Cuma Mayıs 3, 2024

Kürt kokusu :İrfan Aktan

Mahir Çetin, 3 Eylül akşamı arkadaşıyla Kürtçe konuştuğu için Türk ırkçılarının saldırısına uğradı, katledildi

Nitekim beyinsel kirliliklerini karşısındakinin bedensel kirliliğiyle meşrulaştırmaya çalışanların son hedefi, 3 Eylül’de Antalya’nın Kaş ilçesinde yaşamak zorunda bırakılmış olan 20 yaşındaki Kürt genci Mahir Çetin’di.

Irkçılık gibi insanlığın en kirli halinin çoğunlukla “temizlik” veya “hijyen” üzerinden üretiliyor olmasının tarihi epey eskilere dayanıyor. “Arî ırk” yaratma çabası da özünde “temizliği” hedefler ve argümanlarını bunun üzerinden kurar. O yüzden de artıkların, azların, sakatların, uyumsuzların, ayyaşların, tutunamayanların, sağlıksızların, kirlilerin yok edilme çabası insanlık tarihindeki pek çok katliam ve soykırımın sebebini oluşturur. Bir süredir Kürt karşıtlığı üzerinden varlık gerekçesini devşiren Türk ırkçıları da “pis Kürtler” lafını kullanıyor. Kürtlerin yıkanmadığına, “farklı koktuklarına” dair sayısız metin görebilirsiniz. Ve bu nefret suçu herhangi bir cezaya tabi değil.

Örneğin bir sosyal paylaşım sitesindeki şu metne bakalım: “Hayatım boyunca zaman zaman Kürt ailelerle kısa dönemler de olsa aynı apartmanlarda yaşadığım dönemler olmuştur. Bu insanların üstleri başları kadar, evlerinde de tamamen kendilerine özgü tuhaf bir koku vardır. Kapılarının önünden geçerken o koku beni hep rahatsız ederdi. Bazı insanların evleri gerçekten pis kokar. Ama bu onlara da benzemeyen Kürt kavmine has bir koku mu bilmiyorum. Vatana ve millete hainlik yapmadıktan sonra Kürtlerle hiç bir alıp veremediğim yok. Onların içinde de iyi ve kötü insanlar vardır. Dolayısıyla bu sözlerim tamamen duyularımla, yaşadıklarımla ilgilidir.

Bir sosyal paylaşım sitesinde “Kürtlerin kokusu” başlığı altında aktarılan bu “deneyim paylaşımı” Türk ırkçılığının en yalın örneğini teşkil etmekle kalmıyor, kokunun kökenini de ifşa ediyor: “Duyularımla, yaşadıklarımla ilgilidir.” Kürtler “farklı” koktukları için ırkçı olunmuyor, ırkçı olunduğu için Kürtler “farklı” kokuyor. Üstelik Kürtler, bu kokularının gayet farkındalar ve bu “kokularıyla” ırkçıları korkutmaya devam edecekler. Türk ırkçıları, yaşamları boyunca bu “kokuyu” solumak zorunda kalacaklar ve nihayet bu koku, onları sahneden indirecek. Çünkü bir müddet sonra Kürtlerin hayatın her alanına yayılan kokuları karşısında önce sokaklardan çekilip evlerine tıkılacak ve orada kendi kokularıyla kavrulup gidecekler.

Pis Kürtler, pis Türkler

Google’da tırnak içine alarak “pis Kürtler” diye tarama yaptığınızda (tırnak içine alarak) takriben 75 bin sonuçla karşılaşırsınız. Aynı taramayı “pis Türkler” için yapınca ortaya çıkan sonuç sayısı 4 bin civarında. Daha da enteresanı, “Pis Kürt” taramasının sonunda 14 bin sonuç çıkarken, “Pis Kürtler”in 75 bin sonuca ulaşması. Bu, bir Kürt’e yönelik ırkçı yönelimin çoğunlukla tüm Kürtlere genellendiğini de gösteriyor. “Türkler”de ise durum tam tersine. “Pis Türk”ün sonucu 15 bin, “Pis Türkler”in sonucu 4 bin. “Pis Türkler” tabirinin çoğunlukla Avrupa’daki ırkçılardan geldiğini görüyoruz. Bulgaristan’da bir futbol müsabakası, Almanya’da herhangi bir vak’a sonrası Türklere bu tür ırkçı sıfatlar yakıştırılmış. Gelgelelim en azından internet âleminde yaptığımız mütevazı taramada “pis Kürtler” tabirini ise esas olarak Türklerin kullandığını görüyoruz. Aynı taramayı bir de Kürtçe yapalım: “Tirkên pîs” örneğin. Çıkan sonuç 2. Kürtçede “pis” sözcüğünün yanısıra “çepel” veya “mirar” (mundar) sözcükleri de aynı maksatla kullanılıyor. Bu sözcüklerle yaptığımız Google taramasında (Tirkên çepel/mirar) çıkan sonuç sıfır! Milliyete veya ırka dair “temizlik takıntısı” egemenlik duygusundan türer. Ve bu “takıntının” “pis” addedilene bedeli her zaman ağır olur. Nitekim beyinsel kirliliklerini karşısındakinin bedensel kirliliğiyle meşrulaştırmaya çalışanların son hedefi, 3 Eylül’de Antalya’nın Kaş ilçesinde yaşamak zorunda bırakılmış olan 20 yaşındaki Kürt genci Mahir Çetin’di. 

Mahir ve Ali İsmail

20 yaşındaki Mahir Çetin’in otuz kişilik bir ırkçı grup tarafından öldürülmesi konusunda “etnik husus kesinlikle yoktur” diyor, Kaş Kaymakamı Selami Kapankaya. Oysa basına yansıdığı kadarıyla ırkçı güruh, Mahir’e “pis Kürtler” nidaları eşliğinde saldırmış.

Mahir Çetin, 3 Eylül akşamı arkadaşıyla Kürtçe konuştuğu için Türk ırkçılarının saldırısına uğradı ve tıpkı Ali İsmail Korkmaz gibi, vücuduna aldığı darbeler sonucu hayatını kaybetti. Tıpkı Ali İsmail’in katilleri gibi, onun katilleri de devletin arkalarında olduğunun bilinciyle hunharlıktan çekinmediler. Yanılmadılar da: Otuz kişilik linççi güruhtan sadece 7’si gözaltına alındı ve sadece biri tutuklandı. Salıverilmesi uzun sürmez. Zira kaymakamın zeminini hazırladığı üzere: “Geçtiğimiz günlerde ilçemizde bar çıkışında iki tarafın da alkollü olduğu bir kavga meydana gelmiştir. Kavgayı ayıran Doğu kökenli vatandaşlarımız, kesinlikle etnik bir hususun olmadığını, iki tarafın aşırı alkollü olduğunu, sürtüşme ve laf atmadan dolayı kavganın başladığını ifade etmişlerdir.” Devletin memuru, Kürt’ün ölümüne kılıf uydurmak için “Doğu kökenli vatandaşlara” her zaman başvurmuştur. Beyanattaki her bir sözcük için ayrıca makale yazmak gerekmez mi? “Geçtiğimiz günlerde” (Tarihi verme zahmetinde bile bulunmuyor), “bar çıkışında” (Bu vurgu niye?), “İki tarafın” (Otuza karşı iki, iki taraf mı oluyor?), “kavga” (Linç?), “Doğu kökenli” (Doğu? Köken?), “kesinlikle etnik bir hususun olmadığı” (Etnik husus? “kesinlikle”?), “aşırı alkollü” (Yani?), “sürtüşme ve laf atma” (Yani?)…

Biliyorsunuz, Eskişehir valisine göre Ali İsmail de arkadaşları tarafından dövülmüştü. Katlediliş biçimleri benzer ama yarattıkları infial farklı olan Ali İsmail’le Mahir’i karşılaştırmak zorundayız. Egemen olana göre biri “pis Kürt” öbürü “pis çapulcuydu.” Ali İsmail sivil ve polis güruhça, Mahir ise ırkçılarca katledildi. Ali İsmail’in katilleri öyle veya böyle kameralara yakalandı. Mahir’in katillerinin ise isimleri bile (biri hariç) hâlâ meçhul. Ali İsmail için gösterilen tepkiler az bile sayılırdı. Mahir için gösterilen tepki ise nedeyse yok gibi. Hatta Ali İsmail için “ah” diyen bazılarının Mahir için “oh çektiğini bile sosyal medyadan gördük.

Ali İsmail’inkinden farklı olarak Mahir’in ölümünden günler sonra haberdar olduk. Mahir’in cenaze töreninin görüntüleri hiçbir yerde yayımlanmadı. Öldürülüşü Türk basınının 1. sayfalarında yer almadı. Televizyonlarda bu cinayetin üstünde durulmadı. Hükümet yanlıları bu korkunç cinayetin “çözüm sürecine” etkileri üzerine durmadı ve provokasyon izi aramadı. Ne de olsa provokasyon ancak Kürtlerin veya onları “kullananların” tarifini bildiği pis bir yemektir.

 Dost cenahın ırkçılıkla imtihanı

Dost cenah” da bu meseleyi hakkıyla bahse konu etmedi. Zira herkes Kürtlerin öldürülüşüne alışkındı. Ölüm, Kürtlerin fıtratında olduğu için Mahir’in katledilişi ne sosyal hayatta ne de sosyal medyada infial yarattı. Mahir Çetin’in ismini devraldığı Mahir Çayan’ın izinde olan siyasetlerin mevkuteleri bile “Hepimiz Mahir’iz” manşetleri atmadı. Mahir’in, ölümü pahasına konuşmaktan geri durmadığı Kürtçeyi savunmak üzere “Em hemu Mahirin, em hemu Kurdin” başlıklarına ihtiyaç duyulmadı. Örneğin BirGün gazetesi, haberi DİHA’dan alıntılayıp “Ülkücülerin saldırdığı iddia edilen bir genç hayatını kaybetti” başlığıyla vermekle yetindi.

 

Hasılıkelam, kaymakam Kapankaya’nın arzuladığı gibi; kimse Mahir’in ölümündeki “etnik hususu” görünür kılmaya çabalamadı. “Ülkücülerin saldırdığı iddia edilen bir genç hayatını kaybetti”, o kadar!

Türkiye’nin kıyı şeridi yerlileri, yıllardır kasaba ve şehirlerindeki her türlü pisliği zorunlu göç mağduru Kürtlere yıkarak arınmaya çalıştığı için Kaşlılar da Mahir’in linç edilerek öldürülmesine ses çıkarmadı. Mahir’in kanının döküldüğü sokağı perdelerinin arkasından sinsice izleyen Kaşlıları bu cinayetin ortağı sayanlar ne kadar haksız?

Sömürge düzeninde sömürenin mensubunun kanı çok daha kıymetlidir, biliriz. Sömürülen öldürüldüğünde soğukkanlılık çağrısı yapanlar, sömüren öldürüldüğünde gözünü karartmaktan asla geri durmaz. Kürtler, etnik kimlikleri yüzünden saldırıya uğradıklarında, etnik kimlikten söz edilmesinden kaçınılır. Her türlü mahremiyeti ayaklar altına alan medya, bu konuda olabildiğince mahremiyet sevdalısı kesilir. Olay, herkesin bildiği bir sırra dönüştürülür. Sonra yine iklim Akdeniz olur, sessizlik hükmünü sürdürmeye ve ırkçılık gücünü sessizlikten almaya devam eder.

 

İRFAN AKTAN / zete.com

86127

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar