Cumartesi Mayıs 18, 2024

TC’nin çıkmaz Sokağı!

Tezkere, Kobanê “Çözüm Süreci”, IŞİD, Ortadoğu

(IŞ)İD’in Kobanê üzerinde geliştirdiği saldırı Kürt meselesindeki ve bölge içindeki dengeleri hemen “türbülansa” sokmayı başardı. Kürt ulusal hareketi Kürt meselesini doğal ve haklı olarak bölgesel gelişmelerin sadece bir parçası ve uzantısı olarak ele alıyor. TC’nin de meseleyi hem iç hem de dış sorun olarak ele aldığı, “çözüm süreci” denen gelişmenin en önemli itim güçlerinden birisinin de bölgesel gelişmeler ve TC’nin bölge politikası olduğu bilinmektedir.

Ama Türk egemen sınıfları bu gerçeği kimse bilmiyormuş gibi davranmaya ve hikâyeler anlatmaya devam ediyor. Kobanê saldırısını süreçle bağlantılandırmanın anlamsız olduğunu, burada yaşanacak gelişmenin çözüm sürecini etkilemeyeceğini ifade ettiler. Kürt politikasını iç ve dış diye ayırıp arasındaki bağı da Kobanê özgülünde koparmaya çalıştılar. Niye? Çünkü çıkarları bunu gerektiriyordu. Kobanê üzerinde yaptıkları kirli hesapları örtmek ancak içerde Kürt sorununu çözme iradesi devam ediyor mesajını vermekle mümkün olacaktı.

TC Kürt politikasını iç ve dış bağlarını koparmadan ele alsa da, özellikle Kürt Ulusal Hareketi ile politik mücadelede bu ayrımı sinsice ve kalleşçe kullanmaktadır. İçerde “barış meleği” kesilirken dış politikada hem Kürt celladı hem de diğer Kürt cellatlarının finansörü olmaktan geri durmuyor. TC Kürt politikasında ikili oynamayı sınıfsal çıkarları için olmazsa olmaz görüyor. Bir yandan barış, müzakere, oyalama diğer yandan kendi sınırları dışındaki Kürdistan’ın parçalarında Kürt kazanımlarını en geri noktada tutma, her türlü saldırıya olanak-lojistik sağlamaktan geri durmuyor. Ama bu politika Kobanê kuşatması ile birlikte artık kolay sürdürülebilir olmaktan çıkmış durumda. TC’nin gerginlik üreten bu politikası Kürt Ulusal Hareketi'nin “Kobanê düşerse çözüm süreci biter” açıklamasıyla kriz üretmeye başlamıştır.

Kararsızlık, Çark Etme Ve TC!

Türk hâkim sınıflarının son süreçte Ortadoğu ve Kürt meselesi bağlamındaki hesapları tam bir keşmekeş içine girmiştir. Kısa sürede defalarca çark eden, hangi yön ve istikamette gideceğini bilemeyen, pazarlık yapmakla yapmamak arasında kalan halleri bu kaosu ispatlar niteliktedir. Türk hâkim sınıfları, NATO toplantısında ve öncesinde (IŞ)İD karşıtı koalisyon oluşumuna hangi rol ve etkinlikle gireceklerine dair ABD ile pazarlık yaparak kendini sunmaya çalışmışlardır. Cidde toplantısında 49 elçilik görevlisinin durumunu gerekçe yapıp Sünni devletlerin oluşturduğu koalisyon metnine imza atmayarak temkinli hareket etmeyi yeğlemişlerdir.

Ancak “nedendir bilinmez”(!) ABD Dışişleri Bakanı'nın, savunma bakanının ve çeşitli yetkililerin “zorlukları var ama aşacaklar”, “en ön safta yerlerini alacaklar”, “bizle hareket etmek zorundalar” vs. beyanlarından sonra, önce kısa sürede elçilik görevlileri teslim edilmiş, devamında Tayyip Erdoğan’ın BM zirvesi için gittiği ABD’de yaptığı görüşmeler sonrası (IŞ)İD karşıtı koalisyonda aktif şekilde yer alacaklarını ifade etmişlerdir.

(IŞ)İD için çok sevdiği “terör” kavramını kullanmaya yanaşmayan ve bölgede herhangi bir Sünni güçle savaşmanın Ortadoğu vizyonunu berhava edeceğini ifade eden yaklaşım, birden vurgulu şekilde “eli kanlı terör örgütü IŞİD” deyip, bir bütün Irak ve Suriye kapsamında bölgesel bir savaş içeriğine sahip 2 Ekim tezkeresine demir atmıştır. Üstelik bu tezkerede Ortadoğu vizyonuna ters olan Sünni güçlerle gerekirse mücadele etme de var. TC’nin bu hızlı dönüşü kuşkusuz ABD ile yaptığı kısır pazarlıkların ve ikna edilmiş olmanın sonucudur.

1 Mart’tan 2 Ekim’e; At Pazarlığından Kendini Pazarlamaya!

Bu kısır pazarlıkları TC 1 Mart 2003 Irak tezkeresinde “at pazarlığı” olarak literatüre geçirmeyi başarmıştı. Bugün nasıl bir isimlendirme yapılır bunu bilmiyoruz. Ama T. Erdoğan’ın meclis açılım oturumunda durup dururken “kendimizi kullandırmayız” açıklaması at pazarlığını aşan bir durumun işaretlerini veriyor. Ama bu pazarlıklarda elinin çok güçlü olmadığı ve çok bir şey koparamadığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü T. Erdoğan hala ipe un sermeye çalışıyor. “Yaptığımız görüşmelerde ben hep şunu söyledim: 1 – Uçuşa güvenli bölge adımını atmalıyız. 2- güvenli bölge şart… 3 – Eğit donat adımını atmalıyız. O olmaz bu olur… Hayır, üçünün de olması lazım. Biz olaya sadece terör örgütü açısından değil Suriye rejimi açısından da bakıyoruz.” (28 Eylül, İstanbul'da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu Toplantısındaki konuşmadan)

Bu yaklaşım 2 Ekim Tezkeresi'ne de yansıdı. Kuşkusuz daha önemlisi 1 Mart tezkeresinin geçmemesini sağlayan yabancı askerlerin ülke topraklarını kullanması maddesi de bu tezkerede yerini alarak meclisten geçirildi. TC (IŞ)İD karşıtı koalisyonu gerekçe yaparak Kürtlere ve Esat’a yönelecek bir zemin hazırlamaya çalışıyor. Ancak politik dengelerin ve gelişmelerin TC’nin bu hevesine olanak sunmayacağı görülmektedir.

TC, ABD’de süreçte oyun dışı kalma riskini görerek “ikna olmak” zorunda kaldı. Ancak büyük resim yerine, Kürt ve Esat’a bakmayı hala tercih etmesi onun zaten bölgenin yeniden dizayn edilmesinde oyun dışı kalmaya mahkum olduğunu gösteriyor. Mevcut yaklaşımının o çok heves ettiği Ortadoğu’da Sünni kesime önderlik vizyonuna yetmeyeceği, bunu gerçekleştirmede yeterli olmayacağı açıktır. Bu cenah da kendine yeni ve güçlü düşmanlar edinmesi de kaçınılmazdır.

Kürtlere Mahkûm Olup Kürt Düşmanlığı Yapmak: İşte TC!

TC bir yandan Suriye ve Irak gerekçesiyle Kürdistan'ın bu parçalarını fiilen işgal etmeyi hesaplarken diğer yandan Kürtleri buna rıza edecek koşulları da kolluyor ve hazırlamaya çalışıyor. Kürtleri buna razı getirmeyi ise Kürt meselesinde çözüm sürecini etkinleştirerek yapmaya çalışıyor. Kobanê üzerinden Kürt hareketinin “süreç sonlanır” tehditlerine karşı verdikleri tepki, TC’nin Kürtler karşısında ne kadar mahkûm ve zayıf konumda olduğunun işaretlerini de vermektedir. “Bu konu (Kobanê’deki gelişmeler) sürecin tabii unsuru değildir. Her konuyu bununla ilişkilendirmek bu işi tamamen çözümsüzlüğe mahkûm etmek anlamına gelir… Senin bir şey yapmaya gücün yetiyorsa git IŞİD’e yap, Türkiye’ye ne meydan okuyorsun? Kandil’de yan gelip yatıyor, Kobanê’dekilerle ilgili edebiyat yapıyor. Sen orada konuşacağına git o zaman orada mücadele et.” (Yalçın Akdoğan, 28 Eylül Kanal-7)

Bu açıklamalar TC’nin Başbakan Yardımcısı’nın ağzından çıkmaktadır. Kürt Hareketi’ne süreci bozmayın diye yalvarmadığı kalıyor. Bu da yetmiyor git (IŞ)İD’le savaş diyecek kadar akıl hocalığı yapmaya soyunuyor. (“Terör örgütü” gördüğü bir yapıyı teşvik etmesi de ayrı bir ironi ve komedi elbette). Türk egemen sınıflarının Kürtlerle ittifak ihtiyacı hayati önemdedir. Ancak aynı TC Kürtlerin tüm parçalardaki haklarını tepelemek, ortadan kaldırmak içinde elinden gelini ardına koymuyor. Hem nalına hem mıhına giderek Kürtlerle ilişkisini yürütmeye çalışıyor.

Tam da bu süreçte normal koşullarda TC için tarihi nitelikte denilebilecek çözüm sürecine yönelik Bakanlar Kurulu kararı Resmi Gazetede yayınlandı. Ancak süreç ve gelişmeler o denli büyük ve hızlı ki bu gelişme en ufak bir heyecan dahi yaratmadı. TC çözüm süreci ekseninde çıkarılan çerçeve yasaya dayanarak “Çözüm Kurulu” oluşturup bu bağlamda tam 11 komisyon kurarak süreci bir nevi müzakere aşamasına geçirdi. (30 Eylül Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası açıklama)

Ki Abdullah Öcalan da “Burada dar anlamda yürütülen görüşmelerden, müzakere yanı ağır basan bir kararlılık ortaya çıkmış ve bu düzeyde mutabakata varılmıştır. Gelinen noktada yol haritasının eylem planı da ortaya çıkmış bulunmaktadır.” (1 Ekim’de HDP görüşmesinden yapılan açıklama. Bold bn.) diyerek Bakanlar Kurulu’nun attığı adımın deşifresini yapmıştır. Bunun üreteceği sonuçlara dair belirsizlikler olsa da, esasında Kürt meselesinde TC’nin geldiği nokta açısından “parlak” bir gelişim ve ilerleme olarak görmek lazım. Bu da TC’nin Ortadoğu’da ne kadar sıkıştığının Kürtlere ne kadar mahkûm hale geldiğinin göstergesi niteliğindedir. 

Ancak bölgedeki gelişmeler karşısında TC açısından devrim sayılacak bu adımın bile sürece büyük bir ivme katmayacağını görmek lazım. Aynı görüşmede Öcalan Kandil’den yapılan “Kobanê düşerse süreç biter, savaş başlar” açıklamasını teyit etmiştir. Yani Kürt hareketi içerde yapılacak barışı Rojava şartına bağlamıştır.

Bu TC’nin bölge politikası açısından zorlu bir macera olan Türk-Kürt-Sünni Arap ittifakını iyiden iyiye çıkmaza sokmuştur. Bu eksende beklenen verimi çıkarması artık imkânsız hale getirmiştir. Şimdi elindeki Kürt kozunu ve barışını yitirmeme telaşına düşmüştür. O yüzden çözüm sürecini ısrarla S. Kürdistanı ve Irak Kürdistanı'ndan ayrı meseleler olarak ele alma derdindedir. Çözüm sürecinde bundan sonra atılacak adımlar daha seri hale gelebilir. Bu eksende bölgesel pazarlıklar merkezde olacaktır. TC’nin bölge planlarının merkezine artık Kürtlerin daha fazla oturduğu, bu eksende ittifakın daha ön plana çıktığı görülmektedir. Ama genetiğindeki Kürt düşmanlığı ile bu ihtiyaca göre nasıl şekilleneceği belirsizdir. Ancak ciddi gelişmelere gebe ve her şeyin ışık hızında tüketildiği ve değiştiği bir süreç yaşanacağı açıktır. Son 20 günlük süreçte yaşanan gelişmeler ve değişim ve bunların şimdiden gündem dışına düşmesi sürecin hızına dair ipuçları niteliğindedir.


77573

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Sayfalar