Pazartesi Mayıs 20, 2024

Burjuvazinin sendromları ve İşçi sınıfının kaybedeceği yeryüzü

Dünya ve Türkiye’deki yıkıcı/yıpratıcı kaos ortamı, kapitalist sistemin öngörülen çelişik çatışmalarının bir ürünüdür. Bu, kapitalizmin daha iyi günleridir. Bir kaç Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerini saymazsak, çatışmalı ortam içinde olmayan bölgeler yok gibidir. “Çatışmalı olmayan ülkeler” ise içten içe kaynamaktadır. Bir taraftan ırkçılık, bir taraftan ise işçi sınıfıyla burjuvazi arasında süregelen sınıf mücadelesi, hiç bir burjuva ülkesini “güvenlikli” kılmıyor. Bunlara ek olarak tekellerin kendi aralarındaki çelişmeler, kaos ortamını derinleştirmenin araçlarından biri olmaya devam ediyor.

ABD’nin Vietnam sendromuna bir de 11 Eylül sendromu eklenmesi ... Dünya burjuvazisinin “demokrasi” sembolü Paris’in her yanını silahlı asker ve polislerin işgal etmesi... Alman hükümeti’nin halkı yiyecek ve su depolamaya çağırması... AB üyesi bir çok ülke yönetimine faşzimin egemen olması ve bütün ülkelerde etnik-dinsel kutuplaşmaların ve ırkçılığın artış göstermesi... Bütün bu gelişmeler, burjuvazinin yönetim krizi sendromunun derinleştiğinin göstergeleri oluyor.

Kapitalist sistemin refah dönemi artık çok gerilerde kaldı. Bunu, tekelci burjuvazinin öne çıkan sözcüleri ve temsilcileri de söylüyor. En gelişmiş bir kaç Avrupa ülkesi de bu rahatlığı çoktan terk etmiş durumdalar. Emperyalist burjuvazinin, sermayesini büyütmek için doymak bilmeyen daha fazla üretim hırsı, insanlığı, kendi kendini yok eden kontrolsüz biyomakinik bir makineye dönüştürmüş durumdadır.

Kapitalizmin, 2. Emperyalist payalaşım savaşı sonrasına denk gelen, uzun sayılabilecek iki on yıl “krizsiz” bir sürecin içine girmesine karşın, sonraki gelen yıllarda peş peşe bunalımların içine girmiştir. Kapitalizm, aşamadığı bunalımları nedeniyle 70’lerin sonlarından itibaren ise bölgesel savaşlardaki artışlar, kapitalist dünyanın çelişmelerinin derinleşmesinin de açık göstergeleri olmuştur. 

1980’lerin sonlarına doğru Rus Sosyal Emperyalizmin (RSE) çöküşü, kapitalist-emperyalist sisteme “barış ve refah” getirmemiş, tersine, silah zoruyla ayakta tutalmaya çalışılan dengeler yıkılınca, kriz, dünyanın en geri ülkelerine kadar yayılmıştır. RSE’nin çöküşü, ABD emperyalizmini dizginlerinden koparmıştır. Ancak, emperyalistler arasındaki çelişmeler ve kutuplaşmalar gerilememiş, tersine, artış göstermiştir.

Emperyalist burjuvazinin, işçi sınıfına yeni bir saldırı dalgası olarak 1980’lerden itibaren gündeme soktuğu neoliberal ekonomik politikalar; emperyalizmi krizlerden çıkaramadığı gibi, işçi ve emekçiler üzerinde yıkıcı (ideolojik-örgütsel) etkisi oldukça artmış ve dünyayı, adete bir emperyalist anarşi metaforu içine sokmuştur.Burjuvazinin bu politikası da, toplumlar için ne refah ne de barış üretebilmiştir. Var olan çelişmeleri derinleştirerek, üretim bolluğunun içinde açlığın ve yoksulluğun olduğu, baskıların ağırlaştığı bir kaos dünyası yaratmıştır. Bu salt toplumlara özgü olarak kalmayıp, insanlığın tüketilmesine oranla, doğayı da, insanı üzerinden atma ekoloji krizi içine sokumuştur.

Kapitalizm, insanı insan olmaktan çıkarırken, üretimin bolluğu içinde yoksulluğu yaşayan bir insan kitlesiyle karşı karşıya bırkamıştır. Savaşlar, bölgesel çatışmalar ve özellikle kapitalizmin tüketim kültürünün dayattığı doğanın yok edilmesi, insanlığın çok yönlü bir felaketle karşı karşıya kaldığını göstermektedir. Bu bağlamda, kapitalizm yeryüzünden sökülüp atılmazsa, işçi sınıfının kaybedeceği şey yeryüzü olacaktır.

Bilim ve teknolojinin ilerlemesi, sermayenin artan ölçüde temerküzü, kapitalizmin krizini sıklaştırıcı ve derinleştirici bir rol oynuyor. Ve kapitalist sistemin bu işleyiş tarzı, kapitalist refah ortamını ortadan kaldırdığı gibi, üretim bolluğu içinde muzzam bir yoksullaşma da üretmektedir. Devasa lüks üretimin ve tüketimin arkasında bir o kadar da çürümüşlük üretilerek milyonlarca insan açlığa mahkum edilmektedir. Kapitalist sistemin sahipleri ne kendileri güvendedir, ne de baskı altına aldıkları ve üzerlerinde sömürülerini her geçen gün ağırlaştırdıkları işçi sınıfı güvendedir. 

Burjuvazinin ortaya çıkışındaki “demokrasi” vb. değerlerin artık hiç bir hükmü ve değeri kalmamıştır. Burjuva demokrasisinin özü olan “politik özgürlük”lerin yerini, politik özgürlüklerin kısıtlanması, ortadan kaldırılması almıştır. Ve bugün kapitalist devletler, kendi devlet terörlerini işçi ve emekçiler üzerinde resmileştirmişler, işçilerin ve ezilen ulusların mücadelesini ise “terör” kapsamı içine sokmuşlardır. Dünyanın en büyük terörist emperyalist devletleri, “teröre karşı olma” adı altında istedikleri her yere askeri olarak saldırma hakkını kendilerinde buluyorlar. Örneğini NATO, dünyanın en büyük vahşi terör örgütüdür. Böylesine devasa bir terör mekanizması yıkılmadıkça, insanlığın üzerine barış ve refah güneşi asla doğmayacaktır. Bu bağlamda, kapitalizm, “refah ve güven” değil, terör üretici bir sistemdir.

Kapitalizm sürdüğü sürece, bugün dünü, yarın bugünü aratacak gelişmelere sahne olacaktır. Türkiye’nin içine sokulduğu girdap bunun en yakın örneğidir. Emperyalist burjuvazi kendi çıkarları için etnik, dinsel, işgal vb. temelli çatışmaları kışkırtarak yarattığı “Ortadoğu Cehennemi” denilen girdabı daralmamış, giderek her geçen gün yeni bir ülkeyi içine alarak genişleme göstermektedir. Böylece, tekelci burjuvazinin ve gericiliğin ele ele verdiği bir süreçte, işçi sınıf ve ezilen halkların devrimci fırtınalarının kabarmasını önlemenin ve geriletmenin gerici taktikleri de üretilmiş oluyor.

Kapitalist sistem her yönüyle çürümüştür. Her şeyden önce ahlaki olarak çürümüştür. Çünkü üretim biçimi, insanların lehine değil, bir avuç burjuvazi dediğimiz zebanilerin lehine toplumsal yaşama biçim verebilmektedir. Üretim ve bölüşümün toplumsal karakterinden kaynaklı ahlaksızlık toplumsal yapının tüm alanlarına yansımaktatır. Meta üretim sisteminin sınırsızlaştırılması; insanın insanı sömürmesi, insanın insana baskı uygulaması, insanın insanı ücretli köleliğe mahkum etmesi, insanın insanın elindeki yaşam araçlarını (özel mülkiyet adı altında) alması, toplumsal çürümeyi de hızlandırmaktadır. 

“Can çekişen” emperyalizm, ne yazik ki, kendiliğinden ölmeyecek ve yeryüzünden defolup gitmeyecektir. Emperyalist-kapitalist canavarı insanlığın sırtından, doğanın kucağından atacak olan toplumun devrimci ve dinamik gücü işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı, özel mülkiyetsiz sosyalist toplumu gerçekleştirdiğinde; toplumsal refah ve güven ortamı gelişecek, insanın insanı her türlü ezme, sömürme ve insanın doğayı tahrip ve talan eylemine son verecektir. Temel sorun: İşçi sınıfının örgütlenmesi, kapitalizmi yıkıcı bir bilinç düzeyine ulaşması ve harekete geçmesinin zorunluluğu vardır. Bunu, yaşamın her alanında eyleme dönüştürecek olan sınıfın kendi sınıf bilinçli partisidir. 

46763

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Yerel Seçimler ve Siyaset

Proletarya, hiç bir olaya ve hiç bir siyasal gelişmeye tarafsız kalamaz. Onun “tarafsız”lığı bile taraf olmaktır. Örneğin her hangi bir olayı boykot etmek tarafsız bir siyaset gibi gözükmesine karşılık aktif bir taraf olmaktır. Ya da iki burjuva (örneğin Ergenekon davaları vb.) kliği arasındaki mücadele de birinden birini desteklemeyip “tarafsız” olmak, iki burjuva kliğine karşı aynı tavırı almak anlamındadır.
 
Bütün burjuva partileri hızlı bir şekilde yerel seçimlere hazırlanıyor.

KDP,PKK...Tez,antitez ...sentez?

Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde KDP bir tezdir.Emperyalizm ve sömürgecilikle mücadelede yarı-modern bir başlangıç.Kurulduğu dönemdeki emperyalizmin ve işbirlikçisi yerel sömürgeciliğin ittifaklı çullanmışlığından kaynaklı parçacı bir tez.Toplumsal gelişmenin düzeyine bağlı olarak aşiretler/aileler ittifakı temelinde politika örgütleyen bir tez.Parçacılığı o kadar belirgindir ki, Doğu Kürdistan’da Süleyman Muini ve Kuzey Kürdistan’da Saitler komplolarındaki rollerini gözardı edebilmemizi,  ne Barzani ailesine ne de yüzyıllık direnişlerine duyduğumuz saygı sağlaya

“Postmodern zamanlar"da din (ve islam)

“de omnibus dubitandum est.”[2]

 

“Din: Teorisi/ Pratiği, Dünü, Bugünü” Sempozyumu’nun Ankara ayağındaki “Dini- Eleştirel Olarak Anlayabilmek” oturumunda öncelikle bir saptamamı sizinle paylaşmama izin verin.

Sempozyumun pratik örgütlenmesi sürecinde, kendini sosyalist/ komünist olarak niteleyen kimi çevrelerin, “dinin tartışılması”na bir hayli soğuk ve mesafeli yaklaştıklarına şahit oldum.

“Cujus regio , ejus religio !” [*] [1]

“Kralların kutsal olduğu, antropolojik ve tarihsel bir malumun ilamıdır; ne ki onlar öyle doğmazlar; ancak hükmettikleri eliyle kutsallaştırılırlar.”[2]

“Din” ile “iktidar” ilişkilerini, konu başlığındaki “iktidar” kavramının farklı yorumları çerçevesinde farklı biçimlerde ele almak mümkün, kuşkusuz: günlük yaşamın kılcal damarlarına nüfuz etmiş gündelik iktidar ilişkilerinin din tarafından tahkim ediliş tarzı; bizatihî dinsel iktidar (ve hiyerarşi) biçimleri ya da siyasal iktidar ile din ilişkileri.

Biz Seni Bekledik Zeki Yoldaş. Dört Gözle, Büyük Umut ve Heyecanla Bekledik/Hasan Aksu

 

Yetmişli yılların başı ve ortalarında Zeki yoldaşı sıkıyönetim mahkemelerinde dik duruşlarıyla, faşizmi yargılayışlarıyla tanıdık. Partili ideolojik, siyasal, savunusunu faşizmi yargılarken izledik. Faşizmi kendi kalelerinde yargılarlarken ülkemizde Partizan hareketinin tanınmasında, kavranmasında önemli etkileri oldu. Zeki yoldaş ve diğer yoldaşları şahsen tanımazdık belki ama onların çabaları, örnek tavırları bizleri Kaypakkaya çizgisinde buluşturmuştu.

 

İşaretlesiniz de Fişleseniz de Biz Aleviyiz!

İktidarın asimilasyon politikaları her yeni günde, bir  önceki günü aratır şekilde ve değişik yöntemlerle, değişik rollere soyundurulmuş Hızır Paşalar ve piyonlarla devam ediyor..

Ben İstanbul Surlarinin Dibinde Şehit Düsecegim

           Türkiye Devrimci Hareketi 1980'li yıllarda tartıştığı konuların başında Kürt Sorunu ile SSCB'nin  halen sosyalist mi ?, emperyalist mi ? diye üzerinde şiddetli tartışmaların  yürütüldüğü bir süreçten  geçerek bugünlere geldi.

“ ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?”

“Düşmanlarımızın en güçlüsü içinizdedir.”[1]

 

“… ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?” sorusunun yanıtı; onların “6N 1K”sına dair tahlili “olmazsa olmaz” kılar.

“5N 1K değil miydi?” denecek olursa…  Hayır, sadece “Ne?”, “Ne zaman?”, “Nerede?”, “Nasıl?”, “Neden?”, “Kim?” sorularıyla yetinemeyiz; bunlara “6N”yi yani “Nereden?” sorusunu da eklemeliyiz…

Konuya bu kadar geniş perspektifte eğilme ihtiyacı, liberallerin “önem”inden değil, onların manipülasyon güçlerini teşhir etmenin ve okuyucuya saygının gereği.

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Olgularla gençlik ve gelecek(sizlik)[1]

 

“Gençliğe, yaşlılıktan çok hürmet etmeliyiz.”[2]

Søren Kiergegaard’ın, “Hayatı ileriye dönük yaşar, geriye dönük anlarız,” uyarısının altını çizerek ekleyelim: “Gençlik ve Gelecek(sizlik)” meselesi, sürdürülemez kapitalizm koşullarında çürümenin diyalektiğinden bağışık ele alınamaz.

“Çürümenin Diyalektiği”ne gelince onu da Hilmi Yavuz’un, ‘Yara Şiirleri’ndeki dizelerinden şöyle aktarabiliriz:

“her şey akıyor

her şey akıyor, panta rei ve irin

akıyor kalbimize, senin ve benim;

yazdıkları taş levha üstüne, kirle

Mücadele boyu bir yasam : Schafik Jorge Handal [*]

“Hayır, hiç yenilmedik, çekildik yalnız Ve şimdi olduğumuz yerde Ve ayaktayız Diyorlar ki elbette doğru Kim katılmak istemez onlara.”[1]

Kentin merkezindeki küçücük meydanda kurulan derme çatma kürsüden, çevresinden kendisine laf atanlara, soru soranlara söz yetiştirirken, esprileriyle çevresindekileri kahkahalara boğarken, ona “gerilla komutanı” demeye bin şahit isterdi. Ama öyleydi işte…

Şefik Handal… Ya da El Salvador’daki adıyla Schafik Jorge Handal… 

Sayfalar