Cuma Mayıs 3, 2024

Mahallemizin en bıçkın delikanlısıydı‏

  

Onu ilk ne zaman gördüğümü şimdi hatırlamıyorum. Aynı mahallede oturuyorduk, daha çocuk yaşta bir su tesisatçısının yanında çalışarak ekmek parası kazanıyordu. Akşamları onu mahallede sık sık arkadaşları ile ya Umut Market'in önüne attıkları sandalyelerde otururken ya da sokak aralarında gezinirken görürdüm. Boyu arkadaşlarına göre daha kısa olsa da tarzı ve endamı ile kendini hemen belli ederdi. Hafif yana yıkık yürüyüşü ve içe işleyen bakışları ile etrafa biraz kabadayıca bir hava yayardı. Yürürken göz ucuyla süzdüğü sokağa, "Hey sokak… Aç kapılarını, bak ben geldim," der gibiydi. Akşamları bazen yanıma gelir, okuduğu kitaplar ve siyaset üzerine sohbet ederdi. Boş zamanlarında da DTP'ye gidip gelirdi. Hiçbir gizli faaliyeti olmadığı halde devamlı polis takibi altındaydı. Sadece o değil daha birçok genç de aynı şekilde polisler tarafından izleniyor ve baskı görüyordu.

2007 yılının 22 Temmuz'uydu. Güneşin Kars'ı kızgın alevleriyle kamçıladığı bunaltıcı bir gündü. Şimdiki gibi bir seçim tiyatrosu daha oynanıyordu. Ben de o oyunun milletvekili adayı olarak Kars'taki figüranlarından biriydim. Oyunun yönetmeni ve senaristi hep olduğu gibi yine devletti. Güya Ankara'ya gidip devletin o hak tanımaz kanatlarının gölgesinde özgürlük mücadelesi verecektim! Aslında apaçık bir yanılgı ile devlet çarkının bir dişlisi olup bu vampir düzene hizmet etmiş olacaktım.  

ÇORBACILARIN KAMÇILANMIŞ ÖFKESİ                                                                           

Seçimden önce DTP Kars il başkanı iken, arkadaşlarımla birlikte pek çok sivil itaatsizlik eylemiyle AKP'ye, onun militarist güçlerine ve benim ÇORBACI dediğim Kürt işbirlikçilerine karşı çok sert ve uzlaşmaz bir muhalefet yürütmüştük. Amacımız bu güçlerle halk arasına kalın bir duvar örmekti. Bu nedenle bize karşı epey kin ve öfke biriktirmişlerdi. Şimdi seçimde o kin ve öfkeyi üstümüze kusuyorlardı. Tüm güçleriyle seferber olmuşlardı. Çevirmedik dolap, söylenmedik yalan bırakmıyorlardı. Mitinglerdeki konuşmalarımda ve dağıttığımız bildirilerde onlar için, 'Bunlar kendilerini ve Kürt halkını bir tas çorbaya satarlar,'diyordum. Bu sözümü insanı dehşete düşüren bir tilkilikle tersine çevirerek, benim Kürtlere Çorbacı dediğimi ileri sürdüler. Bu kara propaganda dalga dalga yayıldı. Bize oy verecek olanlara da gidip, "O nasıl olsa seçiliyor, hiç değilse meclise bir Kürt daha gönderelim,"diyorlardı. İşaret ettikleri işbirlikçi Kürt ise AKP'liydi. Böylece bize oy verecek Kürtlerin aklını çeliyorlardı.

Asker ve polisler bize nefes aldırmıyorlardı, sandıkları kıskaca almışlardı. Taraftarlarımızı fütursuzca gözaltına alıyorlardı. Bizi kuşatan barikatı aşma çabalarımız sonuçsuz kalıyordu. Seçimden birkaç gün önce MİT'in, Kars Cezaevi civarındaki bahçesinde AKP'li Kars belediye başkanına mangal ziyafeti çektiğini ve mangal başında bize karşı yürütülecek kampanyanın görüşüldüğünü haber aldığımda, işimizin öyle pek de kolay olmadığını anlamıştım. Devlet ve işbirlikçileri (çorbacılar) beni Ankara'ya göndermemeye karar vermişlerdi, ne yapıp edip bunu sağlamak istiyorlardı.           

İkindi vaktiydi, polislerle cebelleşmekten tükenen gücümün son kırıntılarıyla sandıkları dolaşırken, Mirsevdin nefese nefese gelip, sesinde acı bir haykırışla, "Polisler Savaş'ı götürdüler,"dedi. Baba yüreği işte, telaşlanmıştı, alnında bocuk boncuk ter taneleri birikmişti, renkli gözlerinde kaygılı kıvılcımlar çakıp sönüyordu. 'Merak etme, ilgileniriz,"diyerek onu teselli edip, telefonla genç avukatlardan karakola gitmeleri için yardım istedim. O sırada Savaş'ın yüzü hafızamda canlanmamış, ismi de hiç tanıdık gelmemişti.

Seçim akşamı AKP, devlet ve ÇORBACILAR istediklerini elde ettiler, biz ağır bir yenilgiye uğradık.                                                                                                                                                                                             UTANGAÇ ÇOCUK                                                                                                  

Seçimin ertesi günü partideydim. Yenilginin soğuk gölgesi çökmüştü içeriye, başlar öne düşmüş, gözlere sönük bir dalgınlık gelmişti. Söylenecek pek bir şey yoktu, seçimi kaybetmiştik. Çocukluktan daha tam olarak çıkmamış bir genç yanıma gelip, "Amca,"diyerek, kendini bana tanıttı. Ellerimiz birleşirken, "Ah, o Savaş sen miydin?"diye hafif bir çığlık attım. Onaylayıcı bir gülümseme ile başını öne eğip bir tüy sessizliğiyle yanımdaki sandalyeye ilişti. O da diğer partililer gibi çok üzgündü. Kaç yaşında olduğunu sordum. Utangaç bakışlarını yerden kaldırmadan, "On beş,"dedi. Çocuksu çekingenliği henüz üstünden atamamıştı. Onun benim yüzümden gözaltına alındığını ve karakoldayken üzüldüğünü düşünerek, bitmez bir borçluluk ve minnettarlıkla elini tutup avucumun içine aldım.

Savaş Sönmez' le işte böyle başladı dostluğumuz. O, neredeyse torunumun yaşındaydı. Dede torun dost olmuştuk işte!

MAXMURKAMPINAYÜRÜYECEKTİK                                                                             Seçimden önce gençlerin uğradığı polis baskısını konuşmak için partinin Kars merkez ilçe başkanı ile birlikte TEM amirine gitmiştik. Amire polisin uyguladığı baskıyla gençleri dağa gitmeye zorladığını söylediğimde, "Evet,"demişti TEM amiri, makam odasının gri duvarlarında çınlayan bir sesle. "Giden gitsin, böylece saflar belli olur, bize de iş çıkar." Bu sözler karşısında kanımız donmuştu. Ben de ona, 'Siz böyle devam ederseniz,'demiştim. 'Biz şehri terk edip Digor düzünde özgürlük çadırları kurarız. Bizi daha da zorlarsanız topluca Maxmur Kampı'na yürürüz. Ancak… Şunu çok iyi bilin ki, biz yüz binler halinde geri döndüğümüzde sizler artık burada kalamayacaksınız."    

Seçim bastırınca pek çok projemiz gibi bu projeyi de askıya almıştık. Seçimden sonra polis takibi boğucu bir hale gelmişti, tehditlerin ardı arkası gelmiyordu. Savaş'ın birçok genç gibi artık dayanacak gücü kalmamıştı; ya yalancı bir tanığın ifadesiyle hapse atılacaktı ya da Kars'ı terk edecekti. O da çareyi Kars'ı terk etmekte buldu, İstanbul'a gitti.

Ben Kandıra Cezaevi'ndeyken, bana devamlı mektuplar yolluyordu. Yıllar akıp giderken, Savaş çekingen çocukluğu geride bırakıp duyarlı bir gençliğe adım atmıştı.

Kobani IŞİD barbarlarının saldırısına uğrayınca, insani yardım için Kobani' ye gitti. Saldırı altındaki sivil halka yardıma koşarak tam da kendisine yakışanı yapmıştı. Gel gelelim bir zaman sonra kör bir kurşunla vurulup gözlerini Urfa devlet hastanesinde açmıştı.

SAVAŞ'A VEFA BORCUMUZ VARDI                                                              

Avukat oğlum Bişar Abdi hukuki yardımda bulunmak için hemen soluğu Urfa'da aldı. Ben, işkenceye canavarlık dediğim için aldığım ceza nedeniyle hapishane ziyaretlerinden hâlâ yasaklı olduğumdan ne yazık ki gidemedim. Savaş çenesinin arkasına isabet eden bir kurşunla ağır bir şekilde yaralanmıştı. Tedavi edilmesi gerekiyordu. Ancak buna rağmen tutuklanıp cezaevine atılmıştı. Ortada bir hukuk garabeti vardı: Oysa uluslararası hukuka göre devletin böyle bir yetkisi yoktu, çünkü YPG sınır dışındaki bir toprak parçasında faaliyet gösteriyordu. Gel gelelim IŞİD'li katiller de Türkiye'de cirit atıyorlar.

Savaş'ın davası aylar sonra açıldı, Bişar Abdi tekrar ümitle Urfa'ya gitti, ancak mahkeme onu yine serbest bırakmadı. 

Savaş şimdi sayıları binleri bulan hasta mahpusların ortak kaderini yaşıyor. Kurşun sinirlerine hasar verdiği için yüzünün yarısı felç olmuş, bir gözü kapanmıyor ve durmadan yaşarıyor. Konuşurken dilini ritmik bir şekilde dışarı çıkarıp duruyor.

DEVRİMCİLERİN GÖREVİ                                                                                       

Savaş şimdi hasta haliyle kapatıldığı hapishanede Kobani'ye insani yardıma gitmenin bedelini ödüyor. Tutuklanmayıp tedavi edilseydi, yüzünde o kalıcı hasarlar oluşmayacaktı. Savaş'ı tedavi etmeyen doktorlar kadar, onu tutuklayan ve cezaevinde tutmaya devam eden savcı ve hâkimler de insanlık ve hukuk önünde sorumludurlar. Onları ne hukuk, ne de vicdan affeder.

Savaş ve diğer hasta mahpusları serbest bırakmak bir lütuf değil bir devlet görevidir. Devlet bu görevini acil olarak yerine getirmek zorundadır. Aksi halde cinayet işlemiş olur.

Ve hasta mahpuslara sahip çıkarak onların serbest bırakılmalarını sağlamak insan haklarından yana olan herkesin, en çok da devrimcilerin görevidir. alinakmahmut@hotmail.com  

     
70280

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Son Haberler

Sayfalar

Mahmut Alınak

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Sayfalar