Cumartesi Mayıs 25, 2024

Enternasyonal Devrimci NUBAR OZANYAN'ın anısına (Hovsep Hayreni)

Aynı sosyal ağlar içinde bulunup da onun ismini duymayan, kim olduğunu bilmeyen kalmamıştır sanırım. Ölümünün dördüncü yıldönümünde onu bir kere daha özlemle anarken kadrinin bilinmesine küçük bir katkı yapmaya çalışacağım.

Onu ilk olarak Tıbrevank'a yeni başladığım ve Orta 1'de olduğum yıldan hatırlıyorum. Nubar'ın bulunduğu Orta 2. Sınıf Tıbrevank'ın tarihinde gördüğü en kalabalık ve en renkli sınıftı. Bizim okul ve özellikle öğretmenler "Hababam Sınıfı" denilen şeyi daha filmi yapılmadan bu sınıfla tanımıştı. En renkli ve enerjik simalardan biri de Nubar'dı. Okulun bir numaralı top cambazıydı. Küçük futbol sahasında herkesi çalıma dizer, kimse ayağından topu alamazdı. Sınıftaki yaramazlık ve muzipliğiyle öğretmen ve öğrencileri ne kadar kızdırsa, bir o kadar da gülmekten kırıp geçiren ve kendini sevdiren tatlı biriydi Nubar.

Asıl adı Fermun Çırak'tı. Nubar adını çok sonraları, Tıbrevank'tan sınıf arkadaşı olan ve aynı saflarda mücadele yürütürken Hollanda'da MİT cinayetine kurban giden yoldaşı Nubar Yalımyan'dan miras almıştı, Ozanyan'ı ise Ermeni devrimcilerin tarihteki büyük komutanı Antranik Paşa'dan… Tıbrevank'ta Nubar Yalımyan'ı Kürtçe "Reşo" diyerek kızdıranların başında gelen, Selamsız'ın sokaklarından ta Üsküdar-Kabataş vapurunun bacasına kadar büyük harflerle "Reşo" yazarak onu peşinden koşturtan Fermun, sonunda onun asıl ismiyle özdeşleşmişti.

Gençliğinde halter ve vücut geliştirme sporuyla uğraştığını kendi anlatımından biliyorum. O zamanlar Türkiye vücut geliştirme şampiyonu olan Ahmet Enünlü'nün yanında antreman görmüş, çok iyi dereceler yapmış, fakat Ermeni kimliğinden dolayı önü tıkandığı için hak ettiği noktalara gelememişti. Daha sonra mülteci olarak bulunduğu Paris'te Yılmaz Güney'in yakın korumalığını üstlenmiş. Bunun bahsini kendisinden değil, anısına yazılanlar sayesinde sonradan duymuş oldum.

Fransa'da geçirdiği yıllarını ortak arkadaş ve yoldaşlarımızdan Fakir adıyla duyardım. Bu onun aslında bütün hayatına damgasını vuran, bir lokma bir hırkayla yetinme özelliğinin kendisine verdiği bir sıfat olmalıydı. Oradan çıkıp Filistin'e, Lübnan'a geçmiş, katılmaya hazırlandığı sıcak devrimci mücadele için askeri eğitim görmüş, sonra da geçtiği Ermenistan'da Karabağ savaşının neferlerine eğitim vermiş ve yaptığı hizmetler için Marşal Bağramyan nişanıyla ödüllendirilmişti. Geçmiş yaşamındaki başka birçok şey gibi bunu da kendi ağzından değil, ancak ölümünden sonra acılarını paylaştığım sevgili yaşam arkadaşı ve evlatlığından öğrenmiş oldum.

Kırklı yaşlarındayken Ermenistan'da tekrar yakın olabildiğim Nubar, artık ağır sporlar yapmaktan uzak olsa da, her sabah çok erken çıkıp bir iki saat koşu yapmaya devam ediyordu. Ağır sporcularda sonradan görülen kas sarkması ve kilo alma durumu onda hiç bir zaman görülmedi. Çünkü koşu yanında hafif idmanı eksik etmeyen ve çok az yiyen biriydi. Ermenistan'da yaşarken Cermuk isimli maden suyunu ve yoğurdu çok sistemli alır, yanı sıra meyve sebzeye ağırlık verir ve hep ölçüsünü bilirdi.

Benim onda gördüğüm, nefsine hakim olmanın her anlamdaki mükemmel bir örneğiydi. Yeme-içme, giyim-kuşam, zevk-eğlence bakımından olduğu gibi, manevi egoyu tatmin etme bakımından da bütünüyle zaafsız denecek kadar sağlam bir karaktere sahipti. Yaptıklarıyla övünmek, hava basmak, caka satmak onun tabiatında hiç yoktu. Öyle ki, kendinden bahsetmeyi ayıp sayacak kadar ince bir tevazuya sahipti. Çok özel sorulmadıkça başından geçen birşeyi anlatmaz, sorular karşısında bile herşeyini açmazdı. İllegal mücadelede bu özelliği onun aynı zamanda çok iyi sır tutan biri olmasını sağlıyordu.

Hakkında yazılan tanıklık ve değerlendirmelerin hepsinde aşağı yukarı bu özellikler okunabilir. Mütevaziliği yanında son derece paylaşımcı ve özverili oluşu, dürüstlük ve samimiyeti, sakin ve yumuşak tabiatı, sözüne sadık ve güven veren kişiliği onu yakından tanıyanların hepsi için nettir. Hakikaten o iyi bir dava adamı, iyi bir yoldaş, ama her şeyden önce çok iyi kalpli bir insandı.

Halkının acıları ve travmalarını Yozgat gibi bir mezbahadan çıkan büyüklerinin dilinden dinleyerek büyümüş, ama içinde Müslüman kimliklere karşı nefretin zerresini de taşımamıştı. Sonra Fransa'da, Lübnan'da ve Ermenistan'da o tarihin derinliklerine vakıf olmaya başlamış, yerelle kalmayıp bütününü keşfetmiş, soykırım gerçekliğini bilmeyenlere öğretmenin ve Türkiye'de bir küfür olarak algılanan Ermeniliği doğru dürüst tanıtmanın mücadelesini de omuzlarında hissetmişti.

Nubar'la buluştuğum kısa dönem onun yanında benim de Ermeni tarih literatürü ve etnografik konularıyla haşır neşir olmamı getirdi. Özel olarak üzerinde yoğunlaştığım Dersim ve çevresine dair Ermenice ilk kaynakları yine orada bulunan diğer rahmetli arkadaşım Sarkis Hatspanyan sayesinde keşfederken, daha sonra bir çoklarını da Nubar'ın yardımıyla temin edebilmiştim. Nubar'ın kendisi de sokak sergilerinden pek çok kitap alıyor ve onlarca yılın susuzluğunu giderircesine okuyup notlar tutuyordu.

Çeviri çalışmalarında onun öncelik verdiği, Türkiye'de hiç tanınmayan bir büyük Ermeni komünistinin hayatı ve mücadelesini "Kafkaslar'ın Lenin'i Stepan Şahumyan" başlığıyla Türkçeye kazandırmak oldu. Bunun öneminin anlaşılması bakımından diyebilirim ki, 1918'de Bakü Komünü'ne öncülük eden ve Transkafkasya çapında olağanüstü yetkili parti komiseri olan Şahumyan yaşasaydı, sonraki bazı şeyler (özelllikle Sovyet Rusya ile Kemalist Türkiye arasındaki ilişkiler ve Ermenistan'ın kaderi) çok farklı şekillenebilirdi.

Kafkaslar'ın ondan sonraki Bolşevik lideri Orconikidze ve Ermenistan'ın Sovyetleşmesi hakkında bir kitabı da çeviren Nubar, daha sonra 24 Nisan şehidi aydınlardan Nazaret Dağavaryan'ın Alevilik ile Protestanlığın tarihsel-kültürel köklerine dair çok değerli bir incelemesini benim tavsiyem üzerine Türkçeye çevirmişti. Ve tabii imkanı olsa yapmayı tasarladığı ve de başlangıç yaptığı bir çok başka çalışma vardı.

Ama hepsinin üstünde ve kendisini tanıyan pek çok dostunun, yoldaşının akıl ufuklarının ötesinde, 60 yaşını doldurmak üzereyken onun kendine biçtiği bir yeni misyon, yada partisi TKP/ML'nin çağrısı üzerine gözünü kırpmadan üstlendiği yeni bir görevi oldu. Suriye'nin kuzeyinde yaratılmakta olan Rojava özerklik alanını İŞİD canilerine ve büyük destekçisi Türk devletine karşı savunmak! Bunun için oluşturulan Enternasyonal Özgürlük Taburları'na katıldı ve gidip bölgede savaşçıların eğitilmesindan sıcak çatışmaları yönetmeye kadar bir dizi riskli sorumluluk yüklendi.

Tıbrevank'ın Fermun'u, Paris'in Fakir'i, Hayastan'ın Nubar'ı, Rojava'nın Orhan'ı, kırk yıl kadar önce Tıbrevank'tan çıkan feda ruhunu buralara taşıdı ve sınır tanımaz bir devrimci olarak 61 yaşında Armenak-Hayrabet-Nubar ve Manuel'lerin zincirine eklendiği gibi, tarihten Paramaz ve Antranik'lerin de yeni bir parıltısı oldu. Öyle ki sonradan aldığı isimlerin tümünün hakkını sonuna kadar verdi, tümü ona yakıştı.

Suriye'nin kuzeyinde yaşamını sürdüren az sayıda Ermenilerin, Asuri-Süryanilerin kendi güçleriyle Rojava Kürtlerine ve PYD güçlerine destek olmaları, dayanışma göstermeleri, ittifak oluşturmaları Nubar Ozanyan gibi yiğit bir komutanın öncü rolüyle daha bir ivme kazandı. Ölümünün ardından binlerce kişi onu uğurladığı gibi, daha sonra onun adına Ermeni taburu kuruldu ve halklar arası birlik duygusu gelişti. Bu aynı zamanda Kürt halkının Ermenilere bakışını olumlu yönde etkileyen canlı bir örnekti. Başka hiç bir şey için olmasa bile, sırf bu etkileri bakımından Nubar'ın oynadığı rol önemliydi. Kaldı ki bölgeden yapılan tanıklıklara göre o aynı zamanda müthiş bir taktik ustası olarak İŞİD'in ablukasını kırmayı başarmış oldu.

Bir kelimeyle hayatının yaşlılığa dayanmış bir evresinde onun cesaret edip yüklendiği öyle tehlikeli bir misyon ve öyle onurlu bir ölüm, biz sevenlerinin yüreğinde ne kadar sızı yaratsa da, bir o kadar derin saygı ve hayranlık uyandırdı. Doğrusu biraz da kendimize dönme, ne yaptığımızı ve neye yaradığımızı sorgulama vesilesi oldu.

Geçtiğiimiz son bir yıl içinde Artsakh (Dağlık Karabağ) ve Ermenistan'a yaşatılan kâbusu görmemiş olmakla Nubar talihli sayılır. Bu süreç daha önce kendisi oradayken yaşansa hiç durmaz ve Artsakh'ın savunmasına katılırdı. Muhakkak ki, Nubar'ın devrimci ruhu da bütün savaş boyunca orada kol gezdi, Yerabılur şehitleriyle kucaklaştı.

Sevgili Nubar, yerinde rahat uyu. Bir gün bütün düşlerinin gerçek olacağı bir dünya veya iyilerin baskın geleceği bir evren dileğiyle…

Kardeşin Hovsep

14 Ağustos 2021

2487

“En Önde” Durmak, “En Önde” Savaşmak (Dengê Azadî )

Lozan’daki tarihsel haksızlığın 100. yıldönümünde gerilla alanlarına yönelik işgal saldırıları sürüyor. Emperyalist devletlerle İttihatçı Kemalistler arasında imzalanan ve TC devletinin emperyalistlerce kabul edilmesinin resmileştiği tarih olarak 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın üzerinden yüz yıl geçti.

Kalbim Zap’ta çarpar! (Nubar Ozanyan)

Yeni bir yüzyıl direnenlerin hikayeleri ve isimleriyle yazılmalıdır. Zalimlerin yazdığı yüz yıllık faşist tarihi parçalamanın zamanı çoktan gelmiştir. Soykırımcılar, teknolojinin üstünlüğüne her gün yenilerini ekleyerek kıyıcı ve yok edici silahlar üreterek Kurdistan’ın en ışıldayan direniş parçalarına saldırsa da, 26 gün abluka ve bombardıman altında yaralı olduğu halde “teslim ol” çağrılarına direnen gerillanın karşısında çoktan yenilmiştir!

Çoktan yenilmiştir, Osmanlı’nın İttihatçı subay ve askerleri, Türk ordusunun işkenceci generalleri!

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sayfalar