Cumartesi Mayıs 18, 2024

Peki ya Erkekler? Ganime Gülmez

“Görüntü yetseydi, bilime gerek olmazdı. Geçmişe göre, herşey daha fazla gözümüzün önünde dönüyor…Burada kavrayabildiğimiz oranda, geçmişten-günümüze Ortadoğu düzenini kavramamız gerekiyor öncelikle…. Milliyetçilik ve dinin çürütücü-bozucu, insanın ortak özelliklerini ayırıcı-bozucu-yabancılaştırıcı tarihsel rolü açıktır…” ve daha bir dizi ufkumuzu aydınlatabilecek bilgiler verdi Haluk Gerger, önceki gün Frankfurt’ta gerçekleşen toplantıda.

Hangi tarihsel dönemde, SAVAŞ kelimesi geçtiğinde; içinde kadınlar olmamıştır? Hangi tarihsel dönemde SAVAŞLAR sürdürüldüğünde; kadınlar ve çocuklar sürüler halinde yollara düşmemiş; açlığa, işkenceye, insanlık onurunu yerle bir eden davranışlara maruz kalmamıştır? Hangi SAVAŞ döneminde; kız çocuklarına dek tecavüz gündeme gelmemiştir?

Hangi tarihsel dönemde; SAVAŞIN oyuncuları ERKEK değildir? Hangi tarihsel dönemde; KADINI dışlamanın bedeli ERKEK tarafından ödenmemiştir?

Gerek Ortadoğu’da, gerekse yaşadığımız coğrafyada-Avrupa’da; milliyetçiliğin ve dinin insani ortak özelliklerimizi bozucu, bize bizi hızla yabancılaştırdığı, karanlık günlerden geçiyoruz.

Bütün bunların içerisinde YİNE; heryerde, “kadın-çocuk” kavramları dilimizde, resimleri “savaş kurbanları” sembolü olarak karşımızda. Hangi SAVAŞ dönemlerinde kadınlar teslim olmuş, savaşmamıştı? Bilakis KADININ böylesi savaş dönemlerinde, her zaman koruması gereken “onuru ve namusu” vardı! Bu tarihler boyu süren iş bölümünde, kadına giydirilmiş-kimliğiyle bütünleşmiş bir elbiseydi. Bu elbise, romanlardan, filmlere; “kadının onuru” kavramı olarak korunageldi, ısıtılıp ısıtılıp önümüze sunuldu. ERKEK için de bu böyleydi; savaştan kaçan erkek, dininden ya da cemaatinden atılmış olacaktı. Bu da bize; “erkeklik” olarak ısıtılıp ısıtılıp sunuldu.

VE EN ÖNEMLİSİ; oyuncuları ERKEK olan savaşlar, bilinen tarihlerden bu yana, ekonomik çıkarlar için yapıldılar ve milyonlarca cana mal oldular.
Kadınlardan, savaş içerisinde mahsur kalan kadınlardan bahsederken onları; Ortadoğu bataklığında, milliyetçilik ve dinin çökertici-yabancılaştırıcı, feodalizmin en barbar çağlarının tekrar hortlatıldığı özelliklerden bağımsız ele almayalım. “KADIN” kavramını, en yabancılaştırılmış haliyle kullanmayalım. Bu kavramın, hem de kadınlar tarafından çok çeşitli çözümlendiğini; ne kadar değerli, önümüzü açıcı bakış açılarının yakalandığı tarihsel dönemleri hatırlayalım-unutmayalım.

Kendimize YABANCILAŞTIRILMIŞLIĞIMIZIN çözümlendiği, bir dizi bilimsel çözümlemeye tekrar kulak verelim. İnsani ortak özelliklerimizi bozucu-çürütücü bu hızlı dönemde; hızın rüzgarıyla, hem de “MODERN” bir dünyanın içerisinde, bize sundukları “kadın sahiplenme” kavramlarını zihinlerimize yeniden işlemeyelim.

Politik “olmayan” kadınlar; televizyonlardaki-haberlerdeki kan revan içindeki görüntülerden, en çokta kadınların-kız çocuklarının tecavüzlerinden bahsediyorlar. Politik çevrelerdeki kadınlar da; kadının mahsur kaldığı bu durumlardan ve savaşımından bahsediyorlar-bahsediyoruz!

Kadın çalışmaları olarak da; bu çerçeve üzerimizde hüküm sürüyor hala!

“Kadın savaşıyor, kadın direniyor, en çok kadın bedel ödüyor…Direnen kadınlara, kadınlardan destek geldi. Kadınlar bu direnişleri, kadın devrimi olarak görüyorlar, sahipleniyorlar..Kadınlar……” bütün bu kavramlar, kavramların kullanılışları; Kadın Sorunu’nu bir kez daha, kadını kalıplara sokma sorunu haline getiriyormuş gibime geliyor. Bir değeri SAHİPLENMEK ile, bir cinsi SAHİPLENMEK arasındaki fark hep SİLİKLEŞİYOR; ve bu silikleşmeye biz kadınların dikkat çekmesi gerekiyor!

Böylesi azgın bir dönemde, “erkek egemenliği”ne dikkat çekmeyi-çözümlemeyi merkeze koymayan; “KADIN” kavramını, onun savaşlardaki yerini, savaş dışındaki kadınların onlarla nasıl dayanışacağını sunan söylemleri çok İÇ SIZLATICI ve TEHLİKELİ buluyorum. Bu konulara dair kadınlar tarafından yazılmış onlarca-yüzlerce makaleyi; kalıplara karşı girişilen cesur bir dizi adımı hatırlıyorum ister istemez. Bizi sadece bir “CİNS” grubu olarak değil, “TOPLUMSAL ROL” anlamında da-farkında olmadan girişilen-kalıplara sokma çabaları (zaten kalıpları kıramamanın tarihsel yenilgisindeyken); bunu yıkmayı daha kaç kuşak sonraya havale edeceğimiz, ENDİŞELENDİRİYOR!

ÇÖZÜM NE?
Böylesi azgın dönemlerdir, karanlıkta kalan konuların gün yüzüne-bilince çıkarılabildiği dönemler. Bu azgın dönemler bilince çıkarılabildiği oranda; “SEYİRCİ KALMAK” tabiri yerle bir olur. Böylesi tarihsel dönemler; bize tekrar ortaçağ zihniyetlerinin enjekte edilmeye çalışıldığı dönemler CANIMIZI GERÇEKTEN ACITIRSA sıçrayışlar olur.

Böyle uzun soluklu yolculukların sonuçlarına “çözüm bu” demek imkansız. Ama BİLMİ elden bırakmamak tek çözücü yol. “Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni”ni o çok sevdiğimiz, ama anmaktan sıkça vazgeçtiğimiz Engels’i biz KADINLARIN sürekli irdelemesi ve içselleştirmesi; hafızalardan silinmesine izin vermemesi gerekiyor. ERKEKLEŞEN YÜZLERİMİZİ; bizim çeltik atarak, istikrarlı bir yolculukla değiştirmemiz gerekiyor.
Bu yolculuğun her iki cinsin ortak ve bilinçli çabaları olmadan gidilemeyeceği aşikar. Bu yüzden; “PEKİ YA ERKEKLER” sorusunu bizim elden bırakmamamız gerekiyor.


79429

BALIK VE MELISA

Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla göz göze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde... 


ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ

 

“Acıya yenilmek istemiyorsan,

onunla yüzleşmen gerek.”

(Lanza del Vasto.)

 

Masamın üzerinde bir karanfil duruyor şu an. Rengi kızıla çalan bir karanfil. Roboskî karanfili. Çamurlu patikadan otuz dört fidanın mezarlarının yan yana dizili durduğu mezarlığa doğru tırmanırken KESK’li Sedar’ın elime tutuşturduğu… Her şeyin acıya karıldığı o sisli anlarda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemeyip çantama atıvermişim. Eve döndüğümde çıktı…

Ben onlardan değilim, Kaypakkayanın yoldaşıyım.

 

Çanakkale Savaşında İnsanlık Dramı (Yüzbaşı Sarkis Torosyan)

 

Savaş Şiddet Üzerine Ekonomi-Politik ve Antropolojik Notlar

 

“Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm,

zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir.”[2]

 

İtiraf etmek gerekir ki, savaş hakkında konuşmak, kolay bir iş değil.

Bunun nedeni, insanın savaş konusunda, “alternatif” de olsa bir ders bağlamında konuşabilmesini sağlayacak nesnellik ve uzaklık duygusunu deneyimleyebilmenin zorluğu.

KIMSENIN KUŞKUSU OLMASIN; ONLARI MUTLAKA YENECEĞIZ![1]

 

 

“Belki de asıl ustalık budur;

her zaman acemi olmayı bilmek.”[2]

 

Yedi düvel dört iklimden hoş geldiniz…

Dersim’den, Diyarbekir’den, Antakya’dan, Çorum’dan, Sivas’dan, Samsun’dan, Ardahan’dan, İzmir’den, Adana’dan, Antep’den yani “Nuh’a beşikler veren” kadim Anadolu’nun dört bir yanından buraya gelen yoksullar, işçiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, kadınlar, gençler, çocuklar yani ötekileştirilen mağdurlar, madunlar, ezilenler, sefa getirdiniz…

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

NEWROZ ATEŞİ!

 

Zalimin zulmüne başkaldırının günüdür Newroz. Ortadoğu halklarının zafer ve özgürlük ateşini yaktıkları gün. Modern Dehak’lara karşı mücadelenin boyutlandığı, halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşlarınıyükselttikleri gün.

İntifalara, serhıldanlara esin kaynağı olan Newroz ateşi binlerce yıl önce yakıldı. Zalim Dehak’ın sarayından yükselen Newroz ateşi, o günden bu yana her 21 Mart’ta daha da bir gür yanıyor.

"EYLÜL KOKUSU" VE ADIL OKAY

 

Kaç Kişi Kaldık?" sorusu ile postmodernizmden malûl "yenik ruh hâline", "Hayır" diyen Adil Okay, yaşadığı tarihin umutlarını bizimle paylaşırken, Can Baba'nın yolunda, İbni Haldun'un uyarısını unutmamacasına ilerliyor...

Okay'ın "uzun yürüyüşü"nde "düş kırıklıkları", "yenilgi", "aşk", "sürgün" ve "yitirilenler"; ya da başkaldıran insana ait her şey var! Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesememiş Okay; bunun için de heybesinde dizeleri ile hâlâ yollarda...

AYDIN(LAR) VE AYDINIMSI(LAR)[*]

 

“Alev, başka şeyleri aydınlattığı

kadar aydınlatmaz kendini.”[1]

Dört yanın “aydınımsı(lar)” diye ifade edilebilecek bir yabancılaşma/ deformasyon tarafından kuşatıldığı kesitte, Demba Moussa Dembélé’nin, ‘Samir Amin: Ezilen Hakların Sömürülen Sınıfların Organik Aydınları’[2] başlıklı yapıtı, “dünya aydın bakışı”nın yanıtı gibidir sanki…

Sayfalar