Perşembe Mart 28, 2024

“Kurşun” kalemli yoldaşa... (Suzan Zengin'in anisina)

kaypakkaya-partizan
Hoşçakal Suzan yoldaş, Hoşçakal Suzan abla…! Gözün arkada kalmasın, biz varız ve hep var olacağız. Suzan Zengin kavgamızda yaşıyor!

 

Onunla ilk tanışma fırsatımız, ILPS’nin düzenlediği bir panelde olmuştu. O gün Suzan yoldaş panelistti. Ve panel sonrasında sohbet etme şansımız olmuştu. Öğrenme gereksinimi duyduğum kimi konular hakkında konuşmuştuk. Filipinler, Nepal, Hindistan, Peru ve Şili’de Maoist örgütlerin mücadelesi ve gelinen durum hakkında düşüncelerimizi paylaşmıştık. O da sanki kendisi bu ülkelerde yaşıyormuş gibi anlatmıştı görüşlerini. Bu sohbetin ardından İşçi-köylü gazetesinde çıkan farklı ülke haberlerini daha bir merakla takip eder olmuştuk.

Faaliyet yürüttüğümüz semt için gazete almaya gittiğimizde büronun kapısını Suzan yoldaş açmıştı. İlk aklıma gelen onun misafir olarak gelmiş olabileceğiydi. Kısa bir sohbet sonrası büroda çalışan yoldaşın nerede olduğunu sorduğumda; onun artık burada olmayacağını, bundan sonra büroda kendisinin çalışacağını söyledi. Daha sonraki günlerde büroya gittiğimde büronun derli toplu olduğunu, kitaplıktaki kitapların düzgün bir şekilde yerleştirildiğini gördüm. Büroya her uğradığımda Suzan yoldaşın disiplinli haline tanıklık ediyordum.

Büroya giden her yoldaşın aynı noktada eleştirisi vardı: “Büroya gidiyoruz Suzan yoldaş bizi esir alıyor” diyorlardı. Bu durumu ben de yaşamıştım. “Çok iyi oldu gelmeniz. Benim bir saatlik işim var, siz burada biraz durun, ben geliyorum” deyip giderdi. Bir saat demesine çok kızıyorduk, çünkü 3 saat sonra geliyordu. Tam kızmak üzere iken Suzan yoldaş çıkageliyor ve neşesi yerinde neden geç kaldığını anlatmaya başlıyordu. Tuzla Tersanelerine gidip işçilerle konuşup haber yapmış ve o bölgede gecekondu yıkımlarının olduğu alanda röportaj ve gazete dağıtımı yapmıştı. Biz ona kızmaya hazırlanırken birden mahcup duruma düşebiliyorduk.

Suzan yoldaş; devrimci gazetecilik bilinciyle hareket ediyor, teorik gelişime öncelik vererek kendisini sürekli geliştirmeye çalışıyordu. Bir yandan öğrenirken diğer yandan da yoldaşlarına öğretme çabası içine giriyordu. Doğru bildiğini ısrar ve inatla yapıyordu. Kitlelerle ilişkisi de buna paraleldi. Örneğin mahallede düzenlenen bir festivalde açılan standın başında görev yapıyorsa standa uğrayan insanlara kitapların konusunu özetler, insanlarda okuma iştahı yaratırdı. Yaptığı hiçbir işi küçümsemez, her görevin devrimin görevi olduğu bilinciyle hareket ederdi.

Suzan yoldaş bulunduğu bölge özgülünde yapılan her eyleme koşuyor, işçi direnişleri, kitle eylemleri, basın açıklamalarına katılıp röportajlar gerçekleştiriyordu. Onun sıradan bir gazeteciden beklenenin çok daha fazlasını üreten, yaratan hali önceleri şaşırtıyordu bizi. Ancak onunla yaptığımız sohbetlerde o, devrimliğin kaynağının kitleler olduğunun altını çiziyor ve sadece görevini yapıyor olmanın mütevaziliği ile hareket ediyordu. Kadın ve anne olması da taşıdığı görevlere yenilerini yüklüyordu. Artık semtlerdeki gençlerin de Suzan ablası olmuştu.

Bir gün bizim semte gazeteleri getirmişti. Onunla beş dakika oturup çay içme fırsatı bulmuştuk. Yeşillikler içinde, çevresinde evlerin bulunduğu, mahallenin orta yerinde, halkın daima sahiplendiği bir parktı oturduğumuz yer. Emek ve örgütlü bir çabayla var edilmişti. Oturmuş çayları yudumlarken yoldaşla mahalleye dair planlanan kentsel dönüşüm saldırısı üzerine konuşmuştuk. Bir yoldaş umutsuzluk içinde “mahalle gitgide yozlaşıyor, hiçbir şey yapamıyoruz, Eninde sonunda yıkacaklar” demişti. Suzan yoldaş ise bu mahallenin bize miras olduğunu, bu mirasa sahip çıkılmasını gerektiğini vurgulayarak, umutsuz yoldaşa “karamsar olma, güçlü ol” demişti. Ve ardından da “kalkıp gazeteleri alın, daha başka yerlere gideceğim” demiş ve umutsuzluk halimizin faaliyet ile dağılacağını hatırlatmıştı bize. Bizi çok etkilemişti, konuşmasında, anlatımlarında müthiş bir bağlılık ve inanç vardı.

Her eylemde görüyorduk onu, yaşına ve sağlık sorunlarına rağmen dinlenmek nedir bilmezdi. Boynundan hiç eksik etmediği fotoğraf makinesi ile bütünleşmişti adeta. Bir de “kurşun” kalemi vardı. Tamam, “kurşun” atmazdı ama egemenlerin canını bir hayli yakardı.

Semtlerdeki sorunlardan bir tanesi de yapılan eylemler, etkinlikler, toplantıların haberini yazması için Suzan yoldaşı her defasında buralara çağırmak oluyordu. Suzan yoldaşın, her zaman gelip haber yapma olasılığı olmuyordu. Bu sıkıntıya dair yoldaşın, her semtin doğal bir muhabiri olması gerektiği önerisi oluşmuştu. Kimi yoldaşlar bu öneriye pek sıcak bakmasa da, Suzan yoldaş bu önerisini pratiğe geçirmek için düşüncesini ısrarla sürdürüp, kısa bir zaman sonra pratiğe geçirdi ve birçok semtte bu doğal muhabirlik çalışması sağlıklı şekilde işlemeye başladı. Her semt kendi fotoğraf makinesini temin etmiş, Suzan yoldaş da haberin nasıl yapıldığına dair teknik bilgileri aktarmıştı. Bu çalışma olumlu olarak faaliyetçileri geliştirmeye, halkla röportajlar yapılma düzeyine kadar getirmişti bizi. Yayınımızın kolektif bir gazete olması için doğal muhabirliğin olması herkes tarafından benimsenmişti. Suzan yoldaş ısrarı ve kararlı duruşuyla “haber ve yazıları gazetede çalışanlar yapar” tabusu yıkılıvermişti.

Bir gün gittiğim hastanede tesadüfen kot taşlama işçileriyle karşılaşmıştım. 13 işçinin ölüme karşı direnişine tanık olmuştum. Onlarla orada konuşma fırsatı da bulmuştum. Taşlama işinde başka iş olmadığından çalıştıklarını, hiçbir sağlık sigortasının olmadığını, işyerinde hastalıklarına karşı hiçbir yardım ve destek alamadıklarını anlattıklarında çok etkilenmiştim. Bu durumu Suzan yoldaşa anlattım, o hemen “röportaj yapmaya gitmeliyiz” demişti. Gittiğimizde ise ne yazık ki 4 işçinin daha yaşamını yitirdiği, diğer 7 işçinin solunum cihazına bağlandığını, 2 işçinin ise taburcu olduğunu öğrenmiştik. Suzan yoldaş doğal muhabirliğin ne kadar önemli olduğunu yine vurgulamıştı.

… Bir gün sabaha karşı, gecenin en karanlık anında kapısı çalındı. Kim olabilirdi bu saatte? Kapı açılınca karşısında polisleri buldu! “Bir olay nedeniyle ifadeni alacağız” denmiş, fakat örgüte yardım etmek suretiyle üye olmak iddiasıyla tutuklanarak hapishaneye konulmuştu. Sistemin ilerici, devrimci ve demokrat aydın ve gazetecilere yaptığı komplolarla tutuklama saldırısından o da üzerine düşen payı almıştı.

Hapishane koşullarında yaşadığı sağlık sorunları ve tedavisinin engellenmesi, bu koşullarda diğer hastalıklarını ağır bir şekilde tetiklemiş, kalıcılaştırmıştı. Ama o kendi hastalıkları bir yana dursun, hapishanede kendisinin de içinde bulunduğu hasta tutsakların sesi olmaya bu şartlarda da devam etmişti. Mahkeme süreçleri uzun geçiyor, her mahkemede kendisinin komplo sonucu tutuklu olduğunu anlatıyordu. Sonunda 2 yıl sonra 3. mahkemede tahliye etmişti. Biz onun tahliye olması sevincini yaşarken, hapishane koşullarında gelişen, artık çıkmaz yola giren rahatsızlığı nedeniyle ameliyat olma zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Açık kalp ameliyatı için bıçak altına yatmıştı. Güzel, mutlu günlerin özlemiyle iyileşip daha canlı, gazetecilikten ayrı kaldığı yaşamına kavuşmak için iyileşmek istiyordu. Ancak bu kez direnişi yaşama dair olmuş, 17 gün boyunca ısrarla hayata tutunma mücadelesi vermiş ve 12 Ekim gecesi bizlere veda ederek, direniş bayrağını yoldaşlarına teslim edip, ölmeyip, ölümsüzleşerek Mehtap’ın, Kinem’in 5 kızıl karanfilimizin, o çok sevdiği yoldaşlarının yanına gitmişti. O artık karanfiller diyarında ve bize şanlı mücadelesi, “kurşun kalemi” kaldı. Direncini kuşanıp, ideallerine sarılıp o tükenmek bilmeyen enerjisiyle yolumuzu onun gibi gülerek ilerleyeceğiz. Taa ki, zafer bizim oluncaya dek… Hoşçakal Suzan yoldaş, Hoşçakal Suzan abla…! Gözün arkada kalmasın, biz varız ve hep var olacağız. Suzan Zengin kavgamızda yaşıyor! (Bir yoldaşı)

(Özgür Gelecek Pusula)

 

4217