Salı Mayıs 21, 2024

Ne Yapacağını Bilen ve Kararlı Erdoğan, CHP ve HDP ile Kedinin Fare ile Oynadığı Gibi Oynuyor

Erdoğan ne yapacağını biliyor: hiçbir şekilde; ne olursa olsun açıkça el koyduğunu söylediği fiili başkanlık mevkiini-mevzisini terk etmemek.

Çünkü bir tek geri adımı; en küçük bir zaaf belirtisi bile, hem uluslar arası mahkemelere hem de Türkiye’deki mahkemelere sanık olarak çıkmakla sonuçlanacak bir düşüşün ve gerileyişin yolunu açacaktır.

Bu akıbeti engellemek için HER ŞEYİ yapmaya hazırdır.

Bu tespiti yapmayan, bugün Türkiye’de politika yapamaz.

Bu tespiti yapan da Türkiye’deki en acil sorunun Erdoğan olduğunu; Erdoğan’ın fiili darbesine son vermek olduğunu görür ve acil hedef ve politikalarını buna göre belirler.

*

Ne CHP, ne de HDP ne bu temel tespiti ve acil görev belirlemesini yapmış değil.

Hala eski alışkanlıklarıyla eski kavramlarla kendilerine yol bulmaya çalışıyorlar.

Örneğin CHP hala “teamüllerden” söz ederek, boş politik beklentiler ve hayaller peşinde koşuyor. Örneğin kendine hala hükümet kurma görevi verilmesini bekliyor.

Ne teamülü? Adam kanunları bile hiçe sayıyor.

HDP ise, sanki hala ortada bir “barış süreci” kalmış veya hiç olmuş gibi iki taraflı barış çağrıları “politikası” yapıyor.

HDP Türk devleti kadar olsun politika yapmayı bilmiyor.

Geçenlerde Ertuğrul Kürkçü’ye bir devlet görevlisinin dediği gibi, devlet gerçek stratejisin çizerken gerçekçi değerlendirmelerden hareket ediyor. Ve tam da bu gerçekçi değerlendirmelerden hareket ettiği için bütün söylemini yanlışlığını ve yalan olduğunu pek ala bildiği kavramlarla konuşuyor halka karşı. Halka konuştuğu kavramlarla stratejisini, taktiklerini ve mücadele biçimlerini belirlemiyor.

HDP’nin devlet gibi böyle iki yüzlü olması gerekmez. Ama politikasını açıkça gerçekçi kavramlara ve gerçek durumun doğru bir değerlendirmesine dayandırmalıdır.

Gerçekçi olalım. Ortadaki barış değildi; bir ateşkesi. Tahkim edilmiş bir ateşkes bile değildi.

Erdoğan için, kendisine başkanlığı getireceğini düşündüğü taktik bir hamleydi. Ateşkes’i kendi başkanlık planları için kullanmaya kalktı. Tıpkı daha önce Suriye ve Türk devletlerinin yanıldığı gibi. Suriye’nin elinde bir yarı esir ve rehineyken Ortadoğu’nun en büyük gerilla hareketini örgütledi. Türk devletinin elinde esir iken Türkiye’de Ortadoğu’nun en büyük demokratik hareketini örgütledi.

Erdoğan, hor görüp Öcalan’ı kullanacağını düşündü. Öcalan ise gerekli stratejik değişiklikleri yaparak, ateşkesi iyi biçimde kullanıp; HDP’yi kurdurup, Kürt hareketini gettodan çıkarıp, kendisinin başkanlığını engelleyince, o andan itibaren Erdoğan için Ateşkes’i sürdürmenin bir anlamı yoktu.

Çünkü ateşkes kendi amaçlarına hizmet eden bir araç olmaktan çıkmıştı. Erdoğan ava gitmiş ve Öcalan tarafından avlanmıştı. Ateşkes, kazan kazan durumunda sürebilirdi. Erdoğan’ın kaybettiği ve ona kaybettiren bir ateşkes süremezdi.

Bu durumda hala eski güçler, ilişkiler ve çıkarlar geçerliliğini koruyormuş gibi iki tarafa barış çağrıları yapmak, hiçbir karşılığı olmayan bir politika yapmaktan başka bir anlam taşımaz. Barış propagandası yapmak; ölümlerin kötü olduğunu söylemek; her ölüm için acı duymak; analar ağlamasın demek,  politik mücadele vermek değildir. Aksine yanlış politikalar ve politik mücadeleler daha çok ananın ağlamasına yol açar.

Politik mücadele demek, günün ana ve acil görevini doğru tanımlamak ve onun için gerekli manevraları yapmak; bunun için gerekli esneklikleri gösterebilmek; örgüt ve mücadele biçimlerini uygulayabilmek demektir.

Günün en acil sorunu Erdoğan’dır. Nokta.

*

Hem CHP, hem de HDP’nin yapması gereken öncelikle doğru bir görev tanımıdır. Yakalanacak ana halkayı doğru tanımlamalıdırlar. Doğru tanımlamak da yetmez, buna uygun politik sonuçları çıkarmak ve kararlıca uygulamak gerekir.

Bu açıdan baktığımızda ne görüyoruz. Her iki parti de zaman zaman Erdoğan’ı temel sorun gibi koyuyorlarmış gibi görünüyorlar ama sonra ya bundan vaz geçmiş görünüyorlar ya da bunu mantık sonuçlarına götürmekten; gereğini yapmaktan uzak görünüyorlar.

Her iki parti de seçimin hemen ardından, Erdoğan Kaç-Ak Saray’da oturdukça ve Standart Cumhurbaşkanlığı yetkilerine geri dönmeyi açıkça kabul edip uygulamadıkça onu tanımayacaklarını ilan etmeliydiler.

Böyle bir tavır Erdoğan’ı geri adım attırabilir, hatta simdi Ateşkes’in sürmesini bile sağlayabilirdi. Bunun siyasi tarihte örneği de vardı. Bir zamanlar Demirel, Özal’a karşı benzer bir politika uygulamıştı. Şimdi her şey bunun için yüz kat daha uygundu.

Ama her ikisi de perspektifsiz ve inisiyatifi Erdoğan’a veren bir çizgi izlediler.

Erdoğan onların bu kararsızlığını gördükçe daha da cesaret bulup, kedinin fare ile oynadığı gibi bu iki partiyle oynamaya başladı.

Bunu en son seçim hükümeti ve Hükümet görevlendirmesi gibi konularda görüyoruz.

*

CHP ve HDP daha baştan, Erdoğan’ın Çankaya’ya çekilmediği, Kaç-Ak Saray’ı terk etmediği sürece Erdoğan’ı tanımayacaklarını, onun yetki gaspı yaptığını; yasalar dışına düştüğünü ilan etmeliydiler.

Peki, ne yaptılar?

Örneğin HDP, sanki üstüne vazifeymiş gibi, CHP-AKP hükümetini destekleyeceği yönünde açıklamalar yaptı. “Bakın ben ne kadar parlamenter sisteme uyumluyum, ne kadar uzlaşmacıyım” mesajı vermeye yönelik bir çizgiyi benimsedi.

Sorunu ve acil görevleri, yakalanacak ana halkayı doğru tespit etmekten çok uzak olduğunun örneklerini verdi.

Sorun hükümet kurulması değildi. Erdoğan kaç-Ak Saray’da oturduğu sürece, yasa dışına düşmüşlüğünü meşrulaştırma anlamına gelirdi her türlü davranış. Çünkü o Saray ya da “Külliye” yapısı gereği bir başkanın ve başkanlık sisteminin ihtiyacı olan bir mimariye sahiptir. Yapı İşlevden kopuk değildir. Yapı yoğunlaşmış işlevden başka bir şey değildir.

Bu nedenle, CHP ve HDP Erdoğan Çankaya’ya dönmedikçe, kendisini muhatap almayacaklarını ve tanımayacaklarını; onu tanımanın suça ortak olma ve fiili darbeyi meşrulaştırmak anlamına geleceğini ilan etmeliydiler.

Bunu yaptıkları takdirde,  belki onu bugün yaptıklarını yapmasını engelleyemezlerdi ama en azından böyle dağınık ve ne yapacağını bilmez durumda olmazlar; yükselen bir direnişin ve muhalefetin billurlaşması için bir mayayı, bir katalizatörü halkın arasına yaymış olurlardı.

Onlar bunu yapmayınca ne yapacağını bilen ve karalı Erdoğan onlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya başladı.

*

Şimdi dünkü duruma bakalım.

Seçimden hemen sonra, seçim yenilgisinin ardından, Erdoğan, Deniz Baykal’la ilk tuzağını hazırlar, CHP’yi tereddütte bırakacak ilk hamlesini yaparken, Baykal ile Külliye dışında görüşmeyi kabul etmişti. O zamanlar kendini zayıf hissediyor ve güç toplamaya çalışıyor; keşif devriyeleri yapıyordu.

O zamanlar gazetelerde CHP’nin başkanlık Sarayına çıkmayacağı gibi laflar dolaşıyordu. Bu koşullarda Baykal, Başkanlık sarayı dışında görüşmeyi kabul etmişti. Erdoğan da bu kabul etmişti, bu tavizi vermek zorunda kalmıştı.

Ama o CHP şimdi ne oldu.

Şimdi kararsızlıkları ile Erdoğan’dan kendisini Hükümet Kurmakla Görevlendirmeyi; Kaç-Ak Saray’a çağırılmayı bekler hatta bunun için, el altından rica minnet yalvarır duruma düştü.

CHP el altından haber uçuruyorlarmış, hükümet için görevlendirilirse, Erdoğan’la görüşmek için Saray’a giderlermiş.

Dua edelim de Erdoğan, hiçbir angajmana girmeden, onlar gibi el altından, sanki görevlendirme ihtimali varmış gibi haber salıp, Kılıcdaroğlu’nu Kaç-Ak Saray’a davet edip, sonra da anlaşamadık, olmuyor deyip iyice refüze etmez.

Nereden nereye!.

Sen bizi bir hükümet kurmakla görevlendir, biz gereğinde senin sarayına geliriz noktasına düşmek.

Selvi’nin şu satırlarına bakalım:

“Bugünkü köşe yazısında Erdoğan’ın ülkeyi seçime götürürken hangi yolu izleyeceğine dair ipuçları veren Selvi, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na hükümeti kurma görevinin verilmesine dair bir sinyalin olmadığını ifade etti.

CHP’nin hükümeti kurma görevini almak üzere ‘Ak Saray‘a gitmek istediği yönünde iki üç ayrı kanaldan mesaj geldiğini belirten Selvi, “Ama tüm koalisyon formülleri tüketildiği için Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’na hükümet kurma görevini vereceği yönünde bir sinyal alınmıyor” diye yazdı.” (Diken)

İşin kötüsü CHP aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık durumuna düşürmüştür kendini.

Erdoğan, davet etse, gitmese, hükümet kurmaktan kaçmış olacaktır; gitse, darbeci dediğini meşrulaştırmış olacaktır.

Onların bu tutarsızlığını ve kararsızlığını gören Erdoğan, seçenekler bitmiştir diyerek görev bile vermeyeceğini ilan ediyor.

Ama karşı tarafı tereddütte bırakmak, hem de havasını önceden yoklamak için bunun haberini verdiği yemekteki konuşmaları üzerinden uçuruyor. Eğer güç dengelerinde bir değişme olursa gereğinde manevra da yapabilmek için.

Yani koca CHP, aslında Erdoğan’ın paspası olmuş durumda. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor Erdoğan CHP ile.

*

HDP farklı mı?

CHP gibi HDP de hemen seçim hükümeti formülüne atladı. Tutarlı bir şekilde Erdoğan bir darbecidir, yasa dışı olarak iktidara el koymuştur noktasından hareket edip kararlı bir muhalefet stratejisi izleyecek yerde; Erdoğan’ın atayacağı Seçim Hükümeti formülüne, yine biz oyun bozan olmayız, uslu çocuğuz üslubuyla hemen atladı.

“Bugün toplanan MYK sonrası gündeme dair açıklamalarda bulunan HDP'li Bilgen, "Barışa dair bir program, konsept önümüze geldiğinde kapımızın herkese açık olduğunu bir kez daha ifade ediyoruz. seçim hükümetinden kaçınmayacağız. Seçmen iradesinin sandığa özgürce yansıyabileceği bir atmosferde seçime gidilmesi konusunda elbette sorumluluk üstleneceğiz. Farklı siyasi partilerin öncelikleri ve Türkiye'de barışa dair yaklaşımındaki farkları çok net görüyoruz. Biz istemezük tarzı bir siyasetten yana değiliz" diye konuştu.

Türkiye'nin fiilen darbe süreci yaşadığını ileri süren Bilgen, "Somut bir sorun var önümüzde. Türkiye fiilen darbe süreci yaşıyor. Şehirlerde olağanüstü hal ilan ediliyor. Bu ortamdan çıkmak ve bir an önce herkesin can güvenliğini sağlanması için ne gerekiyorsa onu yapmak gerektiğini düşünüyorum" dedi.” (Diken)

Yani aslında HDP, Erdoğan’ın sarayına çıkmayı, onun elini sıkmayı kabul etmiş oldu.

Erdoğan, HDP zokayı yutunca, başladı oltayı çekmeye. “Hoop o kadar kolay değil. Kimin bakan olacağına da ben karar veririm.”

Yine Selvi’nin yazısından:

“Selvi, Erdoğan’ın kafasındaki seçim hükümetinin yol haritasını ise şöyle anlattı: “İki aylık bir seçim hükümeti kurulacak. HDP de hükümette yer alacak. Ancak hükümeti kurma görevini Erdoğan verecek ve kimin bakan olacağına da kendisi karar verecek.” (Diken)

Bu durumda muhtemelen, HDP seçim hükümetine girmeyecek veya girerse rezil duruma düşmemek için girmemek zorunda kalacak; CHP de HDP girmediği için girmeyecek. Böylece Erdoğan tamamen kendi hükümetiyle devam edecek. Sonra da seçimleri muhtemelen bir yıl veya Nisan’a kadar erteleyerek. Bu arada kan gövdeyi götürecek. HDP muhtemelen soluk alamaz olacak, HDP’li seçmen oy veremez duruma düşürülecek. Ve seçimleri Erdoğan alacak tek kişi yönetimini kuracaktır.

Kimileri hala son ankette AK Parti yüzde kaça düştü diye oyalansın; kimileri halkın sağ duyusu seçimlerde Erdoğan’a ders verecektir desin. Sahte hayaller devam etsinler. Yaşayan görecektir. Erdoğan’ın her şeyi yapmaya hazır olduğunu; birbirinden cüretli, bu kadar da olmaz denilen hamleler yapacağını görecektir.

Muhalefet, eğer böyle giderse dün kabul edilmez buldu şeyleri kabul eder hatta savunur durumda bulacaktır kendini. Dün saraya çıkmayız diyorlardı, bugün çıkmak için kuyruğa giriyorlar. Bugün çıkmak için kuyruğa giriyorlar; yarın ayaklarına kapanacaklar.

*

Şimdi, öylesine köşeye sıkışmış bulunuyor ki bu partiler, ne yaparlarsa yapsınlar Erdoğan’ın elini güçlendireceklerdir.

Eğer Erdoğan’ın bu koşulunu kabul etmeseler, Erdoğan, kendi istedikleriyle hükümeti kuracaktır; hem de kendilerini oyunbozan durumunda bulacaklardır.

Eğer etseler, hem Erdoğan’ı meşrulaştıracaklardır hem de onun oyuncağı olacaklardır.

Üstüne üstlük, bu durumda Erdoğan böylece bakan olarak atayacağı isimler aracılıyla, onların içine de kendi zehrini akıtma, bölme, tereddütte bırakma imkanı bulacaktır.

*

CHP ve HDP’ye tekrar çağrı yapıyoruz. Erdoğan’ın bir darbe yaptığını söylediniz.

Eğer bunu gerçekten inanarak, doğru olduğunu düşünerek söylüyorsanız ve ciddi politikacılarsanız, bunun gereğine uygun davranınız.

Bu darbeciyi tanımadığınızı ilan ediniz.

Bu darbe yönetimini tanımadığınızı ilan ediniz.

Halkı da bu darbeciye karşı pasif direnmeye; yasal çerçevede sokaklara çıkarak mitingler yaparak protesto etmeye çağırınız. Milyonlar sokaklara çıktığında Erdoğan orada daha fazla duramaz.

Bugün temel sorun Erdoğan’dır.

Erdoğan orada durdukça ne barış, ne hukuk geçerli olabilir.

Tüm güçler Erdoğan’a karşı seferber edilmelidir.

Romalı Cato’nun her konuşmasının sonunda “Kartaca yıkılmalıdır!” dediği gibi.

“Erdoğan gitmelidir!..”

Ya da Hasan Cemal gibi:

“Baş sorun Erdoğan’dır. Nokta.”

Demir Küçükaydın

19 Ağustos 2015 Çarşamba

45111

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Sayfalar