Cuma Mayıs 17, 2024

Dursun Abeme! (Vedat)

 

Böylesi durumlarda söylenenler genelde klasik ve belli kalıplar içerisinde kalıyor. Oysaki sıra dışı olanlarımızın sıra dışı anlatılması gerektiğine inanıyorum.

Sevgili DURSUN ABE, ben aynen abe demeyi tercih ediyorum çünkü yazılımı güzel olsun diye e yerine i koymayı doğru bulmuyorum. O bizim DURSUN ABE’mizdi.

SIRA DIŞI BULUYORUM”

Sene 1994 daha 19 yaşındayım Ulm’e geldim, ortalık kaynıyordu, ha koptu ha kopacak, Nisan ayı itibarı ile olan oldu. Ulm’de hatırı sayılır yoldaşlardan sadece DURSUN ABE net bir tavır takınmıştı. Geriye bir kaç tane çocuk yaşta genç diyebileceğimiz yoldaş kalmıştık. Hatırlıyorum nasılda canla başla çalışıyor ve bütün zorluklara rağmen nasıl çabalıyorduk. İlk başlarda bizi ciddiye dahi almıyorlardı, akşama kadar onlarla cebelleşiyor sonra da nefesi DURSUN ABE’nin yanında alıyorduk. Adeta bizim limanımız, sığınağımız gibiydi, onun varlığı bize güç veriyordu. Mütevazılığı, sabırlı yaklaşımları, engin ve olgun tavırlarıyla bize can katıyordu. Yaşımızı, deneyimsiz ve tecrübesiz olmamızı bir sorun olarak görmüyor, oğlu da dahil bize yoldaş diyerek hitap ediyor ve yol gösteriyordu. İnsan kendini onunlayken değerli ve işe yarar his ediyordu. Bu özelliği bence onun en muazzam özelliklerinden sadece bir tanesiydi. Velhasıl 94 üzerimize karabasan gibi çökmüştü. Var olan dernekte devam etme olanaklarımızda elimizden alınmıştı. Çizgiye ve mücadelenin devamına nefes aldıracak bir tutumla çıkmak gerekiyordu. Yapılan dernek kongresinde o mağrur edasıyla tavır takınıyor bu platformda devam edemeyeceğini söylüyor ve çıkıyordu. Biz genç çocuklar ve bu arada kazandığımız az sayıda yoldaşla kongreyi terk ettik. Kendimizi yine o meşhur otelde DURSUN ABE’nin etrafında kümelenmiş olarak bulduk. Dağılmanın değil toparlanmanın, umutsuzluğun değil umudun, örgütsüzlüğün değil örgütlülüğün ısrarında olmamız gerektiğini söylüyor ve en kısa zamanda kitleleri toparlayabileceğimiz bir mekanın oluşturulması gerektiği konusunda vurgular yapıyordu. Bize adeta umut ve ışık oluyordu. Karanlık bir mekana hüzme olarak sızan ışığı bulup gösteriyordu. İşte böyle tanıdım ben DURSUN ABE’yi.

O; dili, kültürü, kimliği ve varlığı yok sayılan, sürekli kırım ve baskılara maruz kalan bir coğrafyadan DERSİM’den geliyordu. Munzur kadar hırçın, Düzgün Baba gibi kudretli, Seyit Rıza gibi mert, asil ve cesurdu.

Suyunu Dersim’in her ocağından içmiş yoldaşımın erdemi, tamda buradan geliyordu.

Yüzyılların direniş geleneği onda tecelli ediyor ve yaşamının, söyleminin her anında kendini gösteriyordu. İnsan dediğin nedir ki zaten; zamanın ve tarihin toplamı değil mi?

Geçmiş ve gelecek arasında muazzam bir köprü kurmuştu. Bilgisini birikimini Marks’ın aritmetiğine vurmuş oradan çıkardığını Engels’in doğanın diyalektiği ile birleştirmişti. Elde ettiğini sınıfının deryasında harmanlamış ve muazzam güzellikte bir sermayeye sahip olmuştu.

Ancak dedim ya Dersimli’ydi, Zerdüşt’ün aradığı erdemli üstün insandı. Kibirli davranıp cimrilik yapamazdı. Her daim neyi var neyi yok hep paylaşırdı. Bundandır hepimizde senden bir parça olması.

Halkçıydı, hiç bir etnik, ulusal guruba mesafeli davranmazdı. Ve her zaman, yeter ki doğru bağlar kurulsun oradan da sınıfın deryasına akacak suyun varlığına inanırdı. Bu yönüyle tam bir Maoist idi. Halk içerisindeki çelişkilerin doğru değerlendirilmesinin halkı örgütlemenin tek ve yegâne koşulu olduğunu kavrayan ve uygulayan idi.

Araştırma ve incelemede derinlemesine biriydi. Bu özelliği ile İBRAHİM’İ andırırdı, hatta bir defasında bir yoldaş (Daimi) onu ziyaretinden sonra yaptığımız bir sohbette, “ne gördüm inanamazsın” diye başlıyordu anlatmaya, “DURSUN ABE yeni başlayanlar için Marks ve Mao’yu okuyor” demişti, çok şaşırmıştı. İhtiyacı olmadığı halde ne düşünerek okuyordu bende bilmiyorum. Ancak bilgiye küçümsenerek bakılmayacağını gösteren güzel bir örnek sergiliyordu.

Seminer panel ve diğer etkinliklerde sunumu yapanların değil de, DURSUN ABE’nin ne diyeceğini hep beklerdim, tarzına anlatımına edasına tavırlarına bakardım. Bu anlarda hep önderlik nedir nasıl olmalıdır diye sorardım. Bir yerlerde olmak, atanmış olmak önder olmaya yeter mi ki ? Mekanik anlamda evet, fakat olayın doğasında, örgütleme, birlik ve bütünlüğünde hayır. DURSUN ABE doğal bir önderdi bu onun doğasında vardı. Bundandır ki bulunduğu alanda sadece kendi yoldaşları üzerinde değil diğer dostları üzerinde de sözünün bir ağırlığı ve değeri vardı.

Evet kimimizin DURSUN ABE’si kiminin CEKETLİSİ, dokunduğu herkeste iz bırakan mütevazi yoldaş, seni çok sevdik.

Yaşama dair çok güzel özelliklerin vardı, sevgin, ilgin ve merakın sadece insana değildi. Senin kedin, köpeğin, tavuğun, koyunun vardı. Onları da başka severdin, zaman ayırır emek verirdin. Yaşamın doğayla uyum içerisindeydi. Şu lanet hastalığa yakalanman doğanın sana yaptığı en büyük haksızlık oldu. Ancak doğanın sana bir vefa borcu var, beş temel kuralından biri olan ‘hiç bir şey vardan yok olmaz…..’ ilkesi sende vücut bulacak. Sen yok olmayacaksın, nasıl mı? Mesela ben şimdiden seni çocuklarıma anlatmaya başladım bile. Bundan sonraki bütün münasebetlerimde senden örnekler ve alıntılar olacak. Yetiştirdiğin emeğin olan biz yoldaşların olduğu müddetçe sende bizimle yaşayacaksın.

Davaya kattıkların, kazandırdıkların, emeklerin herkes tarafından biliniyor. Bu haliyle sınıfın ve örgütlü gücünün de sana bir vefa borcu var. Bu borcun ödeneceğine olan inancımı tekrarlamak isterim.

Sevgili Elif abla, Yıldız abla yanınızda olmayı çok isterdim, yaşadıklarınızı çok iyi anlıyor ve paylaşıyorum. Koşulların uygun olduğu en kısa zamanda mutlaka geleceğim.

Kardeşlerim Barış, Ulaş, Özgür ve Binali, böyle bir babanın çocukları olduğunuz için kendinizi çok şanslı görmelisiniz. Yaşadığınız şey çok ağır, zamansız ve çok erken bir gidiş, unutmak denen bir şey yok, yokluğuna alışmakta yok, sadece eksikliğinin vermiş olduğu hüzün, acı, özlem ve buruklukla yaşamayı kabullenmek var. Siz aynı zamanda Onun haleflerisiniz. Davasını devrettiği yerden sürdüreceğinize olan inancımla sizleri selamlıyor, metanet ve sabır dileyerek yüreğinizden öpüyorum.

HOŞÇAKAL KUDRETLİ, ERDEMLİ ÜSTÜN İNSAN

HOŞÇAKAL DURSUN ABE

Bir halefin olarak

Vedat

02.03.2021 Paris

5189

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Sayfalar