Pazar Nisan 28, 2024

Kürdlerin Edebiyat Sancağı

Özgürlük tarihi, adı üstünde, sadece zalimlerden değil, mazlumlardan da hesap soran bir tarihtir.

Kürtler hariç, bildiğim kadarıyla hiçbir ulus, iki bin yıl esaret altında yaşamamıştır; şu veya bu şekilde bir yolunu bulmuş, bağımsızlığına kavuşmuştur. Tarihte tek bir uzun ömürlü, ciddi Kürt devleti vardır ki o da Med’dir ve 128 yıllık (MÖ 678-549) bir imparatorluk devletidir. Med’den bu yana Annaziler, Hezarhespiler, Mervaniler, Şeddadiler gibi küçük Kürt emirlikleri, hanedanlıkları ile geçen yüz yılda ortaya çıkan ve kıvılcım gibi parlayıp sönen yani on on beş ay bile ömrü olmayan küçük Kürt Cumhuriyetlerini, kusura bakmayın, oturmuş ciddi birer devlet olarak sayamayız.

Tarih kendini bu minval üzre ayan edince, ortaya çok acı bir gerçek çıkıyor: Kürtlerin 2200 yıldır esaret altında yaşayan bir kavim veya ulus olduğu gerçeği. Bu gerçeğin tarih, insan, bölge bazında sorgulanması gerekiyor. Sorgulanması da oldukça zor. İşin içinden, Kürt halk ruhunu, Kürt dünyasını çok iyi bilen ve ateşli bir bağımsızlık aşığı olan Ehmede Xani de çıkamıyor. “Ben Allah’ın hikmetinden şaşakaldım,” diyor. “Kürtler dünya devletinde/Acep ne sebeple kalmışlar boynubükük/Hepsi birden niçin olmuş mahkum.”

İşin içinden Güney Kürdistan, 25 eylülde bağımsızlığını ilan ederek çıkarsa, Kürt köleliğini içselleştiren Kürtler başta olmak üzere tüm halklar şaşıracak ve bu durum Ortadoğuda hem yeni bir dönemi başlatmış olacak hem de büyük Kürdistan’ın tüm parçalarında, içten içe harlanan bağımsızlık ateşine hatırı sayılır bir güç katacak. 
Aydınlar, yazarlar hala ‘Zamanı mı değil mi?’ diye tartışıyorlar. 2200 yıl geciken bu gereksiz tartışma bana Bertolt Brecht’in, ölmeden öce yazdığı Turandot veya Aklayıcılar Kongresi adlı eserindeki aydınların tartışmasını anımsatıyor: Sarı Nehir akıyor mu akmıyor mu?

İŞİD’in zalimane varlığı, Rojavalı kadın savaşçılar başta olmak üzere Kürtlerin kitlesel direnişlerini öne çıkarıp tüm dünyaya tanıtmakla kalmadı, aynı zamanda Kürdistan’ı sömürgeleştiren bölge devletlerinin kendi aralarındaki birliği de parçaladı. Kürt köleliğinin yeminli bekçileri, tarihin, kaçınılmaz gücüyle karşı karşıyalar şu anda; ‘Tarihsiz uluslar’ın minnacık devletler kurduğu bir dünyada, bağımsızlık talep eden, elli milyonluk bir köle ulusla karşı karşıyalar. 

Ne demişti Ehmede Xani:
Eğer bizim de bir hükmümüz, birliğimiz ve önderimiz olsaydı, Arap ve Acem’in egemenliği altında olmazdık. O zaman Kürtlerin edebiyat sancağını gökkubbeye dikerdim” 

Öyle görünüyor ki 21. yüz yıl, ‘Kürtlerin edebiyat sancağı’nın Ehmede Xani eliyle gökkubbeye dikildiği bir yüz yıl olacak 

47939

Muzaffer Oruçoğlu

Muzaffer Oruçoğlu, 20 şubat 1948’de, Kars’ın Göle kazasına bağlı Büyük Zavot köyünde doğdu. Köyünde ilkokul olmadığı için İlkokulun ilk üç yılını komşu köyün (Küçük Zavot) okulunda, bir yılını kendi köyünde, son yılını da Kars’ta okudu. Kars Orta Okulu’nu bitirdikten sonra, Öğretmen okulu sınavlarını kazanarak Rize Öğretmen okuluna, iki yıl sonra da İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu hazırlık Lisesine gitti. Bir yılsonra, Fen Fakültesi Matematik Astronomi bölümüne girdi. 67’de içlerinde İbrahim Kaypakkaya’nın da olduğu 9 arkadaşıyla birlikte, Amerikan 6. Filosuna karşı yayınladıkları bildiri gerekçesiyle Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’dan atıldı. 68 öğrenci hareketlerine katıldı. 1969’da Değirmen Köyündeki toprak işgaline katıldı ve tutuklanıp Silivri cezaevine konuldu. 1972’de TKP(M-L) kurucuları arasında yer aldı. 1973’de İstanbul’da yakalandı ve ömürboyu hapse mahkum edildi. Tutsaklık yıllarını şiir ve roman yazarak geçirdi. 13 yıl tutsaklıktan sonra askere alındı. Askerden 40 gün sonra, mayıs 1986’da firar edip Yunanistan’a geçti. Fransa’da iltica etti. Yeniden roman yazmaya ve resim yapmaya başladı. Siyaset ve edebiyat dergilerinde makaleleri yayınlandı. 1988’ de evlenerek Avustralya’ya yerleşti. Bu kıtada ilkin iki yıllık resim ve heykel kolejini (Greensborough TAFE COLLEGE - NMIT) bitirdi. Daha sonra Royal Melbourne Teknoloji Enstitüsüne (RMIT) bağlı, PUBLİC ART bölümünde üç yıl Resim ve Heykel eğitimi yaptı. Şimdiye kadar toplam 6 ülkede altmışa yakın kişisel resim sergisi açtı. 13’ü roman, 7’si şiir, 2’si masal olmak üzere 30 kitabı yayınlandı. 2011’de Abdullah Baştürk işçi edebiyat ödülü ,Grizu romanına verildi. Halen Avusturalya'da yaşamaktadır.

Muzaffer Oruçoğlu

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Sayfalar