Cumartesi Mayıs 18, 2024

ATEŞ ALTINDAKİ KÜRDİSTAN :Umut Munzur

Devletin AKP eliyle başlatmış olduğu “süreç” 7 Haziran seçimleri sonrasında Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle buzdolabına kaldırılmıştır. Süreç bitmiş değil fakat dondurulmuştur. Gelişmelere bağlı olarak yeniden fırına verilmeyi beklemektedir. Bu haliyle beklemede olan “süreç” yeni bir “süreci” doğurmuştur. “Yeni süreç” topyekün saldırı ve yıldırma politikalarıyla hayata geçirilmek istenmekte, Kürt Özgürlük Hareketi’nin kazanımlarına ket vurmayı mümkünse bu kazanımları yok etmeyi hedeflemektedir. “Barış süreci” olarak ifade edilen sürecin taraflarından biri olan TC devleti “tek dil, tek millet” olarak kodlanmış resmi ideolojisinden taviz vermeden oyalama ve aldatma üzerine kurduğu politikalarıyla masaya oturmuştur. Nihai hedefi ise çeşitli kırıntılarla Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme, Rojava ulusal demokratik devriminin kazanımlarını engellemektir. Rojava’da savaş halinde, Kuzey Kürdistan’ın da ise “barış” halinde olma durumunun uzun vadede sürmesi mümkün değildi. Bunun mümkün olmadığı da gelişen “yeni süreç” le birlikte ortaya çıkmıştır. Özünde Kürt Özgürlük Hareketi ve TC devleti her iki alanda da savaş halindeydi ve bu savaş hali tüm şiddeti ve diplomatik alandaki girişimleriyle devam etmektedir. TC devletinin esas kaygısı Rojava ulusal demokratik devrimi sonucu ortaya çıkan kazanımların kalıcılaşması ve bunun Kuzey Kürdistan topraklarına olan etkisidir. Masada ve sahada süren savaş durumu nihai sonuca ulaşmış olmasa da TC devleti zararlı çıkmakta, Kürt Özgürlük Hareketi ise kazanımlarla ilerlemektedir. Bu haliyle yeni taktik politikalarla her iki alanda da savaş durumu sürmektedir.

Savaşın Nedenleri ve Tarafları kimlerdir?

 Bu savaş kendiliğinden ortaya çıkmamış ve kendiliğinden ilerlememektedir. TC Devletinin kurulduğu günden bu yana Kürt Ulusuna yönelik baskı-imha-yok sayma ve asimile etme üzerine kurulu resmi ideolojisi bu savaşı başlatmıştır. Bundan dolayı savaşı başlatan TC Devleti’dir. Kim bu savaşı başlattı yada ilk kim ateş etti saflığına düşmeden bu gerçeklik kabul edilmelidir. Tek Dil, tek millet, tek devlet ile kodlanan TC Devlet geleneği savaşın başlatan taraf durumundadır. Kürt Özgürlük Hareketi ise uygulanan bu ulusal baskı ve imha politikalarına karşı ezilen ulusun temsilcisi, milli zulme karşı savaşan taraftır. İki tarafında savaştığı doğrudur fakat biri haksız bir savaş yürütürken diğeri haklı ve meşru bir savaş yürütmektedir. Genel bir kavram/olgu olarak savaşa karşı çıkmak ve barış talebinde bulunmak kimsenin karşı çıkamayacağı bir durumdur. Akli dengesi yerinde olan kimse savaş istemez ve kimse barış olmasın demez. Fakat ulusal ve sosyal kurtuluş savaşları yaşadığımız dünyanın gerçeğidir. Bu gerçeğe gözünü kapatıp salt “savaşa hayır” demek hâkim sınıfların değirmenine su taşımaktır. Somut durumda TC Devleti ile Kürt Özgürlük Hareketi arasında süren savaşta, ulusal demokratik talepler ifade edilmeden ve desteklenmeden yapılan “barış çağrıları” ezen ulusun imtiyazlarını, ezilen Kürt ulusunun uğradığı milli zulmü dolaylı yollardan desteklemek anlamına gelir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin ezilen ulusun çıkarları doğrultusunda ortaya koyduğu kimi pratikler ve onun uzlaşmacı niteliği eleştiri konusu olmaktan öteye bir şey ifade etmez. Kimi kesimlerin bu durumu sosyal-şoven kimliklerine kalkan etmeye çalışmaları yanıltıcıolmamalıdır. Kürt Özgürlük Hareketi handikaplarına ve tutarsızlıklarına rağmen yaşadığımız coğrafyada özgürlük ve demokrasi mücadelesinin önemli ve en etkin gücü konumundadır. TC devleti açısından en tehlikeli ve onu en fazla zorlayan hareket Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Kürt Özgürlük Hareketi Rojava’da ciddi kazanımlar elde etmiş, Kuzey Kürdistan’daki örgütlülüklerini büyüterek eskiye göre daha kitlesel bir güce ulaşmıştır. Hariçten gazel okuyan “çokbilmiş solcular”ın “teslim olacaklar”, “tasfiye edilecekler” kehanetleri tutmamıştır. “Barışa da Savaşa da Hazırız” sloganı pratikte ispatlanmıştır.

Barışa da Savaşa da Hazırlıksız Türkiye Solu

Savaş ve barış tartışmaları devam ederken, Kürt Halkı katliamlardan geçirilirken Türkiye Solu bir bütün olarak sınıfta kalmayı yine ve yeniden başarmıştır. Kürt Özgürlük Hareketine barışması, silah bırakması, düzen içerisinde, “siyaseten” sorunların çözülebileceği aklını veren reformist kesimler suskunluk içerisindedir. Reformist kesimler, devletin zulmü karşısında toplumun önemli bir kesiminde AKP’nin seçimlerden istediği sonucu alamadığından dolayı savaşı başlattığı algısı güçlüyken bunu örgütleyecek ve barış talebini kitlesel bir güce dönüştürecek politik varlığı gösterememiştir. Tersinden “sürecin” tasfiye, aldatma üzerine kurulu olduğu gerçeğini ifade ederek temkinli ve kaygılı yaklaşan Devrimci Hareket ise savaş durumunda varlık gösterememektedir. Demokratik alan sınırlarını aşamayan, yetersiz, kitlelerin öfkesini sokağa, eyleme taşıyacak, hesap sorma pratiği anlamında ciddi bir varlık gösterememektedir. Kürt halkı zulüm ve katliam altında kuşatılmışken, K.Kürdistan’ın küçük ilçelerinde muazzam bir direniş örgütlenirken bu sessizliğin, biz söylemiştik ukalalığını geçemeyen pratiğin, kimin hangi sürece nasıl hazırladığı gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

 7 Haziran Sonrası ve HDP

7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tablo devletin tüm kurumlarında kendi kliğinin denetimine sokan AKP’ye istediği sonuçları vermemiştir. Birinci parti olmasına rağmen tek başına “iktidar” olmayı sağlayamamıştır. Bu sonucun ortaya çıkmasında Kürt Özgürlük Hareketi’nin önderliğinde oluşturulan Halkların Demokratik Partisi’nin başarısı vardır. Ülkemizin koşullarında kitleleri peşinden sürükleyen, ona önderlik eden komünist-devrimci bir hareket olmadığından HDP çizgisi bile kabul edilebilir bir noktada görülmemektedir. Halkların Demokratik Partisi’nin reformist bir niteliğe sahip olması bu gerçeği değiştirmemektedir. HDP’yi ne kadar geriye çekebilirse ne kadar daraltırsa kendini o kadar başarılı olacaktır. Bu Mecliste oluşacak sayısal hesaplarla sınırlı bir durum olarak görülmemelidir. HDP Kürdistan’da AKP’yi sandığa gömmeyi başarmıştır. TC Devletinin Kürdistan’da ki varlığı AKP eliyle hayat buluyorken onun sandığa gömülmüş olması, önceki seçimlere göre dip noktasına varması, bir bütün olarak TC Devletini büyük ve içinden çıkılmaz bir kaygının içerisine sokmuştur. Kaygılarında haklılar çünkü Kürt halkı uzun yıllardır süren oyalama, aldatma politikalarına tepkisini sandığa yansıtmış, tarafını Kürt Özgürlük Hareketi’nden yana ortaya koymuştur. K. Kürdistan’da 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tablo ve Rojova’daki gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde sonu. hakim sınıflar açısından tam bir kabus anlamına gelmektedir. Aldatma, oyalama ve tasfiye olarak planladıkları süreç tutmamıştır.HDP, 7 Haziran seçimlerinde ortaya koyduğu performansı ve başarıyı seçim sonrasına taşıyamamıştır. Onlarca devrim-yurtseverin katledilmesine rağmen yeterli bir karşı koyuş örgütleyememesi onun niteliğiyle bağlantılıdır. Kuzey Kürdistan’da katliam ve direniş yaşanırken saldırılardan HDP’de payını almıştır. Ciddi çatışmaların yaşandığı bu süreçte özellikle batıda üstlenmesi gereken misyonunu yerine getirememiştir. TC devletinin Kuzey Kürdistan’da uyguladığı tüm saldırganlık ve vahşetine rağmen batıda adeta bir sessizlik söz konusudur. HDP, 7 Haziran seçimlerinde ortaya koyduğu kitleselliği ve mücadeleyi sokağa yansıtamamış kitlelerde karşılığını bulacak barış talebini bile etkili bir politika olarak örememiştir. Seçimlere, meclise olduğundan farklı misyonlar biçenlerin yaşadığı “şok”, “Bizler Meclise” girince sorunları çözeceğiz boş iddiası, birkez daha faşist devlet gerçeğiyle karşılaşmıştır. Koalisyon tartışmaları sürecinde “ülkeyi hükümetsiz bırakmayız” , “CHP-MHP hükümetine destek veririz”, “AKP-MHP hükümeti savaş hükümeti olur”, “AKP-CHP hükümeti makul olandır” vb. açıklamalar HDP’nin niteliğini ve gerçeğini göremeyen gözlere, duyamayan kulaklara bir kez daha kendini göstermiş ve duyurmuştur. HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden sonra meclis başkanlığı, koalisyon ve bakanlık gibi meselelerde gösterdiği tavırların 1 Kasım seçimlerinde bu partiye yönelik tavrımızı belirleyecek esaslı etkenler olarak görmemek gerekiyor. HDP’nin bahsini ettiğimiz meselelere dair yaklaşımı onun reformist niteliğiyle uyumludur.

1 Kasım Seçimlerinde Ne Yapmalıyız

Seçimlere katılma yâda katılmama kararını taktik bir politika olarak ele alanlar açısından üç yol bulunmaktadır. Birincisi; boykot, İkincisi; bağımsız adaylar, Üçüncüsü; HDP’nin desteklenmesi/ittifak kurulmasıdır. İlk ikisinin, sübjektif güçler ve objektif durum değerlendirildiğinde kitlelerde karşılığı bulunmamaktadır. Sorunu “ilkesel” olarak ele alanlar açısından 1 Kasım seçimleri, ‘örgütü koruma’, teşhir ve propagandayla sınırlı bir faaliyeti tercih etmekten öteye bir anlamı ve karşılığı olmayacaktır. Her iki tavrın sistemi sıkıştıracak, onu krize sokacak etkisi bulunmamaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi açısından hali hazırda boykot gündemi bulunmamaktadır. Türkiye Solu’nun, Kürt Özgürlik Hareketi’ni hesaba katmadan alacağı boykot yada bağımsız adaylar çabalarının somut koşullarda bir kazanımı olamayacaktır. 1 Kasım seçimlerinde tavrımızı belirleyecek olan Kürt Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü mücadele ve ortaya koyduğu talepler olmalıdır. Belirleyici olan esas nokta Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik muhtevasıdır. Onun, hakim ulusun imtiyazlarına ve ulusal baskısına karşı savaşması ve mücadele etmesi desteklemek için yeterlidir. Mecliste HDP’nin oluşturacağı grup, ezilen Kürt ulusunun maruz kaldığı ulusal baskı ve haksızlığa karşı yürüttüğü mücadelenin bir alanıdır. Demokratik alan olarak ifade edilen mücadele alanının önemli bir parçası, Kürt özgürlük mücadelesinin önemli bir bileşenidir. Ezilen ulusun haklı ve meşru mücadelesinin bir parçası olarak parlamento kürsüsü kullanılmaktadır. Kürt halkı büyük bedeller ödeyerek burayı mücadelenin bir mevzisi haline getirmiştir. Bu alanın korunması ve ileri taşınması önemlidir.1 Kasım seçimlerine giden süreçte TC devletinin baskı ve katliamlarını yoğunlaştırarak sürdüreceği açıktır. Kürdistan’ın çeşitli illerinde tutsakla hapishanelerin doluluğu gerekçe gösterilerek hiçbir masraftan kaçınmadan uçaklarla Karadeniz bölgesinde bulunan hapishanelere taşınmaktadır. Şuan devam eden tutuklama terörünün artarak devam edeceğinin işareti olarak görülmelidir. Şehir ve gerilla merkezlerinde yurtsever güçlere yönelik operasyonlar tüm hızıyla sürmektedir ve seçim süreci boyunca bu operasyonlar devam edecektir. Devam eden infazlar, gözaltılar, tutuklamalar ve imhaya yönelik operasyonlar karşısında Kürt halkının direnişi ve karşı koyuşu da buna paralel yükselecektir. 1 Kasım seçimlerinde seçim çalışmalarından, oy kullanmaya, oyların sayılmasına kadar her türlü provokasyon ve saldırı denenecektir. Her gün çocukları katledilen, sokağa çıkma yasakları, köy boşaltmalarla, infaz ve tutuklama terörüyle ateş altındaki Kürt halkının yanında olmak devrimci bir görevdir. Bu dayanışma ve mücadeleye sahip çıkmak, demokratik alanlarla sınırlı olmamalı, ne kadar olanak varsa dayanışma ve mücadeleye seferber edilmelidir. Tüm bu gerçekler düşünüldüğünde Kürt Özgürlük Hareket’inin 1 Kasım seçimlerine yönelik tavrı devrimci-demokratik tüm güçler tarafından belirleyici olmalıdır. Bu bağımsız politika belirleyememe, kuyrukçuluk anlamına gelmemektedir. Türkiye Solu’nun reformist ve devrimci tüm kesimleri belirleyecekleri politikada Kürt Özgürlük Hareketi’ni hesaba katarak, onun yanında ve tüm alanlarda dayanışma içerisinde olması gerekmektedir.

Umut MUNZUR

43396

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Sayfalar