Pazar Mayıs 12, 2024

Müslüm Elma: Biz devrimciler, sosyalistler düşüncelerimizi ifade etmekte çekinmeyiz

"Sayın Mahkeme Heyeti,

Sayın Avukatlarım tarafından araç içi denetim ve 15.03.2014 tarihli ev içi gözetimine ilişkin değerlendirme itirazlarını gerekçelendiriyorum ve bu itirazın aynı zamanda Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 257. maddesi 1. fıkrası gereğince açıklama olarak anlaşılmasını istiyorum. İllegal temelde yapılan bu dinlemeleri ‘özel yaşam hakkına yapılan bir müdahale olarak görüyorum. Ve gerekçelerimi Alman devletinin Anayasasında yer alan şu görüşlere dayandırıyorum.

”Genel kişilik hakkı bir şahsın kişiliğini, o şahsın yaşam ve özgürlük alanlarına yapılan müdahalelere karşı korumayı amaçlar ve bu hak kapsamlı kişilik koruması olarak Anayasa’nın 1. maddesi 1. fıkrasında garanti altına alınmış olan insanlık onuru ve Anayasa’nın 2. maddesinin 1. fıkrasındaki kişiliği serbestçe geliştirebilme temel hakkından ileri gelmektedir.

Genel kişilik hakkı, kişiliği dikkate alma ve kişiliğe geliştirebilmeye ilişkin mutlak ve kapsamlı bir hak olarak anlaşılır.

Kişiliği özgürce geliştirebilme ve insanlık onuru hakkı, her bir bireye hayatına şekil verebileceği bireyselliğini geliştirip koruyabileceği özerk bir alan teşkil eder. Buna, bu alan içinde “kendin için olmak”, “kendine ait olmak”; şahısların bu alana zorla nüfuz etmesini ya da bu alan hakkında bilgi edinmesini önleme hakkı da dahildir.

Alman devletinin Anayasası’nda kişilik hakları konusunda yukardaki haklar ifade edilmektedir. Söylem bu. Ama bu salona yansıyanlar tam tersi. Bu şaşırtıcı bir durum mu? Tabi ki değildir. Çünkü burjuva ve gerici devletler gerekli gördüğünde kendi yasallığına uymamaktadır. Koyduğu kuralları hiçe saymaktadır.

Bu nedenle burjuva yasallığı, ezilen yığınları aldatmanın bir aracıdır. Örneğin bir kişi bir başkasının evini gözetlemek için kamera veya dinlemek için aracına cihaz yerleştirirse devletin yargısı bunu ‘özel yaşama’ müdahale olarak değerlendirip suç sayar.

Ama aynı devlet bireylere karşı her türlü gözetleme ve dinleme tekniğini kullanmada serbesttir. Yani Emperyalist tekellerin yüksek çıkarları her türlü ahlaksızlığı meşru sayar. Yargı tamda burada susar. Bizim gibi itiraz edenlerin sesleri yükselince, yargı egemen güçlerin kendi çıkarları için koymuş olduğu yasalara sığınır. Aslında bu durum yalnız egemen sınıfların ikiyüzlülüğünü ortaya koymaz. Aynı zamanda yargı kurumlarının egemen sınıfların çıkarlarını korumakla yükümlü olduğu gerçekliğine bütün çıplaklığıyla ayna tutar.

Egemen sınıfların çıkarı ezilen halkların çıkarıyla asla örtüşmez. Ama egemen sınıflar her fırsatta koymuş oldukları yasaların bütün halkın çıkarlarını korumakla yükümlü olduğu yalanına başvururlar. Oysa yukarıda verdiğimiz örnekte de görüldüğü gibi, onların tüm yasaları çıkarlarını korumaya ayarlı. Onların özgürlük dediği; sınırsız sömürme, yağmalama özgürlüğüdür. Buna itiraz eden, emeği için onurluca bir kavgaya tutuşan herkes ‘teröristtir’ onları her türlü gayri insani uygulamaya tabi tutmak ise bir haktır.

Biz devrimciler, sosyalistler bu yasaları tanımadık, tanımıyoruz. Evlere, araçlara yerleştirilen gözetleme ve dinleme cihazlarıyla elde edilen bilgilerin insani ve ahlaki olarak hiçbir meşruluğu yoktur. Evet biliyoruz. Emperyalist-kapitalist sistemin ahlak sınırı, sahip olduğu kapitali korumakla sınırlıdır. Dolayısıyla bu sistemden ahlaki bir tutum beklemiyoruz. Bizim tüm derdimiz-tüm çabamız, bu ahlaksızlık kuyusuna ışık tutmaktır. Görmeyen gözlerin görmesini sağlamaktadır.

Duruşmalara başlandığından itibaren Alman devletinin yasalarına göre yasak olmayan TKP/ML’nin yürütmüş olduğu faaliyetlere dair sözüm ona deliller okunuyor. Sizin delil diye sunduğunuz tüm bu belgeler yıllardır açıkta yürütülen çalışmaların ürünüdürler. Kimi etkinlikler devletin resmi kurumlarından izin alınarak yapılmıştır. Kısacası tüm çalışmalar meşrudur. Demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini kapsamındadır. Meşru olan bu çalışmaları yargılamak, demokrasi ve özgürlük mücadelesini yargılamaktır. Buna gücünüz yetmez-yetmeyecektir de.

Açık ve meşru olan çalışmalara illegal bir kimlik kazandırmak için, gizlice çektiğiniz resimler, özel alanlara yerleştirdiğiniz dinleme ve gözetleme araçları da sizi kurtaramaz. Tüm bu çabalarınız demokratik hak ve özgürlükler mücadelesine duyduğunuz sınıfsal düşmanlığın somut göstergeleridir. Bize gösterdiğiniz resimler, sizin sınıfsal olarak bize duyduğunuz düşmanlığın belgeleridir. Delil diye okuduğunuz insani ve siyasi sohbetler ise, yasalarınızda sözünü ettiğiniz “özel yaşama”  ne kadar saygı duyduğunuzun birer karneleridir.

Bu anti-demokratik tutumlarınızla demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini engelleyemezsiniz. Evlere kamera koyanlar, araçlara dinleme cihazı yerleştirenler, telefonların başında nöbet tutanlar, bir kez daha duyun. Bu saldırılarla bizi korkutamazsınız.

Biz devrimciler, sosyalistler düşüncelerimizi ifade etmekte çekinmeyiz. Gördüğünüz gibi, burada da konuşuyoruz. Onun için diyoruz ki; gayri ahlaki yöntemlerle elde edilen bilgilere başvurmanıza hiç gerek yok. Yargılanan sosyalist kimliğimizdir. Ama biz onu saklamıyoruz. Bilakis bir bayrak gibi sallıyoruz.

Biliyorsunuz içinden geldiğimiz toplumun kendine has bazı değerleri vardır. Sözgelimi evlerin, özel sohbetlerin dinlenmesine ve insanların gizlice gözetlenmesine şiddetle tepki duyarız. Hiç kuşkusuz bu yönteme başvuranların bir amacı da, insanları demokratik hak ve özgürlükler mücadelesine dair konuşmakta korkar, yürümekte ürker hale getirmektir. Buna müsaade edilemez. Korku mikrobunun panzehiri cesarettir. Her türlü baskıya, dinleme ve izleme saldırılarına karşı cesaretle yürümeliyiz.

Biz her şeyden önce insanız. Duygularımızla, düşüncelerimizle, öfkemizle varız. Yeri gelince, öfkeleniriz, söylenmemesi gerekeni de söyleriz. “İş yapan hata da yapar”. Devrimcileşmede zayıflıklarımız varsa, pratik duruşumuzda, hareket tarzımızda olumsuzlukların olması kaçınılmazdır. Bunun hesabını da biz yaparız. Egemen sınıfların bizim defterlerimiz üzerinde hesap yapmasına asla müsaade etmeyiz.

Bizim mahkeme heyetinden beklentimiz, özünde hiçbir hukuki ve ahlaki değeri olmayan bu masalların burada okunması değildir. Bizim beklentimiz yasak olmayan faaliyetlerin, hangi mantıkla yargılama konusu yapıldığına dair ortaya somut verilerin konulmasıdır. Çünkü sihirli tanımlamanız olan ”yabancı terörist örgüt” iddiasının hiçbir karşılığı yoktur. Soyut iddialarla, somut sonuçlara ulaşılamaz. Ancak hukuk cinayeti işlenir.

Bizim mahkeme heyetinden beklentimiz; iddia makamı tarafından ileri sürülen şu iddiaların ispatlanmasıdır: ”Daha ziyade TKP/ML ile alt kademesindeki örgüt birimlerinin bileşimi sayesinde Avrupa’da da ve özellikle Almanya’da Türkiye’deki saldırıların düzenlenmesi sağlanmaktadır” (bkz. Tutuklama Kararı, s. 7).

Biz, Almanya’da ne zaman hangi saldırının talimatının verildiğinin açıklanmasını istiyoruz. Biz, Avrupa’da yürütülen çalışmalarla hangi devletin yasalarının nasıl ihlal edildiği sorusunun yanıtını istiyoruz. Ama tüm bu sorulara karşın, siz sanki susma hakkınızı kullanıyorsunuz. Oysa iddia sahibi sizsiniz. Sizin susma hakkınız yok. İddialarınızı ispatlama sorumluluğunuz vardır. Umarız çağırılarımız yanıtsız kalmaz.

Teşekkürler. 15.12.2017" 

44240

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar