Cumartesi Mayıs 4, 2024

15-16 Haziran'dan Gezi'ye

Her toplumsal olayları hazırlayan ekonomik ve siyasal koşular vardır. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin hazırlayan da koşullar vardı. Her şeyden önce kapitalist sanayide önemli bir gelişme olmuştu. Ve bu alanda çalışan işçi sınıfı sayısı nicelik ve nitelik olarak bir gelişme göstermişti.

Banka sermayesi ile birleşen sanayi burjuvazisinin istem ve talepleri egemen sınıf içinde egemen hale gelmişti. Bu gelişme uluslararası ve ülke içindeki kapitalizmin doğal akışına uygundu. Ülkedeki askeri (1960 darbesi de dahil) darbeler, sanayi (ve finans)burjuvazisinin çıkarlarına uygun olarak yapılmış ve onların istemleri doğrultusunda hareket etmiştir.

Kapitalizmin gelişemine koşut olarak işçi sınıfı da nicelik ve nitelik olarak gelişmiştir. Nicelik olarak gelişen işçi sınıfı, nitelik gelişme olarak 15-16 Haziran direnişiyle burjuvazinin karşısında kendisi için sınıf olduğunu net olarak ortaya koymasının yanında, bu mücadeleyi daha ileriye taşıma niteliğine sahip olduğunu da göstermiştir.

15-16 Haziran’ın kökleri elbette bir kaç yıllık bir birikimin ürünü değildi. Özellikle 1960 darbesi sonrası kısmi demokratik hakların elde edilmesiyle başlayan ortam içinde, işçi sınıfı örgütleri de, işçi sınıfının nicel ve nitel gelişmesine koşut bir gelişme göstermişti.

1967 yılından itibaren işçi grev ve direnişlerinde ciddi artışlar olmuştu. İşçilerin o dönemde sendikalaşma oranı ise %60 civarındadır. Bu bugün ki (%11,5) sendikalaşma oranıyla kıyaslandığında oldukça yüksek bir rakamdır.Ve dünyayı sarsan 1968 Gençlik Hareketi, her ne kadar “gençlik hareketi” olarak tarihe geçse de, işçi sınıfı da meydanlardan eksik olmamıştır. Bu hareketlerin yükselişinde, 1966’da Çin’de Mao Zedung önderliğinde başlatılan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin etksini görmezden gelmek ise tarihi eksik okumak olur. Bütün bu gelişmeler dünya paroletaryasının birlikte hareket etme (enternasyonal) kabiliyetine de sahip olduğunun bir kere daha kanıtı olmuştu.

1968’ler işçi sınıfıyla gençliğin buluşması ve özellikle öğrenci gençliğin işçi sınıfını keşfetmesi olarak ele alınmalıdır. Çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi hareketi de kendini bu süreç içinde daha da nitelikleştirdi. Sınıfsal karakteri gereği, burjuvaziye karşı daha örgütlü ve kararlı bir şekilde mücadelesini yükseltti.

Çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı, ortaya çıkışından beri hareket halindeydi. Yerine göre sesini yükseltmiş ve yerine göre ise sesini derinlere gömmüştür. Ama, o, sessizliğini bozmanın ve burjuvazi karşısında ayrı bir sınıf olduğunu ve kendi sınıfsal çıkarlarını savunmak için ayağa kalkmak istediğini eylemleri ile ortaya koyabilmiştir.

İşçi sınıfına güvensizlik duyanlar, sınıf olarak onlardan uzak olanlardır. İşçilerin yer yer ciddi olarak sessizlik zırhının altına girmelerini yanlış yorumlayanlar, onlar üzerinde ne gibi baskı ve sömürü olduğunu görmezden gelen ya da bu olguların etkilerini anlayamayacak denli sınıftan uzaklaşmışlardır. Ve bu tür düşünce sahipleri sınıflar arası mücadelenin diyalektiğine de hep yabancı kalmışlardır.

İşçiler, ne istediklerini ve nereye gitmek istediklerini eylemleri ile ortaya koyarlar. Sorun bunu doğru çözümlemek ve onların güncel taleplerini siyasal taleplerle birleştirmek, işçi sınıfının kendi öz sınıf partileriyle brlikteliğini güçlendirecektir.

Türkiye işçi sınıfı çok önceleri de eylemleri ve direnişleriyle kendini ortaya koymasına karşın, 15-16 Haziran 1970 Direnişi’yle birlikte, gerçek sınıfsal gücünü ortaya koymasını bilmiştir. Burjuvazinin ve sarı sendikaların karşı-devrimci işbirliğine rağmen, işçiler, 15-16 Haziran’da devrimin gerçek gücü ve öncüleri olduğunu da net olarak ortaya koymasını bilmiştir.

İşçi sınıfı içindeki çalışma ve örgütlenmenin burjuvaziyi yıkmak için olmazsa olmazlardan bir ilke olduğunu, tankların üzerinde adeta dans eden işçiler net olarak göstermiştir.

15-16 Haziran, burjuvazinin işçilerin örgütlenme haklarını, daha doğrusu 1967 yılında kurulan DİSK’in sınırlanmasını amaçlı yasal değişiklik yapmak istemelerinden kaynaklandı. Sorun salt DİSK’in sınırlanmasından öte, işçi sınıfının örgütlenmesinin kısıtlanması ve grev ve direnişlerin sınırlanmasını amaçlıyordu.

Sendikalar kanununu düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi ve 275 sayılı Grev ve Lokavt kanunlarının işçilerin aleyhine değiştirilmesi ve bunların meclis’te kabul edilmesi, bardağı taşıran son damla olmuştu.

Bu kanunları o zamanın iktidardaki AP (Adalet Partisi) meclise getirmesine karşın CHP de işçiler aleyhine değiştirilmek istenen bu kanuna onay vermişti. Kanun, AP,CHP, GP (Güven Partisi) gibi partilerin oylarıyla yasallaşmıştı. Çünkü burjuvazi, işçi hareketinin örgütlenmesi ve gelişmesini engellemek istiyordu. Burjuva sınıfı iktidarı ve muhalefetiyle işçi sınıfı karşısında birlik olduklarını bir kere daha göstermişti.

15-16 Haziran Direnişi’nin getirdiği korkuyla CHP (tabi ki büyük burjuvazinin onayını alarak), onay verdiği yasa değişikliğini Anayasa mahkemesine (AYM) iptal edilmesi için götürdü ve AYM değişikliği iptal etti. Ancak burjuvazi, işçi hareketi ve buna bağlı olarak koşut gelişen devrimci hareketin gelişmesinin normal parlamenter yollarla durdurulamayacağını anlayınca, 1971’de 12 Mart Askeri Darbesi’ni yaptı. Bu darbe burjuvaziye kısmi de olsa bir soluk aldırdı. Çünkü, işçi sınıfının devrimci ve komünist örgütlenmeleri ağır darbe almıştı. Deniz’ler, Mahir’ler ve Kaypakkaya’lar katledilmiş ve örgütleri yenilgi almıştı.

Bütün bunlara karşın, söz konusu sendikal (274-275 sayılı)kanunların tamamiyle değiştirilmesine 12 Mart cuntasının gücü yetmedi. Ancak, on yıl sonra yapılan 12 Eylül 1980 askeri faşist cuntasıyla değiştirilebildi.

Burjuvazinin işçi hareketinin gelişmesinden korkmasının sınıfsal nedenleri vardı. Bu hareketin gelişmesi, burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına darbe, ve bir adım ilerisi ise işçi sınıfının kendi iktidarını kurma hazırlığı demekti. 1970’lerin devrimci hareketlerinin gelişmesi ve yeni devrimci ve komünist örgütlenmelerin ortaya çıkması bu gerçeğin kendisidir.

2013 Haziran’ları (GEZİ) 15-16 Haziran 1970’lerin devamıdır. Çünkü aynı sınıfın sınıf hareketidir. Dün sendikal hakların budanması temelinde ortaya çıkmasına karşın, 2013 Haziran’ı ise burjuva demokrasisi içinde de olsa politik özgürlüklerin yok edilmesine karşı bir başkaldırı ve isyan olmuştur. Çünkü bütün kitlelerin sahip olduğu tüm özgürlükler yine kitleler tarafından kazanılmıştır. Bu haklar burjuvazinin bir lütfu değildi.

İşçi sınıfı, 15-16 Haziran’da “taşları birbirine sürtmüştü.” GEZİ, bu taşlardan çıkan kıvılcımların daha geniş kitleleri kucaklamasıydı. Bu eylem ve direnişlerde, sınıf hareketinin daha ileri gitmesini zorlaştıran temel etmen ise; kendiliğindenci örgütlenmeden sınıfın partisi etrafında örgütlenerek sınıf mücadelesinin bilinçli özne olma diyalektiğini yakalayamamak oluşturuyordu.

15-16 Haziran’da 150 bini aşkın işçi harekete geçmişken, 2013 Haziran’ında 20 günü aşkın bir sürede on milyonu aşkın insan sokaklara çıkmıştır. Ve bir gecede milyonlar sokaklara dökülebilmiştir. 1970’lerde bir kaç şehirde sokaklara çıkanlar, bugün neredeyse ülkenin bütün şehirlerinde sokakları eylem alanı haline çevirecek bir güce ve dinamizme sahip olmuştur. Bu iki şeyi ortaya çıkarır: Birincisi, kapitalizmin iyice çürüdüğünü, ikincisi ise; işçi sınıfının nicelik olarak büyüdüğünü, ama, esas olarak niteliksel büyük bir ivme kazandığını...

Bu işçi direnişlerinin ortaya koyduğu bir başka gerçeklik ise; çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı kendi sınıfsal çıkarlarına sahip çıkmak için ayaklanmasını da biliyor olmasıdır.

Bütün bu sınıfsal olguların ortaya koyduğu gerçekler, işçi sınıfı içindeki örgütlenme ve siyasal çalışmaya herşeyden öncelik tanımak, komünistler için temel prensip olmak zorundadır. İşçi sınıf devrimciliği, işçi sınıfı içinde olgunlaşır ve gelişir. Sınıf mücadelesi diyalektiği bunu defalarca doğrulamıştır. 

38986

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Komünistler Alman Burjuvazisini Yargılıyor (Münih Duruşmaları)

Yıl 4 Ekim-12 Kasım 1852, Köln’de, 11 Komünistler Birliği üyesi yargılanıyor.

Yıl 2015-2016 Münih. TKP/ML (Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist) olduğu gerekçesiyle 10 komünistin “yargılanma” amaçlı duruşmaları ve esaretleri devam ediyor.

Birinciler, “vatana ihanet” suçlamasıyla ceza alıyor.

TKP/ML’liler; “Türkiye’de terör örgütü yöneticileri oldukları” gerekçesiyle “yargılanıyor”.

Karar Verin: “Sizin Muhammed Ali’niz Hangisi?”[*]

“Ölüm haberim bir abartıydı.[1]
 
Eski dünya ağırsıklet boks şampiyonunu 3 Haziran’da 74 yaşında kaybettik. Epeydir Parkinson’dan mustaripti. Konuşma dahil pek çok yeteneğini yitirmişti. Eşi Lonnie’nin deyişiyle “İnsanlarla gözleriyle, kalbiyle konuşmaktaydı”...

Ortadoğu ve Türk devletinin cerablus işgali

Ortadoğu zengin petrol kaynaklarının bulunduğu büyük bir pazar olmanın yanında; enerji kaynaklarının geçiş güzergâhı olarak da her zaman emperyalistlerin iştahını kabartmıştır. Bu coğrafyada kurulan kukla devletler, başta İngiltere ve ABD’nin denetiminde Ortadoğu’da emperyalizmin bekçiliğini yapmaktan geri kalmamışlardır. Irak, Tunus, Suriye, İsrail ve İran emperyalist ülkelerin bölgedeki temsilcileri olmuşlardır.

FETÖ yerine RETÖ Darbesi Gerçekleşti-Çetin Çetin

Bugün Türkiye'de gelişmelere baktığımızda Türk hakim sınıflarının iki açmazı ön plana çıkmaktadır. Birincisi OHAL ilan edilerek FETÖ ile mücadele adı altında yürütülen çalışma. Hükümet kendisine muhalif olan kesimleri devlet aygıtından temizleyerek buralara kendi badem bıyıklarını yerleştirme çabaları içerisindedir. 17 Temmuz askeri darbe girişimini önceden haber alan ve buna uygun hazırlıklar yaparak ‘’Bu darbe bize Allah'ın bir lütfudur’’ diyerek bunu kendi çıkarları için bir fırsata çeviren Cumhurun başı R.T.E. kendi darbesini gerçekleştirdi.

Faşizmin “demokrasi” oyunu bitti; sermaye tükendi; Amerikan emperyalizmi ve müttefikleri ortadoğu ‘da yeni oyunlar sahneliyor.

Sivil faşist darbenin postal sesleri yaşamın her alanında kendini gösteriyor. “Cemaat, Gülen, askeri darbe” senaryosu bir kurguydu. Faşist diktatörlük asıl darbeyi gerçekleştirmek, toplumda teşhir olan karanlık katliamcı yüzünü gizleyebilmek için, “askeri darbe oyununu bir trajikomik şekilde piyasaya sürüverdi. Bu oyunu Erdoğan tek başına kurgulamadı, ABD bu kurgunun içerisinde.

T.C.’nin Suriye Saldırısı ve Devrimci Görev :Çetin Çetin

T.C.’nin Cerablus’a denetimindeki ÖSO cihatçılarıyla İŞID devir alarak Suriye bataklığına girmesini değerlendirmeye geçmeden önce emperyalistlerin BOP ve Ortadoğu’daki gelinen duruma kısaca değinmekte yarar var.

Barış için Savaş !

Silahlanma yarışına, Emperyalist, gerici, haksız savaşlara karşı çıkalım!Dünya`da nihai Barış için, Sosyalizm ve Sınıfsız Toplum yolunda devrimci Mücadelelere omuz verelim !

“Topyekün Savaşa” karşı, Topyekün devrimci mücadeleye..

BAKIN DEVLETİN BAŞI NE DİYOR? “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM! TOPYEKÛN SAVAŞIYORUZ”!

Burjuvazinin sendromları ve İşçi sınıfının kaybedeceği yeryüzü

Dünya ve Türkiye’deki yıkıcı/yıpratıcı kaos ortamı, kapitalist sistemin öngörülen çelişik çatışmalarının bir ürünüdür. Bu, kapitalizmin daha iyi günleridir. Bir kaç Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerini saymazsak, çatışmalı ortam içinde olmayan bölgeler yok gibidir. “Çatışmalı olmayan ülkeler” ise içten içe kaynamaktadır. Bir taraftan ırkçılık, bir taraftan ise işçi sınıfıyla burjuvazi arasında süregelen sınıf mücadelesi, hiç bir burjuva ülkesini “güvenlikli” kılmıyor.

Milli mutabakat hükümeti; Çetin çetin

Türk hakim sınıflarının Yenikapı buluşmasından sonra burjuvazinin yazılı ve sözlü medyasında en çok sözü edilenin AKP, CHP, MHP’nin bir araya gelmesiyle milli mutabakatın sağlandığı, yakın bir süreçte de darbe girişiminin olumsuzluklarından sıyrılmak ve düzlüğe çıkmak için milli mutabakat hükümetinin kurulacağının müjdesinin verilmesidir.

Toplu mezarlıklar ülkesi

Türkiye ve Kuzey Kürdistan tam bir toplu mezarlıklar ülkesi oldu. Devlet, Kürtlere, Sosyalistlere, demokratlara sadece ordusu ve polisiyle saldırmıyor. Artık en önemli saldırı gücü olarak kullandığı İŞİD ile de saldırıyor.

Hukukuyla, yasalarıyla, yönetim şekli ve uygulamalarıyla tam bir bir isalmcı-kontrgerilla düzenine dönüşmüş olan Türk devleti, OHAL ile bunu daha da pekiştirmeye çalışmaktadır. Türk milliyetçiliği ve ümmetçiliği ile toplumun önemli bir kesimini kendi etksi altına alan devlet, başta Kürtler olmak üzere, muhalif olan her kesime karşı kıyım uygulamaktadır.

Sayfalar