Suruç katliamını nasıl okumalıyız?
“ Devlet soğuk ifritlerin en soğuğudur. O soğuk hep yalan söyler. Devlet tüm iyi ve kötü dilleriyle yalan söyler, her söylediği şeyde yalan söyler ve sahip olduğu her şeyi çalmıştır.” Nietzsche
Yazarken ağlatan bir katliam; Suruç katliamı…
Çok değil! Abdullah Gül Cumhurbaşkanı iken Kürt sorunu için; “yakında iyi şeyler olacak”, demişti. Bizler, devlet erkânının bahsettiği ‘iyi şeyler’in yalnızca Türk Ulus-Devleti için olacağını siyasi ve fiziki kırımlardan sonra öğrenecektik. Devlet kendi ömrünü uzatmak için yalana sarılıyordu. Nietzche’nin de dediği gibi “devletin yalanı soğuktur”.
Çok değil! Erdoğan Başbakan iken Kürt sorunu için; “gerekirse baldıran zehri içerim” demişti. Bizler, devlet yetkililerinin içecekleri baldıran zehrinin kendi devletlerinin bekaası için her şeyi yaparım anlamında olduğunu Roboski katliamında anlayacaktık. Devlet bu! Tek kârı yalan.
Aynı devlet reform adı altında TRT 6’yı kuracak ve biz ancak kendi dilimizde bize küfredildiği zaman anlayacaktık ceberrut devletin soğuk yalanını. Yerel işbirlikçilerin eliyle Kürtçe yapılan yayınlarda Kürtler ve Özgürlük mücadelesine Kürtçe savaş açılmıştı.
Devir değişti! HDP tüm sömürge halk ve inançların desteğini alarak büyük bir zafer ile Türk meclisine girdi. Bu, ezilen de dediğimiz, sömürge halkların zaferiydi. Artık özgürlük ve barış mücadelesinde yeni alanlar açılmış ve kavga meşru argümanların ötesinde de devlet nezdinde de resmi olacak bir eylemsellik kazanmıştı. Ancak bizler şimdiler de görüyoruz ki TRT 6 ile Kürt ve devlete muhalif olan çevrelere Kürtçe edilen küfürler şimdi de HDP mecliste olmasına rağmen bu ilkeler partisi kirletilmek istenerek tüm halkların dil ve inancıyla insanlık katledilmeye çalışılıyor. Devlet, halkların dilini kullanarak katliamlar yapıyor!
Tıpkı Amed katliamı gibi katliamlar, DAİŞ adıyla yapılıyor. Katliamların Türk devletinin adıyla olmaması bunun sorumlusunun, AKP-TC olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Devleti yöneten parti AKP’den, AKP ve Devlet’e bağlı yazılı ve görsel medyaya kadar tüm erkân, yaşanan katliamları birinci dereceden yönetenler olarak herkesçe biliniyor.
Çok değil! Daha geçenlerde Bülent Arınç PKK için; “onları kötü günler bekliyor” demişti. Bizler, sınırlara gönderilen zırhlı araç ve asker takviyesini TC’nin gerillaya dönük kısa sürede gerçekleştireceği büyük bir operasyon olacak şeklinde yorumladık. Çok geçmedi! Gencecik fidanlar büyük bir gürültünün sonrasında paramparça edildiler; tıpkı Roboski’de gördüğümüz bir acı gibi kelimeler boğazımıza düğümlendi ve uyuyamaz olduk. Sonradan anlaşıldı ki Arınç; “iki bombardıman uçağı gider” derken Roboski’de parçaladıkları gençlerimize atıfta bulunmuştu. Öyle de oldu. İki bombardıman uçağı gitmedi ama Suruç’ta çocuklarımız paramparça edildiler.
Devlet bu!
Bizler Sayın öcalan’ın “Sürekli savaş halinde yaşamayı öğrenmeliyiz” sözünü unutarak hiç beklenmedik (!) bir anda tedbirsiz olarak yakalandık. Yine Öcalan DAİŞ için “Ortadoğu’nun Jitem’idir” diyordu ve bizler bunu tüm uyarıları gibi yine idrak edemeyerek karşıladık. DAİŞ Ortadoğu’nun Jitem’i ve Kürdistan Ortadoğu’da bir ülke. Savaş ise sadece Rojava’da değil!
Nietzche, devleti “organlaşmış ahlaksızlık” olarak nitelerken biz bugün bu tanıma uyan AKP-DAİŞ ortaklığının TC’den bağımsız olmadığını anlamamız gerekiyor.
Wallerstein: “Devlet, kapitalizmin gece bekçisidir” der. DAİŞ bunun bir halkasıdır. Nasıl Türkiye, Ortadoğu’nun jandarması olma hülyasında idiyse, gerçekte DAİŞ Ortadoğu’nun Jitem’i ve Ulus-Devletlerin de bekçisidir. Türk devleti bir ırk devletidir ve DAİŞ aynı zaman da Türkiye’nin de hizmetindedir.
Türkiye, kendi askerini kullanmıyor!
Biliniyor ki önceleri ABD kendi askeriyle giderdi işgale. Sonra, bir yönüyle kendi halkına asker ölümlerini anlatamayınca yerel güçler ve örgütlerle girdi Ortadoğu’ya. Bugün Türk devleti aynı yolda ilerliyor ve PKK’ye karşı Kürdistan’ın dört bir yanında DAİŞ’i eliyle katliamlar gerçekleştiriyor ve gerçekleştirmeye de çalışacak gibi görünüyor. Tam da burada hem KCK ve hem de HDP’nin “ herkesin kendisini savunması gerekiyor” uyarıları olmazsa olmaz olarak karşımızda duran yegane çalışma alanı olarak duruyor.
Katliam nasıl mı gerçekleştirildi? Öyle Suruç katliamı için derin istihbari analizlere girmeye gerek yok ki zaten Reyhanlı ve Paris katliamından bir farkı yoktur.
Yine katliamla ilgili belki de anlaşılması gereken, organlaşmış ahlaksızlık ruhunun gezindiği vücuda sahip Arınç’ın; O’nları kötü günler bekliyor” sözündeki komünal-kollektivist bir ruhla Kobanê’ye oyuncak götürenlerin, sömürge halk ve inançların birlikteliğinin, yani üstün-insan ideolojisinin hedef alındığı bir terör eylemselliğinin bilince çıkarılmasıdır. Çünkü bu ruh ve inanç, Ulus-Devleti darbeleyen bir güçtür.
Türk devletinin Kürtlere karşı olan savaşı yeni boyut kazandı.
Bütün dünya da biliyor ki Sayın Öcalan ile Devlet heyeti arasında gerçekleştirilen görüşmeler neticesinde başlayan süreç ile birlikte PKK, en son 2013’te ateşkes ilan etti. Gel gör ki Türkiye, PKK ve Kürt halkına karşı yürüttüğü askeri, siyasi, coğrafi, politik, ekonomik ve psikolojik savaşı hiç bırakmadı. Ne asimilasyon ve ne de kırımlardan vazgeçmedi. Kimi zaman TC, kimi zaman korucu, kimi zaman da Hizbullah adıyla PKK ve halka yönelen Devlet, Rojava’da önce El-Nusra sonra da Kürdistan’ın bütününde DAİŞ’i kullanarak saldırılarını gerçekleştirdi. Öyle ki Êzidilere soykırımı amaçladı. Bugün de TC, DAİŞ eliyle Kuzey Kürdistan’a savaş açmış durumda. Doksanlarda korucular ve Hizbullahı kullanan Devlet, bugün ve bugünden sonra da Kuzey Kürdistan’da DAİŞ’i kullanarak PKK ve halka dönük saldırılara girişecektir.
Soğuk yalanlar boşa çıkarılmalı!
Bir diğer büyük yalan ise Suruç katliamından sonra Türk devletinin psikolojik harp dairesindeki kadroların algı yönetimiyle ortaya çıktı. Toplumda yaratılmak istenen algı; IŞİD, Türkiye’ye savaş açtı” olarak şekillendirilmek isteniyor. Böylelikle AKP ve Türk devletinin günahsız olarak gösterilmesi amaçlanıyor. Böyle bir algı yaratılıp yutturulmadan AKP her istediği zaman Çözüm süreci taktiğine başvuramaz ve böylelikle oyalama mümkün olamaz.
Gerçek şu ki; DAİŞ Türkiye’ye değil, Türkiye, DAİŞ eliyle Rojava savaşını Kuzey Kürdistan’a taşıdı. Önümüzdeki günler Hatay, Antep, Adıyaman, Urfa ve Mardin’de üstlenen DAİŞ isimli Türk istihbarat elemanlarının uyanışlarıyla Arınç’ın; “ O’nları kötü günler bekliyor “ sözü somutluk kazanmış olacak.
Umuyor ve diliyoruz ki halk ve inançları bir bilinmezliğe sevk eden AKP hükümeti aklını başına alır da bu denenmiş ve çözümsüz politikalarından bir an önce vazgeçer. Yoksa çok kısa bir sürede Türkiye ve Kürdistan süreklileşen bir kaos halini alarak bilinmezliğe doğru yol alacak.
Mehmet Serhat Polatsoy
22.07.2015
Mehmet Serhat Polatsoy
Özellikle Kürt Ulusal Hareketi üzerine ve kürtlerin sorunları üzerine makaleler yazmakta olan yazarımız 2011 sonlarından beri yazılarıyla sitemizde yer almaktadır.
serhatpolatsoy@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)
Son Haberler
Sayfalar
“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”
Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.
“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”
Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)
Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!
Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!
Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!
Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?
On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?
“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)
Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.
Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine
- Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.
‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.
Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür
Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.
KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.
Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de halka karşı işlenmiş ağır suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?
Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek istemiyorum.
Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?
Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair
MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye.
Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.
Avrupa da İbrahim olmak!
18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.
50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını irdelemek bu yazının amacı.
“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi
Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.