Cuma Mayıs 24, 2024

Peki ya Erkekler? Ganime Gülmez

“Görüntü yetseydi, bilime gerek olmazdı. Geçmişe göre, herşey daha fazla gözümüzün önünde dönüyor…Burada kavrayabildiğimiz oranda, geçmişten-günümüze Ortadoğu düzenini kavramamız gerekiyor öncelikle…. Milliyetçilik ve dinin çürütücü-bozucu, insanın ortak özelliklerini ayırıcı-bozucu-yabancılaştırıcı tarihsel rolü açıktır…” ve daha bir dizi ufkumuzu aydınlatabilecek bilgiler verdi Haluk Gerger, önceki gün Frankfurt’ta gerçekleşen toplantıda.

Hangi tarihsel dönemde, SAVAŞ kelimesi geçtiğinde; içinde kadınlar olmamıştır? Hangi tarihsel dönemde SAVAŞLAR sürdürüldüğünde; kadınlar ve çocuklar sürüler halinde yollara düşmemiş; açlığa, işkenceye, insanlık onurunu yerle bir eden davranışlara maruz kalmamıştır? Hangi SAVAŞ döneminde; kız çocuklarına dek tecavüz gündeme gelmemiştir?

Hangi tarihsel dönemde; SAVAŞIN oyuncuları ERKEK değildir? Hangi tarihsel dönemde; KADINI dışlamanın bedeli ERKEK tarafından ödenmemiştir?

Gerek Ortadoğu’da, gerekse yaşadığımız coğrafyada-Avrupa’da; milliyetçiliğin ve dinin insani ortak özelliklerimizi bozucu, bize bizi hızla yabancılaştırdığı, karanlık günlerden geçiyoruz.

Bütün bunların içerisinde YİNE; heryerde, “kadın-çocuk” kavramları dilimizde, resimleri “savaş kurbanları” sembolü olarak karşımızda. Hangi SAVAŞ dönemlerinde kadınlar teslim olmuş, savaşmamıştı? Bilakis KADININ böylesi savaş dönemlerinde, her zaman koruması gereken “onuru ve namusu” vardı! Bu tarihler boyu süren iş bölümünde, kadına giydirilmiş-kimliğiyle bütünleşmiş bir elbiseydi. Bu elbise, romanlardan, filmlere; “kadının onuru” kavramı olarak korunageldi, ısıtılıp ısıtılıp önümüze sunuldu. ERKEK için de bu böyleydi; savaştan kaçan erkek, dininden ya da cemaatinden atılmış olacaktı. Bu da bize; “erkeklik” olarak ısıtılıp ısıtılıp sunuldu.

VE EN ÖNEMLİSİ; oyuncuları ERKEK olan savaşlar, bilinen tarihlerden bu yana, ekonomik çıkarlar için yapıldılar ve milyonlarca cana mal oldular.
Kadınlardan, savaş içerisinde mahsur kalan kadınlardan bahsederken onları; Ortadoğu bataklığında, milliyetçilik ve dinin çökertici-yabancılaştırıcı, feodalizmin en barbar çağlarının tekrar hortlatıldığı özelliklerden bağımsız ele almayalım. “KADIN” kavramını, en yabancılaştırılmış haliyle kullanmayalım. Bu kavramın, hem de kadınlar tarafından çok çeşitli çözümlendiğini; ne kadar değerli, önümüzü açıcı bakış açılarının yakalandığı tarihsel dönemleri hatırlayalım-unutmayalım.

Kendimize YABANCILAŞTIRILMIŞLIĞIMIZIN çözümlendiği, bir dizi bilimsel çözümlemeye tekrar kulak verelim. İnsani ortak özelliklerimizi bozucu-çürütücü bu hızlı dönemde; hızın rüzgarıyla, hem de “MODERN” bir dünyanın içerisinde, bize sundukları “kadın sahiplenme” kavramlarını zihinlerimize yeniden işlemeyelim.

Politik “olmayan” kadınlar; televizyonlardaki-haberlerdeki kan revan içindeki görüntülerden, en çokta kadınların-kız çocuklarının tecavüzlerinden bahsediyorlar. Politik çevrelerdeki kadınlar da; kadının mahsur kaldığı bu durumlardan ve savaşımından bahsediyorlar-bahsediyoruz!

Kadın çalışmaları olarak da; bu çerçeve üzerimizde hüküm sürüyor hala!

“Kadın savaşıyor, kadın direniyor, en çok kadın bedel ödüyor…Direnen kadınlara, kadınlardan destek geldi. Kadınlar bu direnişleri, kadın devrimi olarak görüyorlar, sahipleniyorlar..Kadınlar……” bütün bu kavramlar, kavramların kullanılışları; Kadın Sorunu’nu bir kez daha, kadını kalıplara sokma sorunu haline getiriyormuş gibime geliyor. Bir değeri SAHİPLENMEK ile, bir cinsi SAHİPLENMEK arasındaki fark hep SİLİKLEŞİYOR; ve bu silikleşmeye biz kadınların dikkat çekmesi gerekiyor!

Böylesi azgın bir dönemde, “erkek egemenliği”ne dikkat çekmeyi-çözümlemeyi merkeze koymayan; “KADIN” kavramını, onun savaşlardaki yerini, savaş dışındaki kadınların onlarla nasıl dayanışacağını sunan söylemleri çok İÇ SIZLATICI ve TEHLİKELİ buluyorum. Bu konulara dair kadınlar tarafından yazılmış onlarca-yüzlerce makaleyi; kalıplara karşı girişilen cesur bir dizi adımı hatırlıyorum ister istemez. Bizi sadece bir “CİNS” grubu olarak değil, “TOPLUMSAL ROL” anlamında da-farkında olmadan girişilen-kalıplara sokma çabaları (zaten kalıpları kıramamanın tarihsel yenilgisindeyken); bunu yıkmayı daha kaç kuşak sonraya havale edeceğimiz, ENDİŞELENDİRİYOR!

ÇÖZÜM NE?
Böylesi azgın dönemlerdir, karanlıkta kalan konuların gün yüzüne-bilince çıkarılabildiği dönemler. Bu azgın dönemler bilince çıkarılabildiği oranda; “SEYİRCİ KALMAK” tabiri yerle bir olur. Böylesi tarihsel dönemler; bize tekrar ortaçağ zihniyetlerinin enjekte edilmeye çalışıldığı dönemler CANIMIZI GERÇEKTEN ACITIRSA sıçrayışlar olur.

Böyle uzun soluklu yolculukların sonuçlarına “çözüm bu” demek imkansız. Ama BİLMİ elden bırakmamak tek çözücü yol. “Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni”ni o çok sevdiğimiz, ama anmaktan sıkça vazgeçtiğimiz Engels’i biz KADINLARIN sürekli irdelemesi ve içselleştirmesi; hafızalardan silinmesine izin vermemesi gerekiyor. ERKEKLEŞEN YÜZLERİMİZİ; bizim çeltik atarak, istikrarlı bir yolculukla değiştirmemiz gerekiyor.
Bu yolculuğun her iki cinsin ortak ve bilinçli çabaları olmadan gidilemeyeceği aşikar. Bu yüzden; “PEKİ YA ERKEKLER” sorusunu bizim elden bırakmamamız gerekiyor.


79603

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Sayfalar