Pazar Mayıs 5, 2024

15-16 Haziran'dan Gezi'ye

Her toplumsal olayları hazırlayan ekonomik ve siyasal koşular vardır. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin hazırlayan da koşullar vardı. Her şeyden önce kapitalist sanayide önemli bir gelişme olmuştu. Ve bu alanda çalışan işçi sınıfı sayısı nicelik ve nitelik olarak bir gelişme göstermişti.

Banka sermayesi ile birleşen sanayi burjuvazisinin istem ve talepleri egemen sınıf içinde egemen hale gelmişti. Bu gelişme uluslararası ve ülke içindeki kapitalizmin doğal akışına uygundu. Ülkedeki askeri (1960 darbesi de dahil) darbeler, sanayi (ve finans)burjuvazisinin çıkarlarına uygun olarak yapılmış ve onların istemleri doğrultusunda hareket etmiştir.

Kapitalizmin gelişemine koşut olarak işçi sınıfı da nicelik ve nitelik olarak gelişmiştir. Nicelik olarak gelişen işçi sınıfı, nitelik gelişme olarak 15-16 Haziran direnişiyle burjuvazinin karşısında kendisi için sınıf olduğunu net olarak ortaya koymasının yanında, bu mücadeleyi daha ileriye taşıma niteliğine sahip olduğunu da göstermiştir.

15-16 Haziran’ın kökleri elbette bir kaç yıllık bir birikimin ürünü değildi. Özellikle 1960 darbesi sonrası kısmi demokratik hakların elde edilmesiyle başlayan ortam içinde, işçi sınıfı örgütleri de, işçi sınıfının nicel ve nitel gelişmesine koşut bir gelişme göstermişti.

1967 yılından itibaren işçi grev ve direnişlerinde ciddi artışlar olmuştu. İşçilerin o dönemde sendikalaşma oranı ise %60 civarındadır. Bu bugün ki (%11,5) sendikalaşma oranıyla kıyaslandığında oldukça yüksek bir rakamdır.Ve dünyayı sarsan 1968 Gençlik Hareketi, her ne kadar “gençlik hareketi” olarak tarihe geçse de, işçi sınıfı da meydanlardan eksik olmamıştır. Bu hareketlerin yükselişinde, 1966’da Çin’de Mao Zedung önderliğinde başlatılan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin etksini görmezden gelmek ise tarihi eksik okumak olur. Bütün bu gelişmeler dünya paroletaryasının birlikte hareket etme (enternasyonal) kabiliyetine de sahip olduğunun bir kere daha kanıtı olmuştu.

1968’ler işçi sınıfıyla gençliğin buluşması ve özellikle öğrenci gençliğin işçi sınıfını keşfetmesi olarak ele alınmalıdır. Çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi hareketi de kendini bu süreç içinde daha da nitelikleştirdi. Sınıfsal karakteri gereği, burjuvaziye karşı daha örgütlü ve kararlı bir şekilde mücadelesini yükseltti.

Çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı, ortaya çıkışından beri hareket halindeydi. Yerine göre sesini yükseltmiş ve yerine göre ise sesini derinlere gömmüştür. Ama, o, sessizliğini bozmanın ve burjuvazi karşısında ayrı bir sınıf olduğunu ve kendi sınıfsal çıkarlarını savunmak için ayağa kalkmak istediğini eylemleri ile ortaya koyabilmiştir.

İşçi sınıfına güvensizlik duyanlar, sınıf olarak onlardan uzak olanlardır. İşçilerin yer yer ciddi olarak sessizlik zırhının altına girmelerini yanlış yorumlayanlar, onlar üzerinde ne gibi baskı ve sömürü olduğunu görmezden gelen ya da bu olguların etkilerini anlayamayacak denli sınıftan uzaklaşmışlardır. Ve bu tür düşünce sahipleri sınıflar arası mücadelenin diyalektiğine de hep yabancı kalmışlardır.

İşçiler, ne istediklerini ve nereye gitmek istediklerini eylemleri ile ortaya koyarlar. Sorun bunu doğru çözümlemek ve onların güncel taleplerini siyasal taleplerle birleştirmek, işçi sınıfının kendi öz sınıf partileriyle brlikteliğini güçlendirecektir.

Türkiye işçi sınıfı çok önceleri de eylemleri ve direnişleriyle kendini ortaya koymasına karşın, 15-16 Haziran 1970 Direnişi’yle birlikte, gerçek sınıfsal gücünü ortaya koymasını bilmiştir. Burjuvazinin ve sarı sendikaların karşı-devrimci işbirliğine rağmen, işçiler, 15-16 Haziran’da devrimin gerçek gücü ve öncüleri olduğunu da net olarak ortaya koymasını bilmiştir.

İşçi sınıfı içindeki çalışma ve örgütlenmenin burjuvaziyi yıkmak için olmazsa olmazlardan bir ilke olduğunu, tankların üzerinde adeta dans eden işçiler net olarak göstermiştir.

15-16 Haziran, burjuvazinin işçilerin örgütlenme haklarını, daha doğrusu 1967 yılında kurulan DİSK’in sınırlanmasını amaçlı yasal değişiklik yapmak istemelerinden kaynaklandı. Sorun salt DİSK’in sınırlanmasından öte, işçi sınıfının örgütlenmesinin kısıtlanması ve grev ve direnişlerin sınırlanmasını amaçlıyordu.

Sendikalar kanununu düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi ve 275 sayılı Grev ve Lokavt kanunlarının işçilerin aleyhine değiştirilmesi ve bunların meclis’te kabul edilmesi, bardağı taşıran son damla olmuştu.

Bu kanunları o zamanın iktidardaki AP (Adalet Partisi) meclise getirmesine karşın CHP de işçiler aleyhine değiştirilmek istenen bu kanuna onay vermişti. Kanun, AP,CHP, GP (Güven Partisi) gibi partilerin oylarıyla yasallaşmıştı. Çünkü burjuvazi, işçi hareketinin örgütlenmesi ve gelişmesini engellemek istiyordu. Burjuva sınıfı iktidarı ve muhalefetiyle işçi sınıfı karşısında birlik olduklarını bir kere daha göstermişti.

15-16 Haziran Direnişi’nin getirdiği korkuyla CHP (tabi ki büyük burjuvazinin onayını alarak), onay verdiği yasa değişikliğini Anayasa mahkemesine (AYM) iptal edilmesi için götürdü ve AYM değişikliği iptal etti. Ancak burjuvazi, işçi hareketi ve buna bağlı olarak koşut gelişen devrimci hareketin gelişmesinin normal parlamenter yollarla durdurulamayacağını anlayınca, 1971’de 12 Mart Askeri Darbesi’ni yaptı. Bu darbe burjuvaziye kısmi de olsa bir soluk aldırdı. Çünkü, işçi sınıfının devrimci ve komünist örgütlenmeleri ağır darbe almıştı. Deniz’ler, Mahir’ler ve Kaypakkaya’lar katledilmiş ve örgütleri yenilgi almıştı.

Bütün bunlara karşın, söz konusu sendikal (274-275 sayılı)kanunların tamamiyle değiştirilmesine 12 Mart cuntasının gücü yetmedi. Ancak, on yıl sonra yapılan 12 Eylül 1980 askeri faşist cuntasıyla değiştirilebildi.

Burjuvazinin işçi hareketinin gelişmesinden korkmasının sınıfsal nedenleri vardı. Bu hareketin gelişmesi, burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına darbe, ve bir adım ilerisi ise işçi sınıfının kendi iktidarını kurma hazırlığı demekti. 1970’lerin devrimci hareketlerinin gelişmesi ve yeni devrimci ve komünist örgütlenmelerin ortaya çıkması bu gerçeğin kendisidir.

2013 Haziran’ları (GEZİ) 15-16 Haziran 1970’lerin devamıdır. Çünkü aynı sınıfın sınıf hareketidir. Dün sendikal hakların budanması temelinde ortaya çıkmasına karşın, 2013 Haziran’ı ise burjuva demokrasisi içinde de olsa politik özgürlüklerin yok edilmesine karşı bir başkaldırı ve isyan olmuştur. Çünkü bütün kitlelerin sahip olduğu tüm özgürlükler yine kitleler tarafından kazanılmıştır. Bu haklar burjuvazinin bir lütfu değildi.

İşçi sınıfı, 15-16 Haziran’da “taşları birbirine sürtmüştü.” GEZİ, bu taşlardan çıkan kıvılcımların daha geniş kitleleri kucaklamasıydı. Bu eylem ve direnişlerde, sınıf hareketinin daha ileri gitmesini zorlaştıran temel etmen ise; kendiliğindenci örgütlenmeden sınıfın partisi etrafında örgütlenerek sınıf mücadelesinin bilinçli özne olma diyalektiğini yakalayamamak oluşturuyordu.

15-16 Haziran’da 150 bini aşkın işçi harekete geçmişken, 2013 Haziran’ında 20 günü aşkın bir sürede on milyonu aşkın insan sokaklara çıkmıştır. Ve bir gecede milyonlar sokaklara dökülebilmiştir. 1970’lerde bir kaç şehirde sokaklara çıkanlar, bugün neredeyse ülkenin bütün şehirlerinde sokakları eylem alanı haline çevirecek bir güce ve dinamizme sahip olmuştur. Bu iki şeyi ortaya çıkarır: Birincisi, kapitalizmin iyice çürüdüğünü, ikincisi ise; işçi sınıfının nicelik olarak büyüdüğünü, ama, esas olarak niteliksel büyük bir ivme kazandığını...

Bu işçi direnişlerinin ortaya koyduğu bir başka gerçeklik ise; çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı kendi sınıfsal çıkarlarına sahip çıkmak için ayaklanmasını da biliyor olmasıdır.

Bütün bu sınıfsal olguların ortaya koyduğu gerçekler, işçi sınıfı içindeki örgütlenme ve siyasal çalışmaya herşeyden öncelik tanımak, komünistler için temel prensip olmak zorundadır. İşçi sınıf devrimciliği, işçi sınıfı içinde olgunlaşır ve gelişir. Sınıf mücadelesi diyalektiği bunu defalarca doğrulamıştır. 

38991

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Rojava’dan bir Partizan: “Yıldızlara gömülen, bilincimize kazınan halk ordusu savaşçıları ölümsüzdür!”

Emeğin, özgürlüğün, halkın düşmanları bir keza daha gerillaya saldırarak onları teslim alıp diz çökerteceğini düşündü. Bir kez daha barbar ve katliamcı yüzünü gösteren faşist TC ordusu, mazlumların özgürlük diyarına Dersim’e, direniş kalesi Aliboğazı’na son zamanların en kapsamlı, en kıyıcı operasyonunu gerçekleştirdi. En modern silahları ve en üstün tekniği kullanarak gerillayı yaşam ve direniş alanlarından koparmak istedi. Ancak hesapları tutmadı, umduklarını bulamadılar. Egemenlerin imha ve yok etme hesaplarını gerillaların kahramanca direnişi bozdu.

Sefagül Kesgin’in kaleminden “Aliboğazı’nda izler, tanıklar…”

2 Şubat 2011 tarihinde 4 kadın yoldaşıyla birlikte Aliboğazı’nda şehit düşen TKP/ML Merkez Komitesi Üyesi ve TİKKO Siyasi Komiseri Sefagül Kesgin tarafından 2010 kışında Aliboğazı’nda kaleme alınmıştır.

 

Aliboğazı’nda izler, tanıklar…

Hayaller gerçektir. Gerçekten süzüldüğü için!

Hayaller gelecektir, geleceğin parçası olduğu için!

Komünizm

Burada, komünizmi incelemeyeceğiz, ama, kısaca, olacak olanları, Marx ve Engels’in söylem ve öngörülerinin ışığında, içinde yaşadığımız koşulları da dikkate alarak, komünizmin bir ütopya olmaktan çıkıp gerçek olacağını yinelemek istiyoruz.

İçinde yaşadığımız emperyalist-kapitalist kaos sisteminin, bireylere umutsuzluk verdiği bir koşulda, kaybedecekleri hiç bir şeyi olmayan milyonlarca işçinin komünizmin ilkelerini yaşama geçirmelerinin de kaçınılmaz olduğunu söyleminin ütopya olmadığı, işçilerin kendi yaşamları ve üretimleri kadar gerçektir.

Teslim olmayacağız!

Sanatçısına ,yazarına,siyasetçisine,aydınına düşman bir devlet yeryüzünde hangisidir denildiğinde,kuşkusuz ilk akla gelen TC devleti olacaktır..Bu düşmanlık ve zulüm 1915 ile başlamış artarak bu güne gelmiştir.Kendinden olmayanı ayrı düşüneni hiç tereddütsüz öldürmüştür.Bir gece evlerinden alınan müzikolog olan Gomidas Vartabed,Özgürlük Savaşımı gazetesi yazarı Nerses Papazyan,mizah dergisi yazarı Krikor Torosyan,Emek gazetesi yazarı Sarkis Parseğyan,Vatanın sesi yazarı Levon Larents...gibi sayıları yüzlere varan basın emekçileri ölüm yolculuklarında dağbaşlarında vahşice öldürülenlerden sa

Sana Gelen Ölüm Bana Gelsin,

"Artık tribünden sahaya in ve siyasi bir harekette yer al," diye yazıyor bazı okurlar bana. Aslında tribünde değilim, sahaya atlamak için kenarda heyecanlı bir bekleyiş içindeyim. Ateşin ve zulmün kol gezdiği o sahada her türlü zulme ve cefaya göğüs germeye çalışarak tarihi görevimi yerine getirmek istiyorum. 

Evet, haklısın Saygı Öztürk! “Aliboğazı’na girmesi de, çıkması da zor”

Kemalizm’in iflah olmaz, faşizmin “sol kanadı”nın yayın temsilcisi Sözcü gazetesinin Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, gazetenin dünkü sayısındaki köşesinde, Dersim’de 6 gün süren ve TSK’nın 2 askerin yaşamını yitirdiğini söylediği (ama bölge halkının anlatımı TC ordusunun kaybının daha fazla olduğu) Aliboğazı operasyonunu yazdı. Havsalası gerillanın 6 günlük direnişini pek almayan Öztürk, yazısında aynı zamanda bir gerçeğe işaret etti: “Güvenlik güçleri teröristlere en büyük kayıpları burada verdirir ama şehitler de buralarda olur. Aliboğazı’na, Kutuderesi’ne girmesi de, çıkması da zor.”

Diz çökmeyenlerin, faşizme siper olanların direnişini yükselteceğiz! Aliboğazı şehitleri ölümsüzdür!

28 Kasım günü üç halk savaşçısı Dersim’de Çemişgezek, Pulur ve Xozat ilçeleri arasında bulunan Aliboğazı Vadisi’nde TC’nin kolluk kuvvetleri ile girdikleri çatışmada ölümsüzleştiler. İki askerin de öldüğü çatışmada, Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist (TKP/ML)’ye bağlı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) gerillaları Hakan (Ersin Erel)Aşkın (Hasan Karakoç) ve Tuncay (Murat Mut), faşizmin kendilerine doğrulttuğu silahlara karşı MLM bilimini rehber edinerek direndiler.

“Örgütlüysek Her Şeyiz Değilsek Hiçbir Şey” de; Bu Nasıl Olacak?

Halk gençliğini, genç kadınları, liseli gençliği, LGBTİ+’ları, değişik inançlara mensup kitleleri ya da daha genel bir ifade ile geniş halk yığınlarını maruz kaldıkları, sömürü, baskı, şiddet, asimile etme, yok sayma ve imha etme politikasına karşı mücadelesinde örgüt, tarihsel önemde bir rol oynar.

Sitemin çarkları arasında can çekişen yığınların mücadele etmekten başka çıkar yolu yoktur. Zira mevcut sistem, varlığını sürdürdükçe dizginsiz bir sömürü, zincirlerinden boşanmış azgın bir şiddet sarmalında soluksuz kalmaya mahkûm kalacaktır.

Gelişimin diyalektik adı: MEHMET DEMİRDAĞ

Gelişimin diyalektiğini anlamak, kavramak için komünist önder Mehmet Demirdağ yoldaşın yaşamına, devrim ve parti sorunları karşısındaki duruşuna, devrimi ve Parti’yi örgütleme tarzına bakmak gerekir. O adım adım ilerleyerek büyümenin ve gelişimin zirvesidir. Küçük bir taş parçasının mücadele içinde parça parça büyüyerek granit kayalara ve oradan Dağlaşmaya varmasının adıdır. Toplumlar ve devrimler tarihinde özgürlüğü en güçlü düzeyde istemenin ve bunun savaşımını örgütlemenin öncülüğünü yapmaktır Demirdağ. Onu sıra dışı ve “özel” yapan onlarca özelliğin senteze varmasıdır.

Em hamu Kurd'ın! Em hamu Hadep'in!

On beş yıldan bu yana iktidarda bulunan AKP'nin yeni hedefi Erdoğan'ı Türkiye'nin yeni kralı, yeni başkanı yapmaktır. AKP, bugüne varana kadar hedeflerine adım adım ilerlerken aydınların, yazarların, ilericilerin, askeri vesayete karşı olanların da desteğini alırken insanları kandırabilmiştir. Ama öbür tarafta onu çok iyi tanıyan yol arkadaşları, kurmayları terk etmiş ve tek başına kalmıştır.

Patriyarkal sistemin kadınlara yönelik her türlü saldırısı politiktir! Korkmuyoruz/Susmuyoruz!

Kadınların rengi, dili, inancı, yaşadığı coğrafya ne olursa olsun, maruz kaldıkları her türlü şiddetin kaynağı bugün olduğu gibi, her dönem patriyarkal sistem olmuştur. Egemenler kendi çıkarları gereği, kadının toplumsal görevini anne/ eş olarak sınırlayıp, yaşamın her alanında kadının emeğini ve bedenini en katmerlisinden sömürüp kârlarını katlarken, aynı zamanda kadın üzerinden korkutulmuş/ susturulmuş/ biat eden bir toplum yaratmaya da çalışmaktadırlar.

Sayfalar