Perşembe Mayıs 2, 2024

Mahallemizin en bıçkın delikanlısıydı‏

  

Onu ilk ne zaman gördüğümü şimdi hatırlamıyorum. Aynı mahallede oturuyorduk, daha çocuk yaşta bir su tesisatçısının yanında çalışarak ekmek parası kazanıyordu. Akşamları onu mahallede sık sık arkadaşları ile ya Umut Market'in önüne attıkları sandalyelerde otururken ya da sokak aralarında gezinirken görürdüm. Boyu arkadaşlarına göre daha kısa olsa da tarzı ve endamı ile kendini hemen belli ederdi. Hafif yana yıkık yürüyüşü ve içe işleyen bakışları ile etrafa biraz kabadayıca bir hava yayardı. Yürürken göz ucuyla süzdüğü sokağa, "Hey sokak… Aç kapılarını, bak ben geldim," der gibiydi. Akşamları bazen yanıma gelir, okuduğu kitaplar ve siyaset üzerine sohbet ederdi. Boş zamanlarında da DTP'ye gidip gelirdi. Hiçbir gizli faaliyeti olmadığı halde devamlı polis takibi altındaydı. Sadece o değil daha birçok genç de aynı şekilde polisler tarafından izleniyor ve baskı görüyordu.

2007 yılının 22 Temmuz'uydu. Güneşin Kars'ı kızgın alevleriyle kamçıladığı bunaltıcı bir gündü. Şimdiki gibi bir seçim tiyatrosu daha oynanıyordu. Ben de o oyunun milletvekili adayı olarak Kars'taki figüranlarından biriydim. Oyunun yönetmeni ve senaristi hep olduğu gibi yine devletti. Güya Ankara'ya gidip devletin o hak tanımaz kanatlarının gölgesinde özgürlük mücadelesi verecektim! Aslında apaçık bir yanılgı ile devlet çarkının bir dişlisi olup bu vampir düzene hizmet etmiş olacaktım.  

ÇORBACILARIN KAMÇILANMIŞ ÖFKESİ                                                                           

Seçimden önce DTP Kars il başkanı iken, arkadaşlarımla birlikte pek çok sivil itaatsizlik eylemiyle AKP'ye, onun militarist güçlerine ve benim ÇORBACI dediğim Kürt işbirlikçilerine karşı çok sert ve uzlaşmaz bir muhalefet yürütmüştük. Amacımız bu güçlerle halk arasına kalın bir duvar örmekti. Bu nedenle bize karşı epey kin ve öfke biriktirmişlerdi. Şimdi seçimde o kin ve öfkeyi üstümüze kusuyorlardı. Tüm güçleriyle seferber olmuşlardı. Çevirmedik dolap, söylenmedik yalan bırakmıyorlardı. Mitinglerdeki konuşmalarımda ve dağıttığımız bildirilerde onlar için, 'Bunlar kendilerini ve Kürt halkını bir tas çorbaya satarlar,'diyordum. Bu sözümü insanı dehşete düşüren bir tilkilikle tersine çevirerek, benim Kürtlere Çorbacı dediğimi ileri sürdüler. Bu kara propaganda dalga dalga yayıldı. Bize oy verecek olanlara da gidip, "O nasıl olsa seçiliyor, hiç değilse meclise bir Kürt daha gönderelim,"diyorlardı. İşaret ettikleri işbirlikçi Kürt ise AKP'liydi. Böylece bize oy verecek Kürtlerin aklını çeliyorlardı.

Asker ve polisler bize nefes aldırmıyorlardı, sandıkları kıskaca almışlardı. Taraftarlarımızı fütursuzca gözaltına alıyorlardı. Bizi kuşatan barikatı aşma çabalarımız sonuçsuz kalıyordu. Seçimden birkaç gün önce MİT'in, Kars Cezaevi civarındaki bahçesinde AKP'li Kars belediye başkanına mangal ziyafeti çektiğini ve mangal başında bize karşı yürütülecek kampanyanın görüşüldüğünü haber aldığımda, işimizin öyle pek de kolay olmadığını anlamıştım. Devlet ve işbirlikçileri (çorbacılar) beni Ankara'ya göndermemeye karar vermişlerdi, ne yapıp edip bunu sağlamak istiyorlardı.           

İkindi vaktiydi, polislerle cebelleşmekten tükenen gücümün son kırıntılarıyla sandıkları dolaşırken, Mirsevdin nefese nefese gelip, sesinde acı bir haykırışla, "Polisler Savaş'ı götürdüler,"dedi. Baba yüreği işte, telaşlanmıştı, alnında bocuk boncuk ter taneleri birikmişti, renkli gözlerinde kaygılı kıvılcımlar çakıp sönüyordu. 'Merak etme, ilgileniriz,"diyerek onu teselli edip, telefonla genç avukatlardan karakola gitmeleri için yardım istedim. O sırada Savaş'ın yüzü hafızamda canlanmamış, ismi de hiç tanıdık gelmemişti.

Seçim akşamı AKP, devlet ve ÇORBACILAR istediklerini elde ettiler, biz ağır bir yenilgiye uğradık.                                                                                                                                                                                             UTANGAÇ ÇOCUK                                                                                                  

Seçimin ertesi günü partideydim. Yenilginin soğuk gölgesi çökmüştü içeriye, başlar öne düşmüş, gözlere sönük bir dalgınlık gelmişti. Söylenecek pek bir şey yoktu, seçimi kaybetmiştik. Çocukluktan daha tam olarak çıkmamış bir genç yanıma gelip, "Amca,"diyerek, kendini bana tanıttı. Ellerimiz birleşirken, "Ah, o Savaş sen miydin?"diye hafif bir çığlık attım. Onaylayıcı bir gülümseme ile başını öne eğip bir tüy sessizliğiyle yanımdaki sandalyeye ilişti. O da diğer partililer gibi çok üzgündü. Kaç yaşında olduğunu sordum. Utangaç bakışlarını yerden kaldırmadan, "On beş,"dedi. Çocuksu çekingenliği henüz üstünden atamamıştı. Onun benim yüzümden gözaltına alındığını ve karakoldayken üzüldüğünü düşünerek, bitmez bir borçluluk ve minnettarlıkla elini tutup avucumun içine aldım.

Savaş Sönmez' le işte böyle başladı dostluğumuz. O, neredeyse torunumun yaşındaydı. Dede torun dost olmuştuk işte!

MAXMURKAMPINAYÜRÜYECEKTİK                                                                             Seçimden önce gençlerin uğradığı polis baskısını konuşmak için partinin Kars merkez ilçe başkanı ile birlikte TEM amirine gitmiştik. Amire polisin uyguladığı baskıyla gençleri dağa gitmeye zorladığını söylediğimde, "Evet,"demişti TEM amiri, makam odasının gri duvarlarında çınlayan bir sesle. "Giden gitsin, böylece saflar belli olur, bize de iş çıkar." Bu sözler karşısında kanımız donmuştu. Ben de ona, 'Siz böyle devam ederseniz,'demiştim. 'Biz şehri terk edip Digor düzünde özgürlük çadırları kurarız. Bizi daha da zorlarsanız topluca Maxmur Kampı'na yürürüz. Ancak… Şunu çok iyi bilin ki, biz yüz binler halinde geri döndüğümüzde sizler artık burada kalamayacaksınız."    

Seçim bastırınca pek çok projemiz gibi bu projeyi de askıya almıştık. Seçimden sonra polis takibi boğucu bir hale gelmişti, tehditlerin ardı arkası gelmiyordu. Savaş'ın birçok genç gibi artık dayanacak gücü kalmamıştı; ya yalancı bir tanığın ifadesiyle hapse atılacaktı ya da Kars'ı terk edecekti. O da çareyi Kars'ı terk etmekte buldu, İstanbul'a gitti.

Ben Kandıra Cezaevi'ndeyken, bana devamlı mektuplar yolluyordu. Yıllar akıp giderken, Savaş çekingen çocukluğu geride bırakıp duyarlı bir gençliğe adım atmıştı.

Kobani IŞİD barbarlarının saldırısına uğrayınca, insani yardım için Kobani' ye gitti. Saldırı altındaki sivil halka yardıma koşarak tam da kendisine yakışanı yapmıştı. Gel gelelim bir zaman sonra kör bir kurşunla vurulup gözlerini Urfa devlet hastanesinde açmıştı.

SAVAŞ'A VEFA BORCUMUZ VARDI                                                              

Avukat oğlum Bişar Abdi hukuki yardımda bulunmak için hemen soluğu Urfa'da aldı. Ben, işkenceye canavarlık dediğim için aldığım ceza nedeniyle hapishane ziyaretlerinden hâlâ yasaklı olduğumdan ne yazık ki gidemedim. Savaş çenesinin arkasına isabet eden bir kurşunla ağır bir şekilde yaralanmıştı. Tedavi edilmesi gerekiyordu. Ancak buna rağmen tutuklanıp cezaevine atılmıştı. Ortada bir hukuk garabeti vardı: Oysa uluslararası hukuka göre devletin böyle bir yetkisi yoktu, çünkü YPG sınır dışındaki bir toprak parçasında faaliyet gösteriyordu. Gel gelelim IŞİD'li katiller de Türkiye'de cirit atıyorlar.

Savaş'ın davası aylar sonra açıldı, Bişar Abdi tekrar ümitle Urfa'ya gitti, ancak mahkeme onu yine serbest bırakmadı. 

Savaş şimdi sayıları binleri bulan hasta mahpusların ortak kaderini yaşıyor. Kurşun sinirlerine hasar verdiği için yüzünün yarısı felç olmuş, bir gözü kapanmıyor ve durmadan yaşarıyor. Konuşurken dilini ritmik bir şekilde dışarı çıkarıp duruyor.

DEVRİMCİLERİN GÖREVİ                                                                                       

Savaş şimdi hasta haliyle kapatıldığı hapishanede Kobani'ye insani yardıma gitmenin bedelini ödüyor. Tutuklanmayıp tedavi edilseydi, yüzünde o kalıcı hasarlar oluşmayacaktı. Savaş'ı tedavi etmeyen doktorlar kadar, onu tutuklayan ve cezaevinde tutmaya devam eden savcı ve hâkimler de insanlık ve hukuk önünde sorumludurlar. Onları ne hukuk, ne de vicdan affeder.

Savaş ve diğer hasta mahpusları serbest bırakmak bir lütuf değil bir devlet görevidir. Devlet bu görevini acil olarak yerine getirmek zorundadır. Aksi halde cinayet işlemiş olur.

Ve hasta mahpuslara sahip çıkarak onların serbest bırakılmalarını sağlamak insan haklarından yana olan herkesin, en çok da devrimcilerin görevidir. alinakmahmut@hotmail.com  

     
70274

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Son Haberler

Mahmut Alınak

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Sayfalar