Cuma Nisan 26, 2024

Kobani'de Aragon ya da Voltaire'den kime bahsedeyim ki?

kaypakkaya-partizan
Jean Louis Le Touzet'in Liberation Gazetesi için Kobaneli Mustafa Bekir'le bir söyleşi yaptı. Kentin tarihine dair önemli ayrıntılar içeren bu söyleşide Mustafa Bekir, Kobane'nin Ermeni ve Kürtlerin 1915'te Kobane'de yaşadıklarına ilişkin bilgiler de veriyor. Haberi Burçin Gerçek'in çevirisiyle yayımlıyoruz.

 

 

Mustafa Bekir büyük mavi gözlü Suriyeli bir Kürt. 64 yıl önce Kobani'de doğmuş. 14 gün önce Kürt savaşçıların İD'e karşı direnmeye çalıştıkları Kobani'den ayrılıp Türk tarafındaki Suruç'a geçmiş. 90'lı yılların sonunda Halep'te Fransızca öğretmenliği yaparken ceket ve kravatla dolaşan Bekir şimdi üç çocuğuyla Kobanili başka ailelerin de sıkış tıkış, mahremiyetten yoksun bir şekilde kaldığı bir evde yaşıyor. Şanlıurfa'da salı akşamı İbrahim'in mağarasının yakınlarında tanıştığımız Bekir şehrinin, Kobani'nin tarihini anlatıyor.

"Kobani'ye dair bildiğim herşeyi geçen yüzyılın başında yaşamış bir adamdan öğrendim. Adı Henow Mussi Ale'ydi. 1983'teydik. Bu adam o zaman 90 yaşındaydı. 1910-1912'lerde Kobani henüz bir mezradır. Şimdiki sınır bölgesi o zaman iki su kaynağının çevrelediği bataklık bir arazidir. Pınarlardan biri batıda, diğeri doğudadır, Arap Bedeviler zaman zaman batıdaki kaynağa su içmeleri için hayvanlarını getirirlerdi.  

20. yüzyılın başındaki bu dönemde şehirde yaşayanlar sadece Kürtler ve Ermenilerdi. 60'lı yılların sonunda Hafız Esad'ın iktidara gelişine kadar burada Araplar hiç ama hiç yaşamadı.

Batıdaki kaynağa Arap Bedeviler hayvanlarını getirdikleri için oraya "Arap pınar" anlamına gelen Ayn el Arab adı verildi. Baasçılar iktidara geldiklerinde hemen Kürtçe ve doğuda olduğu gibi bazıları Yahudilerin varlığına işaret eden isimleri değiştirdiler. Kalan tek Yahudi isim, şehrin batısındaki "Davud'un çiftliği" oldu.

1915'ten itibaren zulümden kaçan Ermeniler bu buğday ambarına yerleştiler. Hemen çalışmaya başladılar ve ilk değirmenleri kurdular. Önce bir tane, sonra bölgede onlarca küçük değirmen. İlk demiryolu hattını inşa eden İngilizler yerel halktan insanları, çoğunlukla Kürtleri işe aldılar. İnsanlar böylece "company" için çalışmaya başlarlar. Kısa süre içinde "p" harfi yumuşatılır ve "combany"ye dönüşür. Daha sonra m harfi düşer ve önce "Kobany", daha sonra da "Kobani" olur. 1920'den itibaren Fransızların manda yönetimiyle Suriye'ye yerleştikleri dönemde Ayn el Arab'ın hala küçük bir kaynaktan ibaret olduğunu unutmamalı.

«Okula giden Kürtler Ermenice konuşurdu»

«Fransızlar geldiğinde önlerinde beyaz bir sayfa vardır. İngilizler bu demiryolundan ve ağızda söylene söylene Kobani olan bu addan başka bir şey bırakmamışlardır. Ermeniler Fransızlara hizmetlerini sunarlar : 'Burayı geliştirmek için ne yapabiliriz ? Burası bir buğday ambarı ve ticaret için şehrin merkezinde alışveriş yerleri lazım', derler. Bahsettikleri ticareti yapanlar da kendileridir, çünkü tüm bilgi birikimi onlardadır.

Fransızlar bu Allahın unuttuğu yeri 30-40'lı yılların modern dünyasına taşıyanlar olurlar. Yollar yapılır, bir idare kurulur, çarşı, okullar, hatta bir Katolik Ermeni kilisesi inşa edilir. Polis birimleri kurulur. Fransızca "Garde mobile" (Seyyar muhafızlar) kelimesi uzun süre Kobani'de konuşmalarda kullanıldı ve benim gibi yaşlı adamlar için "garde" kelimesi hala güvenlik anlamına gelir. Bölgede konuşlanan Fransız askerleri o dönem Cezayirli ve Senegallidir. Bürokraside ise kravat takan Fransızlar vardır. O dönemde sadece Ermenilerin çocukları okula gider. Fransızlar Ermenilerden isteyen Kürtleri okullarına almalarını isterler. Böylece 30-40'lı yıllarda okula giden bazı Kürt çocukları Ermenice öğrenir. Şehirde ticaret aynı cümle içinde Türkçe-Kürtçe karışımı ve Ermenice ile Fransızca'dan parçalar içeren bir dilde yapılır.

Şehir merkezinde bir Ermeni kahvesi vardı, çok iyi hatırlıyorum : Karmen Kafe. Kadınlar başlarını kapatmazdı ve erkekler, Kürtler dahil, şehirde üretilen kırmızı şarabı içmeye gelirdi. Genelde Ermenilerin işlettiği dükkanlarda herşey satılırdı, alkol dahil. Fransızlar kafeye akşamları gelirdi. Ermeni sineması, Tanos, Baasçıların gelişine kadar Avrupa ve Amerikan filmleri gösterirdi. Baasçılar 70'li yıllarda panarabizm adına her türlü Batı etkisini ortadan kaldırdılar. Kahve yok oldu, sinema kapandı. 1968'den itibaren Ermeniler Amerika ve Fransa'ya gittiler, Paris'e yerleşenlerin çoğu uzaktan Kobani kökenliymiş, bana anlatılanlara göre. Kimileri güçlü bir toplumun olduğu ve insanların arasına karışmanın daha kolay olduğu Halep'e gittiler.

Ve Kobani Ayn el Arab'a dönüştürüldü. Son Ermeni de benim gibi 15 gün önce gitti Kobani'den. İsmi Agop Agopyan'dı. Şehirde araba koltuğu tamir eden bir dükkanı vardı. O da eline silah almak istedi, ama PYD ona kaçmasını önerdi : "Çok yaşlısın sen, Kobani'den çıkaracağız seni" dediler. Ermenilerden kalan son izdi o, Baasçıların yıldan yıla yok etmeye çalıştıkları o iz. 1946'da Fransızların gidişinden 60'ların ortasına kadar şehrin altın dönemiydi, Esad ailesinin delileri ve manipüle edilmiş bir Müslümanlıkla yoldan çıkarılmamış, hoşgörülü bir Suriye'nin içinde Türk, Kürt, Ermeni topluluklarıyla yaşıyordu.

«Baasçıların yöntemlerine hiç tahammül edemedim»

« Fransızca öğrendim, şehrim Fransızların mandaları süresince ithal ettikleri modernitenin bir laboratuarı olduğu için değil, çünkü işler böyleydi : Fransızca öğreneceksin, nokta. Ne yazık ki artık pratik yapmadığım için Fransızcamı kaybettim. 1987'de üç sene cezaevinde yattım. Avukatım olmadan, dava görülmeden, "sakıncalı" faaliyetlerden dolayı. Baasçıların yöntemlerine hiç tahammül edemedim. 90'lı yıllarda Kobani'ye döndüğümde komşularım kafayı yediğimi düşündüler. Kendi kendime konuşuyordum. Ama Kobani'de Louis Aragon, Albert Camus ya da Voltaire'den kime bahsedeyim ki ?

Bugün hafızamı, kitaplarımı, notlarımı, hatıralarımı kaybettim. Herşey kayboldu : içtiğim şarap, sevdiğim ve Fransız kültürü aşkını aktaran Ermeniler. Şanslıyım çünkü hayattayım, en önemlisi de Türk tarafında yanıma gelen ve bana küçük bir ev bulan üç oğlum var".

Gece oluyor. Gözleri dolan ve Aragon'dan Elsa'nın Gözleri'nin ilk iki mısrasını söyleyen adam ekliyor : "Bizi unutmayın. İD gibi bir bir canavar yaratarak bize, Suriyelilere ne yaptıklarına bakın : bizi geçmişi, kültürü ve sığınacak bir yeri olmayan insanlar haline getirdiler."

JEAN-LOUİS LE TOUZET
Fransızca'dan çeviri: Burçin Gerçek

 


1911

Son Haberler