Pazartesi Mayıs 20, 2024

Artı-Değerin Kaynağı-2

Makinaların Marifetleri:

Makinalar canlı emeğin yerini aldığında, toplumsal yapıda da buna uygun temel değişimler olacaktır. Ortada artı-değer, ya da daha yalın söylemle işçi sömürüsü olmayacağı için, işçi sömürüsü üzerine kurulu kapitalist sistemin varolmayacağı açıktır.

Fabrika sisteminin gelişmesi, sermayenin gittikçe büyüyen kısmını, bir yandan değerinin sürekli olarak kendisinin büyütebileceği, öte yandan da, canlı emekle ilişkisini kopardığı anda hem kullanım-değerini ve hem de değişim değerini yitireceği bir şekle sokar.”[1]

İşçinin bütünüyle üretim süreci dışına çıkması olası mı? Elbette olası. Üretici güçlerin devasa (yüksek düzeyde dijitalleşme) gelişmesi ve üretim sürecinin bütünüyle makinalaşması, kaçınılmaz olarak işçiyi de üretim sürecinin dışına itecektir. İşçi (insan) burada, kapitalist üretim sürecinde olduğu gibi artı-değer üreten bir emekçi olmayıp, salt “denetleyici ve düzenleyici” olarak yer alacaktır.

Marx, Grundrisse’de, canlı emeğin (işgücü) üretim sürecinden çıkışını açıklamıştır.

Canlı emeğin nesneleşmiş emek (makinalar –YK-) karşılığında değişimi; yani toplumsal emeğin sermaye ve ücretli emek karşıtlığı halinde konumu –değer ilişkisinin ve değere dayalı üretimin son gelişmesidir.”[2]

Kapitalist sermayenin biricik kaynağı olan canlı emek, üretim sürecinin dışında kaldığında, ortada sermaye de olamayacağı için, var olan şey toplumsal bir servet olacaktır. Çünkü ürünler, kapitalist meta üretiminde olduğu gibi üretilen ürünlerin değişim değeri olmaycaktır. Değişim değeri olmayan bir ürünün kapitalist meta olması sözkonusu olamaz.

Marx, yukarıdaki alıntıda ortaya konan gelişmelere bağlı olarak, insanın üretim süreci karşısında düzenleyici ve denetçi olmasını şöyle açıklar.

Emek, artık üretim sürecinin kapsamı içine iyice alınmış durumda değildir, insan daha çok üretim süreci karşısında bekçi ve denetleyici durmundadır.”[3]

Burada anlatılan komünist toplumdur. Komünist toplumda servetin kaynağı toplumsal emek olacaktır. Ortada artı-değerin zorla gasp edilmesiyle elde edilen servet yerine toplumun ortak ürünü olan toplumsal servet birikimi olacaktır. Bu süreçte emek doğrudan ve fazlasıyla servetin kaynağı olmaktan çıkacaktır. Çalışmanın zorunlu olmaktan çıkması ve insanın kendisine daha fazla zaman ayırmasının toplumsal koşullarının yaratılması olacaktır.

Emek doğrudan biçimiyle servetin büyük kaynağı olmaktan çıkar çıkmaz, emek zamanı da onun ölçüsü ve dolaysıyla değişim-değeri kullanım-değerinin ölçüsü olmaktan çıkar ve çıkmak zorundadır. Kitlenin artı-emeği, genel servetin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkmıştır, bunun gibi, birilerinin emeği olması da insan beyninin genel güçlerinin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkmıştır. Değişim değerine dayanan üretim bununla birlikte çöker ve doğrudan maddi üretim süreci de geçicilik ve karşıtlık biçimine girmiş olur. Bireyselliğin özgür gelişmesi artı-emek sağlamak için gerekli-emek zamanının azaltılmasına değil, bireylerin hepsinin sanatsal, bilimsel vb. gelişmesine uygun düşen serbest zamanın ve araçlarına yaratılmasına olanak sağlayan toplumun gerekli-emeğinin enaz düzeye indirilmesine bağlıdır. Sermaye artık süreç halindeki çelişkidir, çünkü en alt düzeye indirilmesini engeller ve bir taraftan da emek-zamanını gereksiz zaman biçiminde çoğaltmak için gerekli-zaman biçiminde azaltır.[4]

Burada da Marx’ın açıkladığı gibi, sermaye, bir taraftan gerekli emek zamanını azaltma eğilimi içindeyken, öbür yandan ise gelişmiş toplumsal üretim güçlerini artı-değerine el koymak için kapitalist üretim ilişkilerini sürdürmeyi elden bırakmamaya çalışır. Bu, emek sermaye arasındaki çelişme olarak topluma yansır ve gelişen ürtici güçlere karşın kapitalist üretim ilişkilerini devam ettirmek bir yerde imkansız hale gelir. “Sermaye artık süreç halindeki çelişkidir”, çünkü üretim araçlarının  ve genel anlamda üretici güçlerin gerekli emek zamanını alabildiğine kısaltacak düzeydeki gelişmişliği, ama buna karşın burjuvazinin işgününü uzatma eğilimi, burjuvazi ile proletarya arsındaki çelişmeyi daha da keskinleştirmektedir.

Marx, sermayenin eğiliminin yaralanabilir zaman yaratmak ve onu aynı zamanda artı-değere dönüştürmektir dedikten sonra şöyle devam eder:

Birincisinde (yararlanabilir zaman –YK-) çok başarılı olursa, artı-üretimden zarar görür ve o zaman sermaye tarafından değerlenmiş olması gereken artı-emek olmayacağı için gerekli-emek kesintiye uğrar. Bu çelişki ne kadar çok gelişirse, üretken güçlerin gelişmesinin artık ötekinin artı-emeğinin maledilmesiyle durdurulamayacağı, işçi yığının kendisinin kendi artı-emeğini kendine maletmesi gerekliliği de o kadar ortaya çıkar. İşçi yığını bunu yaptığı zaman –ve bununla birlikte yararlanılabilir zaman, çelişkili bir varlık olmaktan çıktığı zaman- bir yandan gerekli emek zamanı, ölçüsünü, toplumsal bireyin gereksinimlerinde bulacak, öte yandan da toplumsal üretken gücün gelişmesi öyle hızla büyücektir ki, artık üretim herkesin servetinden sayılmakla birlikte, herkesin yararlanabilir zamanı da artacaktır. Çünkü gerçek servet, bütün bireylerin gelişmiş ürtken gücüdür. Artık o zaman servetin ölçüsü hiç de emek-zamanı değildir, yaralanabilir zamandır.”[5]

Ama bu kapitalist toplum olmayacaktır. Komünist toplumun kendisi olacaktır. Kapitalist toplum sürdüğü sürece üretici güçlerin gelişmişliği ve hatta “yapay zeka”nın bütünüyle üretim sürecine egemen olduğu süreçte, üretim ilişkileri kapitalist üretim ilişkisiyse burada işçi salt, üretim sürecinin bir düzenleyicisi ve bekçisi olarak değil, yine makinanın bir parçası olarak yer alır ve artı-değer üretir. Yani, üretici güçlerinin gelişmesinin derecesi, kapitalist sistemde işçiyi üretim sürecinin dışına atamaz, tersine daha büyük artı-değer için daha büyük miktarda işçiye gereksinimi ve işgünün uzatılması vardır.

Bunun tersi olursa, yani, işçiler salt düzenleyici olarak üretim sürecinin dışında yer alırsa, ortada artı-değer üretimi olmayacağı için, ortada bir işçi sınfı ve burjuva sınıfı da olmayacaktır. İşçinin sermaye için artı-değer ürettiği kapitalist toplumun yerini; sömürünün, sınırların ve de sınıfların olmadığı toplumsal bir sistem alacaktır. Bu komünizmdir.

Üretimin bütünüyle makinalaştığı bir üretim sürecinde metanın değişim değeri olamaz. Kapitalistlerin meta üretimini, işçileri üretim sürecinin dışında bırakarak bütünüyle yapay zeka ya da robotlarla yaptığını varsayalım. Bu muazzam bir aşırı üretimi de beraberinde getirecektir. Kapitalistlerin birbiriyle ölümcül rekabeti, daha fazla üretimin pazara sürülmesiyle sonuçlanacak. Ancak, böyle bir üretim sürecinin sonucunda metanın pazarda sermayeye dönüşmesi gerçekleşmeyecektir. Çünkü ortada metanın alıcısı olmayacaktır. Burjuvazinin çalışana gereksinimi olmadığına ve bütün işlerini makinalar ile yaptığına göre, üretim dışında kalan nüfusun %99’da üretilen metaları ürün olarak alacak paraları olmayacaktır. “Yapay-zekalı” kapitalist bir toplum düşleyenler, artık toplumun %99’unun artı-nüfus olacağını da hesaplamaları gerekiyor. Ve salat toplumun %99’u değil, kapitalistin kendisi de aç kalacaktır çünkü meta pazarda sermayeye (para) çevrilemeyecektir.

Kapitalist üretim ilişkileri içinde bu olası mı? Elbette ki hayır. Burjuvazi ürettiği metanın pazarda tüketilmesi için, yani, değişim değeri için üretiyor ve metanın sermayeye dönüşmesi gerekiyor ki, tekrar yeniden üretimi gerçekleştirebilsin. Meta sermayeye dönüşmeyince üretim süreci tıkanır ve yeniden üretim süreci gerçekleşmez. Yani Marx’ın, kapitalist üretim sürecinin temeli olarak ortaya koyduğu MPM süreci gerçekleşemez. Basit formülüyle, kapitalist toplumun üretim süreci Meta-Para-Meta şeklindedir.

Toplumun %99’unu üretim sürecinin dışında bırakanlar, kapitalist toplumun geleceğini, kaçınılmaz olarak komplo teorileri ile devam ettirmek zorunda kalıyorlar. Ancak, tarihsel olarak hiç bir toplumsal sistem komplo teorileri ile var olmadığı gibi varlıklarını da komplo teorileri ile devam ettiremezler. Toplumlar, iradi olarak değil nesnel olarak vardırlar.

Emek-zamanı değerin ölçüsü olmaktan çıktığında, toplumsal servetin ölçüsü de Marx’ın vurguladığı gibi yararlanabilir-zaman olacaktır. Bu süreç çok uzak değildir.

 

Sermaye Birikim Süreci Proletaryanın Artışı Süreci Olmaktan Çıktı Mı?

Sermaye olmadan işçi olmaz, işçi olmadan sermaye olmaz ve sermayenin büyümesine koşut olarak işçi nüfusu da mutlak bir biçimde artar. Sermayenin artış oranıyla işçi nüfusunun artış oranı elbette aynı oranda olmaz, sermaye birikim oranına göre işçi nüfusu düşmesine karşılık, gerçekte ise mutlak olarak bir artış gösterir. Sermaye mülksüzleştirdiği bütün insanları işçi olarak kendine bağımlı hale getirir. Mülksüzleştirilenler, üretim araçlarından yoksunlaştırılanlar, kaçınılmaz olarak sermayenin emri altına girer. Ancak, sermaye hepsini istihdam edemez, belli bir kısmını yedek nüfus olarak cephe gerisinde tutar. Bu sermayenin birikimi için olmazsa olmazlardan birisidir.

Makinalaşmamanın hızlanması ve üretim sürecinde yoğunlaşmasına bağlı olarak işsizliklerde artmasına karşın, işçi sayısında da mutlak olarak bir artış vardır. Sermaye birikimi işçinin artı-değeri olduğu için, ne kadar fazla işçi çalıştırıyorsa kapitalist o kadar fazla artı-değer elde eder. Bu nedenle de işçi çıkarmasına karşın aynı zamanda işçi çalıştırmak zorundadır.

Aşırı meta (aşırı sermaye) üretimi için kapitalist üretim süreci içine makinaları katar. Kapitalist, sermayenin organik bileşimini her yeniden üretim süreci içinde yoğunlaştırır. Bunu pazardaki diğer kapitalist rakiplerine karşı üstün gelmek, daha fazla pazar payı elde etmek ve de en asgarisinden pazar payını korumak için yapmak zorundadır ve o durmadan büyümek için durmadan artan ölçüde aşırı meta üretimine baş vurur.

Bunun için işçi çalıştırmak zorundadır. Daha öncede vurguladığımız gibi bu çelişmeli bir durmdur. Bir taraftan, azami kar elde etmek için sermayenin organik bileşimini (üretim süreci içinde makinalaşmanın artması) değişen sermaye aleyhine büyütürken, öbür yandan ise salt bu nedenle kar oranında düşme eğilimi yasası devreye girer.

Marx’ın; “sermaye birikim süreci proletaryanın artışı sürecidir” belirlemesi eskidi mi? Ya da gerçekten işçi sayısında azalma mı var? Eğer, işçiler artık üretim sürecinin dışına itiliyorsa, tek tek ülkelerde ve dünya toplamında, genel nüfusa oranla işçi sayısında yani çalışan sayısında azalma olması gerekiyor. Ancak bütün istatistiki veriler, kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak çalışan sayısında da artış olduğunu ortaya koymaktadır.

Buraya, seçilmiş ülkelerin ve bölgelerin, seçilmiş yıllara göre (OECD 2018) işgücü (labour force) istatistik verilerini aktaralım.

 

Uluslararası işgücü karşılaştırması (bin)

Tablo-1

 

2009

2011

2013

2015

2018

OECD Ortalaması

591 391

596 646

606 749

616 332

635 358

Avrupa Birliği (28)[6]

240 197

239 241

241 630

243 843

247 325

Avro Bölgesi[7]

158 830

158 378

159 817

161 138

163 745

G7[8]

364 757

364 127

368 343

372 735

383 067

Türkiye[9]

23 710

25 594

27 046

29 678

32 274

32 594 (2019)

Dünya Toplamı                                                              5.81 milyar[10]

 

       

Kaynak:OECD İşgücü İstatistikleri 2019. www.oecd-labour-force-statistic-2019

Yukarıdaki Tablo-1’deki veriler, toplam işgücü sayısının yıldan yıla arttığını göstermektedir. Örneğin, Türkiye’de 2009-2019 arası, yani dokuz yılda, işgücü yaklaşık 9 milyon bir artış söz konusu. Nüfus artışıyla işgücü sayısındaki artışın yaklaşık olarak birbirine paralel gittiği görülüyor.

Seçilmiş ülkelerin ve bölgelerin, seçilmiş yıllara göre çalışan (employment/istihdam) nüfusu (bin)

Tablo-2

 

2009

2011

2013

2015

2018

OECD Ortalaması

332 574

334 512

338 259

343 065

351 717

Avrupa Birliği (28)[11]

131 460

130 168

130 795

131 726

133 246

Avro Bölgesi[12]

87 257

86 211

86 399

86 850

88 008

G7

199 287

198 474

199 717

201 747

2016 126

Türkiye[13]

20 615

23 266

24 601

26 621

28 080[14]

Dünya Toplamı                                                       3.37 milyar

 

       

Kaynak: OECD, agR-2019

Tablo-2’de de görüleceği gibi, yıllar itibariyle makinalşmanın artmasına karşın işçi istihdamında bir yükseliş vardır.

Seçilmiş bölge ve ülkelerin, seçilmiş yıllara göre sanayi ve hizmet istihdamı (bin)

Tablo-3

 

2010

 

2015

 

2018

 

Sanayi

Hizmetler

Sanayi

Hizmetler

Sanayi

Hizmetler

OECD Ortalaması

122694

  393 235

127 674

419 646

133335

  441 486

Avrupa Birliği (28)[15]

54 299

150 579

52 905

158 101

55 166

  166 058

Avro Bölgesi[16]

35 684

101 273

33 869

105 122

35 209

  110 618

G7

71 517

255 187

73 606

270 140

75 823

 282 555

Türkiye

5 924

11 313

7 247

13 940

7 662

   15 776

Dünya Toplamı

 

 

 

 

 

3,37[17] milyar

Kaynak: OECD, agR-2019

Burada bir çok iş dalını hizmetler sektöründe göstermelerine karşın, sanayi sektöründe çalışanların saysında artış vardır. Örneğin yine İLO’nun 1991-2019 verilerine göre sanayi sektöründe çalışanların oranı, genel çalışanlara oranı %21,8 iken 2019 yılında nda %23,02’ yükselmiştir.[18] Bu olgu, sanayi proletaryasının gücünü ve uluslararası niteliğini ortaya koymaktadır.

Sermaye birikimi geliştikçe çalışma alanları da genişleme gösteriyor. Örneğin, 2015 yılı %100 olarak alındığında, 2018 yılında OECD toplamı 104.7 olmuştur. Yani, 4 yıl içinde yeni iş alanlarının genişleme oranı %4.7 olarak artış göstermiştir. Bu artış, daha çok hizmetler sektörüne tekabül etmesine karşılık sanayi indekslerinde genişleme olmaktadır.

Marx’ın “sermayenin artması işçi sınıfının artması” belirlemesi, dün olduğu gibi bugünde geçerlidir. Yüzeysel bir saptama değil, kapitalist sermayenin büyüme yasasıyla doğru orantılıdır.

“ ... iş bölümünün daha yüksek düzeylere ulaşması sonucu işçi sınıfının büyümesi eğilimi söz konusudur. Sadece doğrudan üretim yapan işçilerin sayısı göreli olarak azalmakta, ama aynı zamanda kontrol, bakım ve üretimin sürdürülmesi için gereken diğer görevlerle uğraşan işçilerin sayısı da artmaktadır. “Hizmet sektörü”nün bütün meslek grupları, çoğunlukla ya dar ya da geniş anlamda işçi sınıfına dahildirler. Azınlıkta kalan bir kesim ise küçük-burjuva ara tabakalara dahildir. Tüm toplumun sanayileşme yolunda gelişimini yaşamaktayız.[19]

Burjuvazi, “hizmetler sektörü”nü geniş anlamda tutatarak ve burada çalışan işçileri işçi sınıfı dışında göstermesinin nedeni, işçileri bölme politikalarından birisidir. Ne var ki, küçük burjuva oportünizmide burjuvazinin bu böl-yönet politikasına balıklama atlamakta gecikmemiştir. MLM güvensizlikleri yanında işçi sınıfına olan güvensizlikleri, onları burjuvazinin yalan propagandacısı durumuna düşürmüştür.

Oysa, Haziran 2013’te (GEZİ) sokaklarda çatışan işçişlerdi. Belli bir sayıda küçük burjuva ara tabakalardan da emekçilerin olması, sorunun özünü değiştirmiyor. Burjuvazinin  severek “ara” tabaka dedikleri kafa ve kol emekçisi işçilerden başkası, işgücünden başka bir serveti olmayan işçiler ya da iş arayan işsizlerdi.

Bazı Yıllara Göre Seçilmiş Bölge ve Ülkelerin İşgücü ve İstihdam Oranları %, 2015=100

Tablo-4

 

2009

2011

2015

2018

 

 

İşgücü oranı%

İstihdam oranı%

İşgücü oranı%

İstihdam oranı%

İşgücü oranı%

İstihdam oranı%

İşgücü oranı%

İstihdam oranı%

OECD Ortalaması

96.0

94.6

96.8

95.6

100.0

100

103.1

104.7

Avrupa Birliği (28)[20]

98.5

99.0

98.1

97.9

100.0

100

101.4

104.3

Avro Bölgesi

98.6

100.0

98.3

99.1

100.0

100.0

101.6

104.7

G7

97.9

95.6

97.7

95.8

100.0

100.0

102.8

104.1

Türkiye

82.0

79.9

89.1

90.5

100.0

100.0

108.7

107.9

Dünya Toplamı

 

           

Kaynak: OECD agR-2019

Türkiye’deki iş indekslerini incelediğimzide de sanayi ve hizmetlerde bir artış olduğu görülecektir. 2009 yılında iş endeksi %79’,9 iken 2014 yılında %97.4’e çıkmıştır. Yine 2015 yılı baz alınıp %100 olarak kabul edilirse, 2018 yılında %100.7’e genişlemiştir.
Yukarıda adı geçen ülke ve bölgelerdeki iş genişlemesinde de aynı artışlar söz konusudur. TÜİK’in en son verilerine göre, 2019 yılında işgücünün genel nüfusa oranı %53 iken, çalışanların (istihdam) oranı ise %45.7’dir. İstihdam oranı her yıl artış göstermektedir. Örneğin, 2006 yılında Türkiye’de, çalışabilir işgücü içinde istihdam oranı %40,5 idi. Son 13 yılı içinde istihdam %5,2 artış göstermiş. Bu verinin ortaya koyduğu yalın gerçek, çalışanların sayısı azalmıyor, tersine artıyor.

ILO’nun hazırladığı; “Küresel İş Gücü Piyasasının Fotoğrafı 2018” (Snapshot ot the global labour market, 2018) raporuna göre, dünyanın çalışan ve çalışmayanların istatistiki fotoğrafı şöyle:

Dünya nüfusu 7.7 milyar. Bunun 5.7 milyarı çalışabilir yaşta (15 ve üstü). 172 milyon işsiz var ve 140 milyon ise işgücüne katılabilir bir potansiyel nüfus var.  Toplamda çalışabilecek yaştaki 2 milyarı aşkın insan işsiz ya da sürekli olmayan işlerde yer yer çalışıyorlar. Bu 2 milyar nüfus, iş aramayanları, ama çalışabilir yaşta olduklarını ifade ediyor. İş arayıp iş bulamayan işsiz sayısı ise 170 milyon olarak ifade ediliyor. Buna ek olarak 140 milyon kişi daha çalışabilir durumda, ama çalışabilecekleri bir işleri yok. Bütün bunlara karşın İLO’nun işsiz rakamı, dünya çapında 170 milyondur. Bu, İLO’nun devletlerin resmi istatiklerden aldığı genel bir sonuç toplamıdır. ILO, bir gerçeği daha açığa vurmakta. Dünya nüfusunun gelişmesi ile çalışanların sayısı aynı oranda artmamaktadır. Örneğin 2000 yılında çalışabilir nüfusun %61.1’i istihdam edilirken 2020 yılında bu oran %58’e gerilemiştir.[21]

3.3 milyar çalışan nüfusun; %61’i düzensiz ya da sosyal güvenceden yoksun (informal) işlerde çalışıyor, %39’u ise düzenli (formal) işlerde çalışıyorlar.

3.3 milyar nüfus’ta çalışanlar içinde sayılanların %3’ü işveren, %11’i aile işletmelerinde, %34 (1.1 milyar) kendi hesabına ve %52’i ise ücret ve maaşlı çalışanlardan oluşuyor.

Bütün bu veriler; toplumsal bir sistem olarak kapitalist sistemin sürdürülemez oluşunu ortaya koyuyor. Çünkü, 2 milyar kişi ya işsiz ya da düzenli olmayan geçici işlerde çalışmaktadır. Dünya nüfusunun neredeyse yarısı günlük 1,90 ABD doları altında gelire sahiptir.

İşgücünün artışı ile istihdam orantılı değildir. İşgücü her yıl istihdama göre daha fazla büyümektedir. İLO’nun adı geçen raporuna göre; dünyada çalışma nüfusu 1990-1995 yılları arasında %1,9 artmış, bu oran 2013-2018 arası ise yıllık %1,3’e gerilerken 2030 yılnda %1,1’e düşeceği tahmin ediliyor. Yani, çalışma yaşındaki nüfusta bir azalma eğilimi konusu. Bu da, tek tek ülkelerde burjuvaziyi derinden düşündüren toplumsal bir gerçeklik.

Aynı rapor’un verilerinden devam edersek: 1990’lar boyunca istihdam artışı %1,5 iken 2018 yılında %1’in altına düşüyor. Yani, sermaye birikimine oranla mutlak bir büyüme varken, aynı şekilde bir düşmede söz konusudur. Kapitalizmin kısmen istikrarlı gittiği 2010-2017 arasında istihdam ve işgücü artışı oranları birbirlerine yakın. Ne var k, 2018 ortalarında başlayan kriz ve peşinden gelen Korona virüs (Covid-19) salgını, işsziliği daha da çoğaltacaktır. ILO’nun korona virüsünün daha ilk günlerinde, salgından dolayı 2 milyon insanın işsiz kalacağını açıkladığını buraya alalım. Bu en iyimser bir rakam olmakla birlikte gerçeği yansıtmaktan oldukça uzaktır. Rakam çok daha yüksek olacaktır.

Konumuz açısından önemli olan, sermaye birikimi ile istihdam oranları aynı gitmemekte, sermaye birikimi (burjuvazi verimlilik diyor) daha fazla artmaktadır. Bu da kapitalist üretim ilişkilerinin doğal bir sonucudur.

Kısacası, istihdamın, genel nüfus oranına göre düşmesine karşılık, çalışanların sayısı her geçen yıl artmaktadır. Yani, çalışanların nüfusu bir önceki yıla göre azalmıyor, tersine artış gösteriyor. Bu da, kapitalistlerin işçiyi bütünüyle üretim sürecinin dışında bırakacak anlayışını doğrulamıyor. Yukarıda da belirtiğim gibi, o aşmaya geldiğinde kapitalizm kapitalizm olmayacaktır.

Tablo-4’de de görüleceği gibi, çalışanlar ve iş gücü oranı sürekli artmaktadır. Ancak, kapitalizmin  yürüyebilmesi için bir işsizler ordusuna gereksinim vardır. İLO raporunda verilen işsizler oranı, kapitalizmin yedekte tuttuğu ve tutmak zorunda kaldığı mülksüzleştirilmiş ve yalnızca iş gücünden başka satacak bir şeyleri olmayan kitlelerdir. Yani, yedekte tutulan işsiz üretim ordusudur.

Kapitalizmin en iyi döneminde dahi yüzde yüz istihdam gerçekleşemez. Böylesi koşullarda sermaye birkimi olmaz. Sermaye birikiminin en önemli şartlarından biri işsizler ordusunun varlığıdır.

Devam Edecek



[1]
                        [1] Marx, Kapital, C.1, sf. 434-435, Birinci Baskı, Sol Yayınları

[2]
                        [2] Marx, Grundrisse Cilt 2, sf. 174

[3]
                        [3] Marx, age, sf.174

[4]
                        [4] Marx, age, sf. 175

[5]
                        [5] Marx, age, sf. 177

[6]
                        [6] İngiltere dahil

[7]
                        [7] Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, Portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.

[8]
                        [8] ABD, Kanada, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya,

[9]
                        [9] Türkiye’nin istatistikleri TÜİK İşgücü İstatistikleri‘nden alınmıştır.

[10]
                        [10] İLO, World Employment and Social Outlook – Trends 2020 . (5.81 milyar’ın içinde bütün çalışabilir nüfus var) Erişim: Nisan 2020

[11]
                        [11] İngiltere dahil

[12]
                        [12] Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.

[13]
                        [13] Türkiye’nin istatistikleri TÜİK İşgücü İstatistikleri‘nden alınmıştır.

[14]
                        [14] 2019 yılına ait

[15]
                        [15] İngiltere dahil

[16]
                        [16] Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.

[17]
                        [17] www.ilostat.ilo.org/resources/statistical-briefs- 2020

[18]
                        [18] www.databank.worldbank.org/indicator/SLIND.EMPL.ZS. Erişim: Nisan 2020-04-19

[19]
                        [19] Stefan Engel, “Küreselleşme” Tanrıların Günbatımı, Uluslararası Üretimin Yeniden Örgütlenmesi, sf. 118, Umut Yayımcılık. (açYK)

[20]
                        [20] İngiltere dahil

[21]
                        [21] www.ilostat.ilo.org/resources/statistical-briefs-employement  pdf

 

 

3231

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“En Önde” Durmak, “En Önde” Savaşmak (Dengê Azadî )

Lozan’daki tarihsel haksızlığın 100. yıldönümünde gerilla alanlarına yönelik işgal saldırıları sürüyor. Emperyalist devletlerle İttihatçı Kemalistler arasında imzalanan ve TC devletinin emperyalistlerce kabul edilmesinin resmileştiği tarih olarak 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın üzerinden yüz yıl geçti.

Kalbim Zap’ta çarpar! (Nubar Ozanyan)

Yeni bir yüzyıl direnenlerin hikayeleri ve isimleriyle yazılmalıdır. Zalimlerin yazdığı yüz yıllık faşist tarihi parçalamanın zamanı çoktan gelmiştir. Soykırımcılar, teknolojinin üstünlüğüne her gün yenilerini ekleyerek kıyıcı ve yok edici silahlar üreterek Kurdistan’ın en ışıldayan direniş parçalarına saldırsa da, 26 gün abluka ve bombardıman altında yaralı olduğu halde “teslim ol” çağrılarına direnen gerillanın karşısında çoktan yenilmiştir!

Çoktan yenilmiştir, Osmanlı’nın İttihatçı subay ve askerleri, Türk ordusunun işkenceci generalleri!

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sayfalar