Perşembe Mayıs 16, 2024

İşçiler Gelecek..!

İşçiler mutlaka gelecek. Ülkenin ve dünyanın üzerine çökmüş bu kara bulutlar mutlaka ama mutlaka bir gün dağılacak. Karamsarlıklar, yılgınlıklar ve zulüm düzeni ortadan kalkacak. Boyunlar bükülmeyecek, tahta kuruları ve bitlerle birlikte yatmak işçilerin kaderi olmayacak ve “milletin anasına..” diyenler ve onların siyasal temsilcileri yeryüzünden silinerek bir daha asla!

Savaşlarda ölmek yoksulların, bombalarla parçalanmak çocukların kaderi olmayacak.

Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan, ama koca bir dünyayı burjuvazinin elinden çekip alacak işçi sınıfının karamsar olması için hiç bir neden yok. Çünkü üreten ve yaratan işçilerdir. İnsanlığın %99 onlardan oluşmaktadır.

Burjuvazinin korkusu büyük. Bu nedenle 3. Hava limanı işçilerine saldırıyorlar. Çünkü “baldırı çıplak” dev uyanmaya başladı. Cargill, Flormar, Aliağa Tüpraş, Batman ve daha bir çok yerde işçiler, faşizmin bütün baskılarına karşın direniyor, hakları için mücadele ediyorlar. İşçilerin bu direnişinde sadece Türk tekelci burjuvazisi değil, uluslararası sermaye de tedirgin. Alman tekelci burjuvazisinin faşist diktatör Erdoğan’ı kucaklaması boşuna değildir. Sermayenin çıkarları, işçi sınıfının direnişlerinin ezilmesiyle doğru orantılıdır.

İşçiler bütün dünyada direniyorlar. Afrika'dan Asya'ya, Amerika'dan Avrupa'ya kadar. Daha dün Avusturya ve İsviçre'de binlerce kadın "eşit işe eşit ücret" hakları için sokaklardaydı.

Burjuvazinin azgınca saldırısına karşı işçi eylemleri durmuş değildir. Belki sınıfın çok azı direniş alanlarında, ama, adım adım direniş trendi yükselecek, yükseltilecektir. Bu sınıf çatışmasının doğal ve kaçınılmaz bir olgusudur. Burjuvazi saldırınca, üretimi ellerinde bulunduran işçiler, kendi hakları içinde mücadele etme sınıf bilinci yetisine sahiptir.

En son 3. Havalimanı işçilerinin direnişi bütün uluslararası alanda ses getirdi. Diktatörlüğün karizmasını yine işçiler çizdi. Tam da burjuvazinin rant sembolü olan 3. Havalimanı’nında. Gözaltılara, tutuklamalara, polis ve jandarma kuşatması altında zorla çalıştırmalara karşın, işçiler kapitalizmin köle pazarlarının çitlerini mutlaka yıkacaklardır.

İşçilerin adım adım ilerlediğinin gören burjuvazi, faşist ve liberal kalemşörlerini harekete geçirerek, dirnen işçilerin “ezilmesini” yazabiliyorlar. Kapitalist ekonominin ciddi bir krizde olduğu, bir çok işyerinin kapanacağı ve küçüklerin bazı büyükler tarafından yutulacağı kapitalist can pazarında, en büyük görev işçilere düşmektir. Ya sistemi, sarsarak yollarına devam edeceklerdir ya da sessizlik içinde sistemin bütün yükünü yüklenerek artı-değer kazandıran köleleri olmaya devam edeceklerdir.

İşçiler, kapitalist köleliğe karşı ayağa kalkıyor. Belki kıvılcım küçük. Ama, Mao’nun dediği gibi; “küçük bir kıvılcım büyük bir boz kırı tutuşturur.” Gidişat aynen bu yönde. Küçük küçük kıvılcımlar giderek çoğalacak, birleşecek ve bir ateş topu halini alarak burjuvaziyi kendi ateşinde yakacaktır. Grevlerin yasaklanmasına, ertelenmesine ve faşizmin olanca baskısına karşın Haziran Ayaklanması’dan bu yana grev ve direnişler irili ufaklı devem ediyor ve son günlerde uzun süreli direnişler gündeme damgasını vurmaya başladı.

Sınıf açısından esas sorun; örgütsüzlüktür. Bugün uzun süren direnişlerin nedenleri arasında işçilerin sendikalaşma eylemi vardır. Burjuvazi, işçilerin sendikalaşmasına karşı direniyor. Bu da işçilerin örgütlü mücadelelerinin, yani sendikalaşmalarının önemini ortaya koymaktadır. İşçiler, ne denli baskı ya da ayrıştırıcı (dinci-miliyetçi) ve kriminalize edici propagandalar yapılırsa yapılsın, sendikalaşma eyleminden vaz geçmeyeceklerdir.

İkinci sorun; varolan sendikaların etkisizliği ve çoğunun burjuva yanlısı sendikacılık yapmasıdır.

Üçüncü ve en önemlisi ise; komünist ve devrimcilerin işçiler içinde örgütlenmelerinin yok denecek kadar etksiz bir seviyede kalmasıdır.

Faşist diktatörlüğü yıkacak olan işçi sınıfıdır. Onu gerilletecek ve demokratik hakları kazanacak güçte sadece ve sadece işçi sınıfında vardır. Bir başka güç yoktur. Bu nedenle burjuvazi işçi sınıfının sersemleştirlmesi, alçaltılması ve ezilmesi için tüm ideolojik, politik ve yasal gücünü kullanmaktadır. Onu, sınıf gücünden soyutlamak için bütün araçlarını kolluk güçleri vasıtasıyla da artan ölçüde çalıştırmaktadır.

Burjuvazinin bildiğini işçilerin bilmemesinin olasılığı yoktur. Onlar bunu yaşayarak görüyorlar. Aldıkları ücretlerde, günlük çalışmalarında, patron ve adamlarının yıldırıcı tehditlerinde günbe gün yaşıyorlar. Pazarlarda, alış veriş yerlerinde, evine getirebildiği yiyecekte, çocuğunu okula gönderdiğinde... Ve sabah işe gidip akşam dönüşünde, bütün gününü patron için harcayışında...

Örgütsüzlük ve sınıf bilinçli proleter düşüncelerle kuşanmamış olmaları, onları yalnızlaştırıp güçsüzleştiriyor.

İşçiler başarıya ulaşmak için büyük bir çoğunluğu mutlaka bu düşünceye sahip olmalıdır. Bu bilinç işçilere verilmelidir. Bunu verecek olanda işçi sınıfı adına çalışan, örgütlenen komünistlerdir.

Burjuvazinin krizinin derinleşmesine koşut olarak anti-komünist propagandalar da artar. Çünkü işçi sınıfının kendi dünya görüşü olan komünizmle buluşmasını burjuvazi sakıncalı görür. O nedenle o, komünizmi sınıfa “öcü” olarak göstermek işçin elinden gelen tüm çabayı ortaya koyar. Ama, bu işçileri aldtamak ya da yanlış yönlendirmek için yetmiyor. Tekel işçilerinin direnişi döneminde bazı işçilerin dediği gibi; “direnişten önce beş vakit namaz kılıyorduk, şimdi beş vakit komünizmi öğreniyoruz.”

Flormar’da kadın işçilerin bir çoğunun başlarını örtüler, ama buna rağmen onların aylarca direniş çinde aktif bir şekilde yer almasını önleyemediler ve önleyemeyeceklerdir. Din, işçilerin değil ama, sonunda burjuvazinin boynuna dolanacaktır.

Direnişler işçilerin sınıf okulu, kendi dünya görüşlerini öğrenme yerleridir. İşçi sınıfı direnmesini biliyor. Onun direniş öğrenmesine değil, kendi dünya görüşü olan komünizmle birleşmesi sağlanmalıdır. Sınıfın buna gereksinimi vardır. İşçi sınıfı bu gereksinimini kuşanıp alanlara çıktığında, kapitalizm içinde ölüm çanlarının çalması kaçınılmaz olacaktır.

Yılgınlık ve karamsarlıklardan uzak hazırlanın! Devrimci militanlığı kuşanarak hazırlanın! Fabrikalarda, varoşlarda ve ezilenlerin olduğu her yerde, ama illada fabrikalarda. Onlarla içiçe, onlarla birlikte ve direnişlerin en önünde yer almak için hazırlayın ve hazırlanın!

32991

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Sayfalar