Cumartesi Mayıs 18, 2024

Sürecin hasasiyetine hasasiyetle cevap vermek gerekiyor

Yaklaşık 30 yıldan beridir Kürt halkının ulusal demokratik taleplerinin seslendirilmesini üstlenerek öncülük eden Kürt siyasal hareketin siyasal konumunda olan siyasal güçleri, son barış sürecinin heyecanıyla atağa kalktıklarından beri, ağızlarından hiç düşürmedikleri süreç ve bu sürecin ortaya koyduğu ‘’süreç çok hassastır’’ söylemidir. 

Bu söylemin, hemen hemen her yurtsever Kürdün kulağını binlerce kere çınlatıldığından kuşku yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde siyasal ve ulusal sorunlara öncülük eden güçlerden önce, bu sorunların tüm acılarını bire bir yaşayan esas muhatap denilen halk kitlelerin bahsi geçen hassasiyetlere rivayet edildiği görülmemiştir. Zira halk kitlelerinin bilinç seviyesi kendi taleplerine öncülük yapabilecek düzeyde olmuş olsaydı kendi bağrından çıkan bilinç seviyesi yüksek bir elitin öncülüğüne ihtiyaç duymazdı. Dolayısıyla yeni süreçle ortaya çıkan siyasallaşma gereksinmeleri hiç vakit geçirmeden yeni sürecin yenilikleriyle halk kitlelerinin demokratik perspektiflerle şekillendirme sorumluluğu da siyasal öncülerin ahlaki sorumluluklarıdır.

Kürt siyasal hareketin siyasal öncüsü durumunda olanların da dediği gibi: Barış süreciyle başlatılan süreç elbette ki çok hassastır. Hassas olmasının nedeniyse hiç kuşkusuz barışa karşı duyulan özlemin kendisidir. Ya da savaş ortamının yaratığı otoriterlikten barış süreciyle yaşayacağı demokratik ortamla tanışma özlem ve hevesidir. Binlerce köyün yakılması, on binlerce Kürt evladının katledilmesi, yüz binlerce Kürt insanın işkencelerden geçirilerek zindanlara atılması, bir halkın en kutsal değerleri arasında olan Kürt kadınına tecavüzlerin yaşatılması, yarının en mükemmel ve temel mirası sayılan Kürt çocukların tecavüzcülerin tecavüzüne maruz kalması gibi bin bir dramlardan sonra dahi, Kürt halkının barışa sarılması başlı başına bir hassasiyet ve bir halkın nasılda erdem sahibi halklardan biri olduğu gösteriyor yeterince.

Tecavüze maruz kalışını, her bir karış toprağının kardeş ya da bir başka yakının kemikleriyle dolu oluşunu, tecavüz sahnelerin seanslarıyla uykulardaki fırlayışları, anne yüreği dağlayan evladına ağıt yakarışlarının tümünü es geçip Barış süreciyle elde edilmek istenilen demokratik işleyişin demokrasi artıklarına bile kurban ederek, “Ben varım” demesinden daha büyük ne gibi hassasiyet olabilir ki! Türkiye’nin misakı milli sınırları kabulümüzdür dediğimiz andan itibaren, Türkiye’nin normalleşmesinde, Kürtlerin üstüne düşeni yapmadığından bahsedilebilir mi?

Barış sürecinin barışla bitiş noktasına varılması için, Kürtlerin kendi hayalleriyle koruyup yaşadığı hayal dünyasından bile vazgeçilmedi mi? Bağımsız Demokratik Kürdistan’ın kuruluş kararlığından vazgeçilerek Bağımsızlık Kürtlerin intiharıdır noktasına gelinmedi mi? Peki tüm bunlara rağmen Türkiye’nin sadece demokratikleşmesiyle çözülecek Kürt sorunundaki ilerleyişi ve özellikle de Kürt sorunun insan hak ve hukuk temelinde çözülme kolaylığı ortadayken neden hâlâ ve illa da Kürt sorununu aksak adımlarla yürütülmeye çalışılmasına anlam vereniniz var mı acaba?

Aksak adımlarla ilerlemenin tek sebep ve nedeni hiç kuşkusuzdur ki projelendirilen barış sürecinin içeriğiyle ilgilidir. Şu olur, bu olur söylemlerin ötesine geçmeyen bir barış projesiyle karşı karşıyayız. Bahsi edilen sürecin adı ve sanı her ne olursa olsun, görünen tabloda elle tutulur somut bir verinin olmadığıdır. Gerek Türk devletinin egemen güçlerinin açıklamalarıyla kendini gösteren düşünsel niyetlerinde olsun, gerekse de Sayın Öcalan ve PKK güçlerinin istem ve arzularındaki göstergelerde olsun, Kürt halkının kalıcı Kürt sorunun çözülmesine yönelik çok ciddi bir projenin görülmediğidir. Dolayısıyla gözle görülen tek somut olanın, Kürt halkının ulusal taleplerle şekillenen ulusal istem ve arzuların tümünü demokratikleşme kotasına indirgendiğidir.

Dolayısıyla Kürt halkının siyasal öncülüğüne oynayan öncülerin kendi taleplerinin en asgarisinin asgari düzeyine inerek bu kadar açık özverisi ortadayken AKP ve özelikle de Erdoğan’ın ırkçı söylemlerinden hareketle çözümün mantığına bakıldığında, ne yazıktır ki barış umudunu yaralayan duyguların gelişmesine neden olup korkutuyor maalesef. Kürt sorunun çözülmesi bu kadar kolaylaşmasına rağmen sorunun çözümüne yönelik atılacak demokratik adımlarla dahi olsa. Mevcut tutumların yörüngesine eğildiğinde Kürt sorununun başka rantlı baharlara havale edilme mantığın belirtileri görülmektedir.

Ama tüm bunlara rağmen gerek Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesi, gerekse Kürt hareketinin kendi yeter ve yetmezlikleriyle buluşup demokratikleşme işlevini harekete geçirecek umudumuzla, “tek seçenek budur” denilerek önümüze konulan bu barış surecine yine de destek vermeliyiz. Desteklenme gerekçesi ve gerekçemizi savaşın yaratığı otoriter ortamından barışın yaratacağı demokratik ortama geçiş olmalıdır. Herkesin bu şiarda yaklaşımı olumlu katkı sunacaktır.

Görünen bahar resim olsa bile, su taşıyalım, çim ekelim, fidan dikelim gerçek bahara dönüştürelim. Kürt halkının kaybetme lüksü yoktur.

HÜSEYİN AKINCI

100527

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

Sayfalar