil etmeyen bu yönde küçük bir çaba bile harcamayan her anlayış ve kişiliğe kucak açıp itibar verdiler. Hakim sınıfların ve tasfiyecilerin hedefinde toplumsal ve devrimci yaşamın yozlaştırılması olduğunu bilmek kavramak zorundayız. Proletarya partisi saflarında yaşananların burjuvazinin planlı açık bir tasfiye saldırısı olduğunu unutmamak gerekir.

Örgütünü yaşamını-çalışmasını devrimin ve Partinin stratejik ve taktik ihtiyaçlarına göre programlayıp, planlamayan, düzene koymayan, düşmanı imha etmek için mevzilenmeyen devrimin amaç ve ilkelerine uygun hareket etmeyen görev ve sorumluluklarına göre doğrultu kazandırmayanlar burjuva ideolojisinin ve tasfiyeciliğin etkisinden kurtulamaz.

Kendini her gün tartışan ve tartıştıran yetmezliklerine, geriliklerine, zaaflarına karşı savaş açanlar içindeki burjuvaziyi alt edebilir. İçindeki burjuvaziyi alt edenler ancak dışındaki burjuvaziye karşı savaşabilir.  Özel yaşamını alt edenler devrimci tarzda yaşamı esas kılabilir sonuç alıcı tarzda mücadele edebilir. Yaşamda kazanamayan savaşta kazanamaz. Yaşamda kaybeden savaşta da kaybeder. 

Burjuva-feodal sistemle barışık onunla iç içe onun bir parçası ve kölesi olanlar ne özgür bir yaşam sürdürebilir ne kitlelerin ve yoldaşlarının güvenini kazanabilir ne de güçlü bir mücadele yürütebilir. Düşmanı önce içinde aramayanlar dışında ki düşmanı göremez. Başka yerde değil öncelikle düşmanı içimizde aramalıyız.

Nubar Ozanyan yoldaş kendisini koşulsuzca devrime adadığı için işçilerin köylülerin emekçilerin koşulsuzca güvenini kazandı.  Onun gibi devrimin bilgisini ve inancını kişiliğinde buluşturanlar ancak partinin ve özgürlüğün sahici militanı olabilir. Devrimin her türlü zorlu görevlerini yerine getirebilir. Çünkü o burjuva-feodal sistemden onun mülkiyet dünyasından ve ilişkilerinden yaşam ve alışkanlıklarından tam kopuşun sahici ismidir Nubar Ozanyan yoldaş. Mutlak anlamda özgürleşmeye kendini adadığı için düşman karşısında bir an olsun bile sarsılmadan dimdik durdu halka ve partiye hizmet için toprağın derinliğine kadar eğilmesini bildi. Koşulsuz devrime adanmak korkusuzca zirvelere çıkmaktır. Devrime ve yoldaşlara hizmet etmek için koşulsuzca gerçekliğin ve toprağın derinine inmektir. 

48590

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar