Cumartesi Mayıs 18, 2024

"Güleç yüzlü yiğit komünist şehit düştü" Osman Oğuz

Kapkara, zapzayıf bir adamdı, dışarıdan bakınca. Ama koca cüsseli olanı bile öyle bir sarardı ki karşılaştığında… Hani, “Ne çelikten irade kardeşim!” dersin ya bazılarına, öyle biri işte. Dosta candan güler, gülmek diye buna denir; düşmana ser verir, sır vermez.

İnsan, dostunun ardından övgücülük yapmaya utanıyor. Eksiklik, yanlışlık, yetmezlik, yeteneksizlik, ne dersen de işte, başın öne eğiliyor. Ama öyle geliyor ki, o anlatmamızı isterdi, ne gördüysek. Onunla ilgili yazılan, bir tek baş koyduğu insanlık kavgasına ant içilen bildiriler ve düşmanın kapkara puntolu haberleri olsun istemezdi sanki.

Aynı okulda, aynı fakültede, “komşu stantlarda” okuduk Haydar’la. Hemen hemen her gün gördük birbirimizi uzun süre. Her gün, sanki daha bir önceki gün görmemiş gibi sımsıkı sarıldık, ağız dolusu güldük. Çay komünü diye stant başındakilerden fazladan birkaç kuruş para toplayıp gazeteye üç beş arttırdık diye mutlu olduk. Uzun, çok uzun konuştuk memleket hakkında. Bir demlik çayı önüne koysan, bir başına içer, konuşur, içer, dinlerdi zaten.

Acayip bir adamdı. Hani, kumaşı zor bulunur, “Ulan bu devirde böyle adamlar kaldı mı” türü adamlardan. Her açıdan hem de. Ben fırsatını bulsam okulun her yerinde kopya çekerdim mesela, Haydar hayatta çekmezdi. Bir keresinde konuştuk da bunu. Yaptığı ya da yapmadığı hiçbir şeyden öyle çok övgüyle bahsetmedi Haydar, biraz sıkılgan, “Çekmem” diyordu, “Ne olursa olsun, devrimciye yakışmaz.”

Bir yerde çay içsen, bir şey yesen, öldür allah hesabı ödetmez. Kızsan, bozulsan, “Vallahi yoldaş, bir sürü param var” der gülerek. Bağımız koptuğundan bu yana, “Bir sürü param var” diyorum ben de her yerde. Her dediğimde Haydar eli, yüzü, gözüyle gülüyor gibi sanki.

Bağlama çalmayı öğreniyordu Haydar. Bayağı da ilerletmişti hem de. Söylemezdi, yalnız çalardı. Durup durup aynı şarkıya dönerdi sanki: “Vartinik burası, mirik mezrası/ Kan içinde yatar Ali Haydar’ım…”

Bir de Ahmet Muharrem Çiçek’in ardından söylenen marşı, gitmeden önce hem mırıldanır hem bize geldi mi açıp dinlerdi hep: “Bas gerilla, bas tetiğe/Biraz daha ileriye/Parça parça iktidarı/al kırlardan şehirlere…”

Kafasına koymuştu gitmeyi. Hiç söylemedi doğrudan, ama anlatmak ister gibiydi. Önce şekeri, sonra ekmeği kesti. “Talim mi yapıyorsun, hayırdır” diye takılana, “Yok ya, benden gerilla mı olur” gibi şeyler söyleyip geçiştirdi. Ama basbayağı iradesiyle savaşıyordu işte. Gerçi çok gerek de yoktu. “Bir hırka, bir lokma” bi adamdı Haydar. Yerde oturur, yerde uyurdu. Dersim’in kıtlık görmüş yoksul köylüsünün -hem de Xiranlıların- azmi, direnci, inadı… Olduğu gibi Amed merkezinin apartmanına gelip oturmuştu. Köydeki babasıyla çelişkilerini de anlatırdı, gülümseyerek.

Neler konuştuk daha Haydar’la, neler tartıştık. Örgütü bir ara, bizim örgütle “Dersim’de selamı sabahı kesme” kararı aldığında bile, gizliden güldük, eğlendik. “Dersim şehir sınırını çıkalım da bi çay içelim” diye takılıp gülüşüyorduk.

O yıllarda sormadık, sormak olmazdı ama tahminimce “Türkiye Marksist Leninist Gençlik Birliği” (TMLGB) çalışması yürütüyordu. Bir konuşmamızda, “İllegal alan eksikse, çalışmanın ayaklarından biri kopuktur, yürümez” demişti. Bir süre sonra telefon kullanmamaya başladı. Sonra Amed’den ayrıldı. Önce Erzincan’da, sonra Dersim’de olduğunu duydum. Dersim’e son gidişimde de bir yerlerde karşılaştık, “Hadi gel sana bi patila ısmarlayayım” dedi, tabii yine “bir sürü parası vardı.” O sarılmanın başka olduğunu çok iyi biliyordum. Bu kez elinin bir başka sıktığını, yüzünün bir başka güldüğünü.

Haydar neşesini, insancıllığını, fedakarlığını bir kavgayla birleştirerek güzelleştirdi. Her adımına, her cümlesine sirayet eden, o kavganın parıltısıydı. Onu kavgadan gayrı görmeye, bilmeye, anlamaya çalışmak, hiçbir şey değilse, beyhude bir çabadan başkası olmaz. O, bir TKP/ML TİKKO gerillası olarak düştü toprağa. İbrahim Kaypakkaya’nın genç ama derinlikli, mütevazı ama öncü, öfkeli ama güleç duruşu, o güzel yüzü, Haydar’a da bulaşmıştı. “En büyük kahramanlığı bile sıradan bir işmiş gibi yapanların” neslinden bir komünist olarak direndi, yoldaşı Murat Tekgöz’le birlikte şehit düştü Haydar. O anda bile eminim, çok eminim, “Önce yoldaşlarım” dedi hep, önce yanındakini, diğerini kurtarmaya çalıştı. Bu, Haydar’ın iyiliği değildi yalnız, “dünyayı temellerinden sarsan kavganın” kültürü, mayasıydı.

Haydar’ın ardından Partizan, “Dersim’de yaşanan bu sürecin Cizre’de, Sur’da Nusaybin’de, Silopi’de, Gever’de başlatılan öz yönetim direnişine karşı devletin almış olduğu tavrın bir parçası olduğu açıktır. (...) Devrimci dayanışma zorunluluğunun açığa çıkardığı görevlere sarılan bütün devrimci, yurtsever güçlere yönelen bu saldırılar; dayanışma ısrarını kırmak için halkımıza yönelen saldırılara karşı kurulan ortak barikatlara duyulan nefret ve kinin bir sonucudur” demiş. Evet, Haydar, Amed’de kaldığı her günde, Kürt halkının mücadelesine omuz verenlerden oldu hep. Bizim aykırı tavırlarımız, farklı fikirlerimiz oldu; onun, onların olmadı. Her gün stant masasını sırtlanıp İşçi-Köylü gazetesi dağıtan Haydar, seçim günlerinde kentin dört bir yanında ev ev gezenlerden, barikat günlerinde elinde taşla, molotofla direnenlerdendi. “Köy çalışmalarına” gider, çökelek-ekmek bir de sohbet karşılığında yoksul halkın tarlalarında çalışırdı. Ektiği son tohum, kendi hayatı oldu.

Şimdi onu uğurlamak için çok sevdiği şarkının sözlerinden başka şey gelmiyor aklıma:

Korkusu yok idi patron ağadan

Ağalara korku saldı dağlardan

O bir tohum idi, düştü topraktan

Filiz filiz büyür Ali Haydar’ım

43926

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Sayfalar