Pazar Mayıs 5, 2024

1915 Erzincan Şırzı Köprüsü :İsmail Taylan Kaya

kaypakkaya-partizan
Şimdi okuyacaklarınız daha önce hiçbir yerde yayınlanmadı. Çünkü olanları anlatabilecek hiçbir kurban sağ kalmadı. Bu bilgileri katliamı gerçekleştirenlerden birinin torunu vasıtasıyla elde edebildim.

 

Mamoste ile kalabalığın içinde ıssız bir masaya oturduk. Agos’ta geçtiğimiz günlerde yer alan Armıdan’lı Bedros’un hikâyesini tartışmaya başladık. Bedros 1915’ten sonra Armıdan’dan kaçıp kurtulmuş, İstanbul’da hayata tutunmaya çalışmış bir Ermeni’ydi. Yazıda Armıdanlıların torunlarının 95 yıl sonra köylerine yaptığı ziyaretten de bahsediliyordu. O günü hatırladık Mamoste’yle…

Onların geleceğini duyunca tarihe tanıklık etmenin heyecanıyla Armıdan’da bulmuştuk kendimizi. O tablo, o ruh, o acı nasıl tasvir edilir, nasıl anlatılabilir inanın bilmiyorum. Kırk beş yaşlarında bir kadın otobüsten inip o virane köyün önünde dakikalarca dona kalmış sonra da olduğu yere diz çöküp sessizce ağlamaya başlamıştı. Gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum. Memleketini ilk defa gören bu insanlar hiç görmedikleri evlerini kayısı ağaçlarının, köy çeşmesinin, kilise kalıntılarının yardımıyla bulmaya çalışıyorlardı. Bir teyze kilise yıkıntılarının önünde durup kendi kendine konuşurken adamın biri yanına yaklaşıp “Altınları nereye gömdünüz?” diye sorunca yalnız misafirler değil hepimiz utandık insanlığımızdan.

Hagop Mıntzuri büyük bir yazardır. 1915’ten sonra ölüm sessizliğine bürünecek olan Küçük Armıdan’da doğmuştur. Büyüklüğü vakurluğundan ve sessiz çığlığından ileri gelir. Örneğin Robert Koleje başladığında köyünde öğretilen Fransızcanın bu okulda öğretilenden kusursuz olduğunu anlatır. Köyünü, insanını size bütün ustalığıyla anlatırken ister istemez bugünü düşünürsünüz. Soykırımdan tek kelime bahsetmeden onun bütün acısını hissettirebilmektedir büyüklüğü. Mıntzuri’den sonra söz kitaplara geldi. Mamoste’ye dedim ki insanların acıları kayda geçirilmeli, tarihe not düşülmeli. Onun verdiği cevap beni derinden sarstı.

“Bu topraklarda yaşanan acıyı mı anlatmak istiyorsun? Kime? Bu topraklarda yüzyıllarca vahşetin en zorlusu, en aşağılığı yaşandı. Başını kaldır etrafa bak. Bunu şu insanlara anlatırsan şaşıracaklarını mı sanıyorsun? Acının kanıksanmasıdır işte bu. Şimdi şu yan masada otursam, hamile kadınların diri diri yakıldığını anlatsam, kesik başların tekmelendiğinden bahsetsem olmadı demez kimse, yalan demez ama daha acısı dehşete düşmez. Yeraltından binlerce zebaniyle iblisin çıktığını ve katliamlar yaptığını anlatsan bu bile şaşırtamaz, sarsamaz insanları…”

Tepeden tırnağa doğruydu söyledikleri. Fakat anlatmalıydık, düşman etmek için değil kin büyütmek için değil, bir daha olmasın diye anlatmalıydık.

Şimdi okuyacaklarınız daha önce hiçbir yerde yayınlanmadı. Çünkü olanları anlatabilecek hiçbir kurban sağ kalmadı. Bu bilgileri katliamı gerçekleştirenlerden birinin torunu vasıtasıyla elde edebildim.

ŞIRZI KÖPRÜSÜ

Erzincan ile Eğin’i (Kemaliye) birbirine bağlar bu köprü… Eğin’de büyük bir Ermeni nüfusu bulunmaktadır. Eğin 1915’te patlamaya hazır barut fıçısı gibidir. Huzurlu ve barış içinde yaşanan şehirde büyük sermaye sahibi olan Ermenilere müthiş bir kin beslenmektedir gizliden gizliye. Fışkıracak bir su gibi kendine bir ark arayan kin istediği fırsatı 1915’te bulur. Kara gün geldiğinde herkes kinini kusmaya başlar. Evler, dükkânlar yağmalanır, sokaklarda güpegündüz cinayetler işlenir. Yaklaşmakta olan felaketin ayak sesleridir bunlar. Sürgün kafileleri oluşturulup Ermeniler ölüm yolculuğuna çıkartıldığında ise her şey serbesttir artık. Kafile yağmalandıktan, genç kızlar seçilip alındıktan sonra Şırzı Köprüsüne sürerler insanları…

Şırzı Köprüsü iki insanın yan yana yürümesine imkân vermeyen dar bir köprüdür o vakit. Eğinli Altın Diş İsmail nam ile bilinen katil iki metre boyu ve köprüyü tamamen kapatan gövdesiyle köprünün sonuna geçer. Eğinli milisler kafiledekileri tek sıra köprüye sürerler. Altın Diş İsmail tek sıra ilerleyen kurbanları teker teker kavrar, dizinin üzerinde bellerini kırıp suya atar. Ölüme akan bir insan selidir kurbanlar. Beli kırılan insanlarla dolar Fırat. Feryatlar, bağırışlar… Beli kırılan insan ölmez fakat hareket edemez, yüzemez… Ağır ağır ve dayanılmaz acılarla gelen bir ölümdür onların ki… Kırılan kemiklerin sesi vadide yankılanır durur. O köprüde Altın Diş İsmail kaç cinayet işledi kimse bilmez. Fakat Fırat’ın da bir sabrı vardır. O kadar insan atılır ki suya, artık taşıyamaz Fırat insanları… Cesetler kenarlara vurur. Cesetler haftalarca yok olmayı beklerken doğa, salgın hastalıklarla alır intikamını kalanlardan… O köprüden aşağı atılan hiç kimse kurtulmaz fakat milislerden bazılarının vicdanı taşıyamaz onca yükü. Anlatır dururlar kuşaklar boyu. Bir de türkü yakarlar Altın Diş İsmail’in ardından…

“ Kalmaya kalmaya, ahım kalmaya.

Altın Diş İsmail murat almaya…”


3115