Pazartesi Mayıs 20, 2024

Mevsimlik işçilik, sınıf mücadelesinin önemli bir parçasıdır

Sofrayı zenginleştiren olmazsa olmazlar arasında bulunan, onları tüketmeden hayatın olmayacağı temel yiyeceklerden ekmekten domatese, çaydan patlıcana, pancarından patatesine… üretim süreçlerinde yaşanan sıkıntıların, zorlukların, sömürülerin, ırkçı tehditlerin; saymakla bitiremeyeceğimiz olağanüstü koşullarda yaşam mücadelesi vererek, üretilen besin kaynaklarımızın kimler tarafından toplanarak o sofraya ulaştığını düşündünüz mü acaba?

Onlar mevsimlik işçilerdir!

Mevsimlik işçiler Ortadoğu’dan tutun, Balkanlara, Kafkaslar’a hatta Avrupa’ya kadar her ülkede bulunan kalabalık bir toplum kitlesini oluşturur. Toplumun en alt tabakası olan bu kesim, en yoksul, horlanan, dışlanan, eğitimsiz bırakılan, evsiz bir şekilde göçebe hayat sürdüren, güvencesi olmayan sömürünün en katmerlisini yaşayan işçilerdir.

Yaz ayları geldiğinde gazetelerin başlıklarında en üzücü haberlerin başında yine mevsimlik işçilerin kamyon kasalarında, traktör sırtlarında üst üste kadın ve çocukların ölüm haberleri ile sarsılırız. Ehliyetsiz, denetimsiz, hiç kontrol edilmeyen kamyon kasalarında caddelere serilmiş cansız bedenlerden, onların acısını yüreklerimize gömeriz.

Okul çağında ders sıralarında okuması gereken, çalışma yaşının 6-10 olduğu,  hele hele kız çocuklarının bebek kardeşlerine bakmak zorunda kaldıkları, barınma şartlarından mahrum, çadırlarda sürdürülen hayatlar, ışıktan mahrum gün ışığı ile başlayan, güneşin batışı ile ancak yatmak zorunda kalan, temizlik imkanlarının olmadığı koşullarda, devletin de tüm bunların çözümü için hiçbir uğraş içinde olmaması, mevsimlik işçileri kaderleri ile baş başa bırakmıştır.

Hayatın yükü kadın ve çocukların omuzunda

Tarım ülkesinden artık tarım ürünlerini ithal eder ülke konumuna gelen Türkiye’de, Kürdistan’da süregelen savaştan dolayı köy yakmalar, köy boşaltmalar, hayvancılığın yasaklanması, yaylalara çıkışların engellenmesi, olağanüstü koşullarda yasaklamalar, zorunlu göçe tabii tutulmak gibi bir dizi engellemelerden sonra insanlar çaresiz olarak batıya büyük şehirlere göç etmek zorunda bırakıldılar. Yaşam savaşını sürdürebilmesi için yoksul Kürt köylüsünün Karadeniz’de fındıkta, çayda, Orta Anadolu’da pancarda, patateste, Akdeniz’de pamuk, domates, patlıcan, biberde, Ege’de üzüm, zeytin toplama işlerinde zorunlu olarak çalışmaktan başka alternatif bırakılmamıştır.

Türk şovenizminin doruk noktasında olduğu, olağanüstü koşullardan geçtiğimiz bir dönemde kimliklerinden dolayı en ağır saldırılara, dil sorunundan dolayı hakaretlere maruz kalırken, horlananlar yine mevsimlik işçileridir. Emeğini en ucuz ücret karşılığında satmaktan başka çaresi olmayan bu insanlar, ırkçı faşist güruhlar tarafından kitleler halinde saldırıya maruz kalırken, devletin baskısı yetmiyormuş gibi şehirlerde de Türk faşistleri tarafından bulundukları yerleri terke zorlanmaktadır.

İslam ideolojisinin prim yaptığı, Erdoğan rejimi altında İran, Irak, Afganistan ve Türk cumhuriyetlerinden akın akın Türkiye’ye gelen Müslüman nüfus, bir iş ve geçim umuduyla Türkiye’de bulunan Türk ve Kürt emekçilerden daha düşük ücretle çalıştırılınca patronlar kârına kâr katıp iştahlarını kabartıyor. Kural, kanun iş güvencesinin olmadığı ortamlarda 14/15 saat çalıştırılan mevsimlik “kölelerin” çalıştıkları koşullar ortaçağı andırmaktadır. Başta barınma koşullarının ilkel çadırlarda, 40/50 dereceye varan sıcaklarda, yıkanabilme, dinlenebilme koşullarından mahrum, sağlık ihtiyaçlarından tamamen uzak doğa ile baş başa kalmaktadırlar.

Patronların en çok tercih ettikleri, çocuk yaşta kız ve erkek çocuk işçilerin en düşük ücretle çalıştırılıyor olmasıdır. Ailesine bir nebze maddi yardımda bulunmak amacıyla zorla çalıştırılan minicik ellerden kazanılan paralar aynı zamanda ne kadar “Müslüman” olduklarının göstergesidir. Kriz bahane edilerek ödenmeyen işçi ücretleri, yevmiyeler patronların günlük uygulamalarının başında gelmektedir.

Kendine yeterli doğal zenginlikleri ile kendi kendine yeterli ülkelerden olan Suriye’de bugüne kadar süren savaşta, kimseye muhtaç olmadan halen rahatça yaşayabilme koşulları mevcuttur. Ama bir tarım ülkesi olan Türkiye bugün buğdayı, samanı dışarıdan ithal eder duruma gelmiştir. Bunun sorumlusu “dış güçler” değil Erdoğan rejimidir. Tarım ülkesi konumundan artık tarım ürünlerini ithal eder konuma getirilirken, son çare olarak Suriye’nin doğal ürünlerine göz dikilmiş, yağma, talan, hırsızlık ile zenginlikler Türkiye’ye taşınmaktadır.

Kendi vatandaşlarının en doğal ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak duruma gelen Erdoğan rejimi, patates, soğan sıkıntısıyla karşı karşıya kalmış bu ürünler “dolar” kadar kıymetli duruma gelmiştir. İşgal edilen toprakları “ganimet” olarak gören, cihatçı anlayış, çeteler aracılığıyla zenginliklere el koymaktadır. Beş yıldır süren savaşta üretim araçları, petrol ve sulardan sonra şimdi de en değerli zenginliği olan zeytinleri toplayıp gasp etmektedir.

Sermayenin tercihi “yabancı işçiler”

Mevsimlik işçilerin sömürüsünün en çok olduğu Batı Avrupa’da da durum Türkiye’de yaşananlardan farklı değildir. Emek ile sermayenin bulunduğu her koşulda, her zaman kâr hırsı en yüksek düzeyde olurken, sermayenin acımasız ve gaddar oluşu en belirgin özellikleridir. Yaşlanan nüfusun yerine çalıştırılacak genç nüfusa her zaman ihtiyacı olan Avrupa, işgücü ihtiyacını Romanya, Bulgaristan, Polonya gibi ülkelerden gelen işçilerden karşılamaktadır.

Batı Avrupa’ya her hasat döneminde akın akın gelen Bulgar, Polonyalı ve Romanyalı tarım işçileri, mevsimlik işçiler kendi ülkelerinde asgari ücretin 200/300 euro olan aylıklarından birkaç ay çalışarak biriktirdikleri para ile kendi ülkelerinde kışı geçirmenin hesabı içerisindedirler. Bu durumu bilen kapitalizm en düşük ücretten işçileri acımasızca hiçbir değer vermeden çalıştırıp hasadını toplayıp elde edeceği kârın derdi ile ilgilenmektedir.

Bir umut uğruna yurt dışına Avrupa’ya açlıktan ve savaştan kaçan mültecilerin buluşma noktası da mevsimlik çalışma alanları olmaktadır. Bazıları bu şansa dahi ulaşamadan Akdeniz’in mavi sularında hayatlarını kaybederken, Kürt, Arap, Iraklı, Suriyeli, Afgan, Ermeni, Süryani, Alevi, Afrikalı dünyanın her dil, din ve ırkından insanın buluşma noktası sezonluk olarak çalışılan tarlalar olmaktadır. Emperyalist haydutların dünyayı ne duruma getirdikleri tabloyu belki de bundan daha iyi kimse izah edemez. Sergileyemez. Anlatamaz.

İtalya’da üzüm, zeytin ve narenciye, Fransa’da şarap üzümleri, Belçika’da elma, armut, çilek, Hollanda’da sera işleri, Almanya’da uçsuz bucaksız tarlalarda üretilen soğan ve sebzeler yüzbinlerce göçmen eliyle Avrupa pazarına dağıtılmaktadır. Topraktan gelen her üründe yabancının mutlak emeği vardır. Yüzbinlerce göçmenin kağıtsız, güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırılmalarında politikacıların, siyasilerin çıtı dahi çıkmaz. Çünkü tarladan hasadı yabancıdan başkası kaldıramaz. Emeğin karşılığı Yunanistan’da 20/25 euro, İtalya’da saati 3 euro, Belçika’da 5 euro olurken en kazançlı çıkan kapitalizmdir.

Mevsimlik işçilerin “köleler”in sorunu, sınıf mücadelesinin önemli başlıklarından biridir. Köylülük ile ücretli işçilik arasında sıkışıp kalmış bu geniş kitlenin örgütlenmesi en zor ama örgütlendiği durumda, kaybedeceği bir şey olmayanlar olarak öfkesinin önüne geçilemeyecek olan kesimdir mevsimlik işçiler. Katliam gibi trafik kazalarında kitlesel ölümleri karşısında üzülüp vicdan yapılıp sonra unutulacak değil, sınıf mücadelesinin aktif bileşeni olarak bakılıp örgütlemek üzere araçlar geliştirilmesi gereken önemli bir kesimdir ülkemizin sosyo-ekonomik yapısı açısından.

Bir ÖG okuru 

23526

“En Önde” Durmak, “En Önde” Savaşmak (Dengê Azadî )

Lozan’daki tarihsel haksızlığın 100. yıldönümünde gerilla alanlarına yönelik işgal saldırıları sürüyor. Emperyalist devletlerle İttihatçı Kemalistler arasında imzalanan ve TC devletinin emperyalistlerce kabul edilmesinin resmileştiği tarih olarak 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın üzerinden yüz yıl geçti.

Kalbim Zap’ta çarpar! (Nubar Ozanyan)

Yeni bir yüzyıl direnenlerin hikayeleri ve isimleriyle yazılmalıdır. Zalimlerin yazdığı yüz yıllık faşist tarihi parçalamanın zamanı çoktan gelmiştir. Soykırımcılar, teknolojinin üstünlüğüne her gün yenilerini ekleyerek kıyıcı ve yok edici silahlar üreterek Kurdistan’ın en ışıldayan direniş parçalarına saldırsa da, 26 gün abluka ve bombardıman altında yaralı olduğu halde “teslim ol” çağrılarına direnen gerillanın karşısında çoktan yenilmiştir!

Çoktan yenilmiştir, Osmanlı’nın İttihatçı subay ve askerleri, Türk ordusunun işkenceci generalleri!

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sayfalar