Pazartesi Nisan 29, 2024

Cumartesi/ Hasan Sağlam

kaypakkaya-partizan

“ Analar ne doğuracağını bilseydi, senin anan da seni doğurur muydu?“ ( bir Kürt ana Esat Yıldıran Oktay'a söylemiştir) 

Bu günler hangi dağın ardına yaslanır, cumartesi nerde sabahlar, pazartesi hangi güne dosttur?

Bu uçurumlar kaç oğul boyudur, bu vatan kaç kız güzelliği eder?

Bu yollar hangi annenin avuç içi çizgilerinde evlatlarına gider?

Bu dünya kaç annenin saç teline tutunur?

Hangi çocuğun başını koyduğu dizler bu kadar kanar, kollar bu kadar kırık, eller bu kadar kaygılı, dişler bu kadar dökük, düşler bu kadar yaralı?

Hiç düşündünüz mü bu kaçıncı Cuma’nın ertesi? Günleri kim pay etti de cumartesi bize düştü? Düştü de neden bu kadar kederli, içli, eksik ve kayıp?

Günler hangi rengin yansımasıdır ki; cumartesi neden bu kadar kan kırmızı?

Ya güller; neden bu kadar solgun, renklerini kim yaktı? Mevsimler neden bu kadar acemi, dağlar neden bu kadar sağır, nehirler neden bu kadar dilsiz, şehirler neden bu kadar vicdansız?

Bu dar sokaklar bizim için mi yapılmış? Dağların derin sonsuzluğunda koşan çocuklarımız acemi düşsün diye mi; günler en çok cumartesi oluyor? 

Artık günler ve güller bir araya gelmiyor. Günleri ve gülleri vurdular. Şiire dolanmış en narin şarkıları boğdular. Kardelen kokusu taşıyan her çiçek infaz edildi. 

Tam yirmi yıldır Galatasaray Meydanına acılarını döküyor analar. Acıların iki yakası bir araya gelmiyor.

Duymayan kaldı mı? Bilmeyen var mı? Hasan Ocak, Düzgün Tekin, Rıdvan Karakoç ve niceleri ve öncesi ve sonrası...

Duymayan kaldı mı?  O meydanda evlatları için cumartesiye doluşan anne ve babalarda kayboldu zaman içinde. Bir ayak izleri bir de ellerinde derin çizgili fotoğrafları kaldı ve göçüp gittiler o ahir zamana. Hangi yakasını çekiştirsek günün, diğer yarısına köhne zamanların ve büyük kayıpların amansız acısı hançer vuruyor.

Cumartesinin alışılmış sessizliğine inat bir ananın çığlıkları günün, şehrin ve hayatın ortasına düştü.

Duymayan var mı?

Duyun! “Dağlar taşlar kuşlar geyikler yön verin ben Düzgün’üme kavuşam.” bu sesi duymayan kaldı mı?

Duymayan varsa duyun Düzgün Tekin in annesinin sesidir o ses! Tam yirmi yıldır istiklali uzun bir ırmak gibi yaran Galatasaray meydanını böler bu ses. Duymayan var mı?

Acının yaşı yılı rengi var mıdır? Hangi asra sığar evlat acısını unutmak, hangi meydana?

Bir sesin ardına düşen o masum gülüşlü çocuklar hangi haylaz aşka diz çöktüler?

 Berfo Ana kimsenin görmediği bir acıyı herkesin gözleri önünde ömrü boyunca taşıdı.

Her günün hikâyesi uzundur cumartesi Galatasaray’da. Herkes birbirini acılarından tanır.

Berfo Ana İsmail Baba bir gün sessiz sedasız uzun yol hikâyelerinin peşine düşüp çocuklarını aramaya devam ettiler.

Bundan böyle Galatasaray Meydanında gölgelerinin iz düşümü her cumartesi elinde bir solgun resimle devletin gözlerinden dökecektir faili. Şimdi gene soruyorum, bu günler hangi dağın ardında?

Hangi devlet işgal etti pazartesiyi? Salı hangi orucun arifesi, çarşamba nerede? Nerede günlerin geri kalanı ve güllerin nazlı pazarı? Nerede yıkanıp durulanıp pir-u pak olunan perşembe nerede o mübarek cuma? Karanfil kokusuyla bezenen her fotoğraf Galatasaray’da meydan okur özgür yarınlara.

Bir uzun ölümdür belki özgürlük bir kısa hayat. Çokça ölmektir belki azca yaşamak, çokça kaybolmak belki azca görünmektir.

Bu cumartesi neden bu kadar yalnız, bu meydan bu istiklal bu taksim neden bu kadar ertelenmiş. Bu analar neden bu kadar öfkeli? Oğul yitirmiş kız yitirmiş hangi ana miğfere, postala, apolete, baş eğdi ki? Analar ne doğuracağını bilseler elbette evlatlarına kıyanları doğurmazdı.

Neylersin; dünyanın rahminden cüceler dökülüyor.

01.02.2015 Hasan Sağlam

1767