Çarşamba Mayıs 15, 2024

Kandil-Yerevan Yürüşümüz(2)-Dursun Ali Küçük

*Ayrılık ve uzaklık zamanı başlıyor...
PKK'nin değişim göstermesi ve yeni koşullara göre amaç, örgüt, yönetim tarzı, çaılşma tarzı, tüzük ve iç işleyişini düzenlemesi, iç infazlara ve Kürdistani güçlerle arasındaki çatışmalara son vermesi zamanı gelip çatmıştı.
Eskisi gibi yürümek olamazdı. Ama bağımsız-demokratik ve birleşik Kürdistan dan vazgeçmek değil, bunu yeni koşullara göre güncellemek gerekiyordu.
İlk hayalimiz ve bütün Kürtlerin hayali terk edilemezdi.
PKK lideri Abdullah Öcalan Rusyadayken 6. kongredeydik.
Bağımsız Kürdistanı gözden geçirmemizi istemişti. Kongrede ise hiç bir arakadaş bunun gündeme alınması veya vazgeçilmesi konusunu tartışmadı. Geçti gitti. PKK amacı olan Bağımsız-demokratik ve birleşik Kürdistan olduğu gibi kaldı.
PKK lideri esir düştükten sonra içerden ve hemde esirken ve düşmanın denetimi altındayken oradan gelen teorilerle bir partinin değişim yapması onu kaçınılmaz olarak amacından çok gerilere götürecekti. Bir arkadaşın deyişiyle çok makul ve cuzi koşulları öne sürmesi artık tuhaftı.
PKK hareketi liderlik hareketiydi, damgasını vuran buydu. Ama liderlik esir düşmüşse ve içerdeki konuşmaları ve ifadeleri ve gelen notları ortadayken, oraya dayanarak değişim yapmak geri adım atmaktı ve gerilere düşmekti.
Savaşı kayıtsız ve koşulsuz durdurma, ateşkes ilan etme, güçleri sınır dışına çekme gerillada ilk şok dalgası yaratmıştı ve kafalar karışıktı.
Altıncı kongreden çıkan merkez ilk toplantısında; genel sosyalist ve devrimci kültürün bir gereği olarak ve Öcalan'ın basında yayınlanan ilk görüntü ve konuşmalarından hareketle 'Liderimizin ifadeleri işkence altında alınmıştır' dedi ve kendisiyle direkt iletişim kurulana kadar onun adına yapılan açıklamaların kabul edilmeyeceğini açıkladı. Sosyalist kültürde konumu ve yetkisi ne olursa olsun bir üye düşmana esir düşerse resmi görevi ve tüm yetkileri düşer. Bu aynı zamanda örgüt için bir güvenlik tedbiridir.
Ne yazık ki bu tavır devam ettirilmedi. Yapılan bu açıklama avukatlar tarafından Öcalan aktarıldığında Öcalan sert tepki gösterdi. Kendinde olduğunu, ne söylüyorsa bilinçli olarak söylediğini, kendisine muhalefet edecek olanları da hain ve ajan provakatör ilan edeceğini bildirdi. Bu tehdit üzerıne Konsey geri adım attı. Konsey zaten bu tavırı çok kararlı bir şekilde ve kendine güvenerek vermemişti. Bir tehditle hemen boyun eğdi.
Halbuki doğru bir tutumdu.

*7. kongre de "demokratik cumhuriyet"e indik. Ama hala Kürdistan'ın federasyonlaşmasından aşağısını hiç bir arkadaş savunmuyordu. İçerden gelen PKK isim değişikliği tartışmalara rağmen kabul görmedi. Bu kongrede tek doğru olan idamın kaldırılmasıydı. Ama pratikte gizlice sürdü.
Ordu, kadın ve parti örgütlenmesi vb. 'deki Kürdistan kelimelerinin çıkarılması genellikle uygulandı.
Sonra PKK ismide KADEK kongresi ile kaldırıldı. Doğru ve yanlış yanlarıyla zamanını tamamlamıştır denildi. Burada programda geçen yine Kürdistan'ın federasyonlaşmasıydı.
*Kogra -gel toplanmadan iç tartışmalar başlamıştı. Açık ve gizli olarak.
Ondan önce Xınerede merkez toplantısı 2002 yılında yapıldı. İki gün konsey kendi içinde tartıştı. Oysa merkez toplantısıydı ve bu kadar uzatmak gerekmiyordu.
Neyse merkez toplantısı başladı. Konseydekilerin(Rıza ve Botan yoktu) kararı merkezi eleştirmekti, bu kararın teşvikçilerinden biri de Osman'dı. Ama toplantıda konuşmadı.
İşte bazı arkadaşlar kendilerini "yenilikçi bizi muhafazakar" görüyorlar. Abbas arkadaş hizip başı beni ilan etti. Ahbapçavuşluk ve gruplaşmalardan sözettiler. En başa hedefe konulan da bendim. Burada eleştirilen ben-Ekrem-Serhat-Rıza ve Botan'dı.
Öyle grup felan kurduğum ve oluşturduğum yoktu. İdama karşıydım, içte işkence ve baskı yapılmasına karşı görüşlerim vardı. bağımsızlıktan vazgeçmemiştim ama Önderliğimizede karşı çıkamazdım. reform ve değişim gerekliliğine inanıyordum. Bu düşüncelerimi de pek dillendirmemiştim. Önderliğe karşı çıkmakla itham edilirdim. Kafalar karışıktı, herkes bir şeyler düşünüyordu ama açıkça tartışmayı göze almıyordu.
Neyse sonuçta Cuma arkadaş "hizip" kelimesini tutanaklardan çıkardı. Bizde hizip kurmanın cezası "idam" dı. Birinci derecede çizgi suçudur.
*2003 merkez toplantısında düşünceleri açıkça söyledim. İmralı'dan savaşa başlayın talimatı gelmişti. TC -Ergenekon istemi olarak görüyordum. Burada örgüt , yönetim tarzı, işleyiş vb konularda değişime gidilmesi görüşü ağırlık kazandı.
Burada klasik devrimler çağının bittiğini yeni dönem devrimlerinin farklı olacağını belirtmiştim. Bu görüşüm genel kabul görmedi. Bu günde aynı düşüncedeyim. Ahmed Dicle yazdığı kitapta bu görüşümü çarpıtarak devrimlerden vazgeçme olarak vermiştir. Reel sosyalizmi de asla beğenmiyorum. O günkü zaman-mekan içinde tutulacak bazı yanları olabilir. Ama görüldü ki kapitalizmin bile gerisine düştüler.
*Kongra Gel: Bu kongrede bazı değişiklikler oldu. fedarasyon kabul ediliyordu.Ama diğer yandan alt-üst kimlik ve demokratik cumhuriyet de yer alıyordu. Net olmadığımız her yönüyle görünüyordu. Eleştiriye karşı savunma hakkı kişiye tanınıyordu. Gönüllü katılım olacağı gibi gönüllü ayrılmada olablir. Parti en fazla disiplin suçlarını verebilir.
Çizgi suçu vb kaldırıldı. vb vb..
Ama kongreden hemen sonra ayrışmalar başladı. PKK de olgunlukla ve demokratik tarzda iç dönüşüm yapma imkanı yoktu.
Tartışmalar demokratik ve arkadaşça yapılmıyordu. İktidar kavgasına dönüştürüldü.
Bu konuları, "Nasıl Bir Çözüm" adlı kitap boyutunda bir yazıyla yazmıştım. yeniden girmek istemiyorum.
*Kongra Gel 2. kongresi bir yıl geçmeden toplandı....Bu arada mevcut kalanlardan farklı düşünenlere artık görev verilmiyordu, görevli olanlar görevinden alınıyordu veya işlevsiz bırakılıyordu.
Osman her seferinde grup kuralım diyordu. ben her zaman karşı çıkıyordum. Açıkçası kendisine hiç güvenmiyodum. Siyaseti ticaret olarak görüyordu, beraber olduklarına da aynı kuralı uygulayacak biri olduğu kanaatindeydim. baştan beri yol alınmıyacak biri olarak düşünüyordum.
Kongra -Gel ikinci kongresine farklı düşünen arkadaşların katılımını sağlamak için epey çaba gösterdim. Olumlu düşünen başka arkadaşlarda desteklediler. herkes gelip kongreye katıldı. Ama kongre içinde gördümki amaç birlik olmak , beraber yol almak değildi. Gelen katılan arkadaşlara ayrı bir yer gösterdiler ve başına da nöbetçi koydular... Analadım ki iş işten geçmiştir.
Kongre öncesinde kendi aramızda toplandık. eski arakadaşlar görev almayacaklar. Bu genel kabul gördü.
Kongre de Cemal arkadaş aracı olarak görev almamı istedi, kabul etmedim.
Açıkçası bir şeyin değişeceğine inancım kalmamıştı. Kör döğüşten öteye gidemezdi. Kongre içinde Osman* Botangiller bir gece çıkıp gitmişti. bana da teklif eden oldu, reddettim.
Kongre öncesi ve içinde ve sonrası açıkçası intihar etmeyi düşünüyordum. Bu durum aklımda dolaşıp duruyordu. öte yandan neyi değiştirecek gel,gitleri içindeydim. Kırlmıştım..
Geri adımlar atma dışında birşeylerin değişeceğine inanmıyordum.
Konre bitti. ben Hasan Atmaca ve beş arkadaş stratejik araştırmalar merkezi olarak iş yapacağımızı ve başka yönetim görevi almayacağımızı söyledik...
Bizim için oraları değil, Ermenistan'ı uygun gördüler.

*Ermenistan'a yolculuğa çıkıyoruz.
Grupta ben- Hasan Atmaca- Rızgar-Delil ve Muzaffer Kızartıcı vardı.
Cemal arkadaş arabayla gitmemizi önerdi, kabul etmedik. Yaya olarak sınır boyunca yürüyecektik. grup olarak kararımız bu şekildeydi. itiraz edilmedi.
Bir kaç gün Kandil’de askeri karargahta kaldık. Daha sonra Xınere’ye giden bir arkadaş kafilesi ile birlikte yol aldık.
Xınere’de basın-yayın ve araştırma inceleme gruplarının olduğu yere geldik. 3 yıl önce bu çalışmalara ben bakıyordum, bir yönetimdik.
Şimdi araştırma ve incelemenin adı Akademi olmuştu. Burada Akademik çalışmalar yapmak zordu ve mevcut koşullarda mümkünde değildi.
5 arkadaş burada 15 güne yakın kaldık. Kurye bir türlü çıkmıyordu. Düşündük ve oradakilerle konuştuk ,en iyisi Xaxurkeye gitmekti. Çnkü kuryeleri Xaxurke yönetimi ayarlayacaktı.
Xınere alanını 1997 Xaxurke operasyonundan sonra Zagros güçleri olarak ilk yerleşime açtık. PKK tarihinde Lolan pratiği diye eleştirilen ve ilk grupların hazırlanıp ülkeye gönderilmesi için kullanılmıştı. O zaman buralarda KDP vardı. Lolan pratiği hikayesi uzundur. Saime vb arkadaşların iç infaza uğradığı yerdi.
Ülkeye grupları gönderecek yönetim buraya konumlanmıştı. Araştırma ve basın yayını ben olmadığım bir zamanda Abbas arkadaş lolan’a kaldıkları yere göndermişti. Ben gittim, baktım üslenme konusunda arkadaşlar rahatsız. Oradan daha üstlerlde bir yere taşındık.
97 sonu 98 yılarınının başı ile birlikte daha sonra bu alanda iki yıl kaldım. Basın yayın ve koordinasyon çalışmalarında yer aldım. 2002 sonunda mekezden bir grup ve zayıf halka olarak benim hedef yapıldığım toplantı burada yapılmıştı.Daha önce 6. kongreden sonra(ki buda Xınerede yapılmıştı) Xırpape ve İran tarafında yer almıştık. Bu aralarda 1998 ve 1999 yıllarında Xaxurke ve Kelaşin ve Kandil denilen alanlarda askeri alanda çalışmıştım. Hedef yapıldığım toplantıdan sonra Dolakuke'de koordisnasyon yönetiminde yer almıştım. 2002 sonu ve 2003 yıllarında burada kaldım. 1999 da Şehit Ayhan'ı yeni açtık. Kuzeyden çekilen güçler genellikle burada toplandı. Kısa bir süre buraya baktım. Gelen arkadaşlarla sohbetlerimiz oluyordu. Hepside kuzeyin değişik yerlerinde savaşın en zor olduğu koşullardan gelmişti.
Ruh halaleri farklıydı. Niye geldiklerinin tuhaflığını yaşıyorlardı. Ve yolda –geri çekilmede net sayı bilmesemde yüzlerce arkadaş şehit düşümüştü.
Derken Xaxurkeye askeri güçlerin olduğu yere grup olarak geçiyoruz. Burada askeri sorumlu Malazgirtli Ahmed arkadaştı. Daha önce Zagros ve Xaxurkeye çekilince tanıyordum. Cesur ve saşçı bir komutandı.
Bizi iyi karşıladı. Gurubumuza bir yer verdi. Ahmet arakadaşın yanında Mardinli Ferhat arkasaş vardı. Gidiş işimizle uğraşıyordu. Bir ara Hasan Atmaca arkadaşla bir diyalogu oldu. Diyarbakır zindanından hapishane arkadaşıydılar. Hasan Arakadaş 'araştırma merkezi olarak çalışmalar yapacağız' dedi.
Bunun üzerine Ferhat arkadaş: “Önderliğin üretmediği bir teori, çözmediği bir problem mi kalmış? Sahi siz neyi araştıracaksınız? ” şeklinde biraz alaycı bir cevap verdi. Ferhat arkadaş cevabı içinde bir soru cümlesi kurmuştu.
Tabi Hasan arkadaş bunun altında kalır mı, hemen karşılığını verdi. ' Heval Ferhat senin bu sözün bana Cengiz Han'ın torunu İlhanlı hükümdarı Hülagu'yu anımsattı. Hülagu ordusu ile İskenderiyeyi fetheder, İskenderiye o zamanlar Mısır'ın ilim ve Felsefe merkezidir. Ünlü bir kütüphanesi vardır. Kütüphaneye girer ve vezirine buyruk verir. Kuran'a karşı istikamette olan kitapları buraya yığın. Kitaplar yığılır. Bunlar zararlıdır bunları yakın. Hepsi yakılır. Sonra Kuran ile aynı istikamette olan kitaplar yığdırır. Bunlar fazlalıktır bunları da yakın der. Koca kütüphanede yalnızca Kuran kalır. Senin bakış açının Hülagununkinden bir farkı yok.
Biraz gülüştük ve geçtik...

*Xaxurke den çıkıyoruz...
Xaxurkenin Şendinliye açılan boğazın dibinde bir yere yerleştik. Kuryeler mazlum ve Zagros arkadaşlardı. Silahlarımız ve sırt çantalarımız yanımızdaydı...
Hastalıktan şehit düşen bir arkadaş burayı cennet bahçesi diye anlatıyordu. Uzun zamandır gerilla için geri cepheydi. Suları hoştu. Eskiden burada Bradostlar yaşıyormuş. Xaxurke dışında hala da yaşayanlar vardı. Bradostlar eskiden beri Barzanilerle çatışma halindeydi. Barzan alanıyla bitişikti. Barzaniler Kürt mücadesi için çalıştıkları ve savaştıkları zamanlarda Bradostlar Irak’a çaşlık yapmış..
Bradost alanı denilen yerler Xaurke ve Xınerenin karşısında uzanıp gidiyor. 2002'de Cumhuriyet ilan edin denilen yerdi burası. Cumhuriyet kurun talimatı İmralıdan gelmişti. Bunun altında bir Ergenekon parmağı olduğuna kuşku yoktu. O günkü koşullarda böylesi bir girişim Kürtleri birbirine kırdırmaktan başka bir sonuç vermezdi. Aslında Kürt hareketini tasfiye planıydı. Zaten bazı bayan arkadaşlar dışında kimse bu perspektife sahip çıkmadı. Onlarda olayın içyüzünü anladıklarından değil, 'siz başkanı boşa çıkarıyorsunuz' saplantısından hareketle savunuyorlardı. Onların yaklaşımında başkana sahip çıkma ön plandaydı. Olayın doğuracağı askeri ve siyasi sonuçlarla ilgilenmiyorlardı. Dolayısıyla Cumhuriyet yerine kaldığımız yerlerin Medya savunma alanları olarak adlandırılması ve bir saldırı olması durumunda kendimizi savunmamız görüşü hakim oldu. Böylece Cumhuriyet yerine 'Medya Savunma Alanları'nı ilan ettik.
Abbas arkadaş tam bir kafa karışıklığı yaşıyordu. Bir cumhuriyet ve savaş hükümeti ilan etmenin koşulları bulunmadığını biliyordu. Diğer yandan cumhuriyet ve hükümet sözleri de ona çok cazip geliyordu. Bu cazibeye kapılmaktan kendini kurtarması imkansızdı. Kendini tutamadığı için bir savaş hükümeti ve Cumhuriyet ilanından yana göründü. Heval Abbas 1995' te de dağa tekrar geldiğinde nerdeyse her vadiye bir cumhuriyet kuruyordu. Bu konuda zaafı var. Bir bayan arkadaş hemen Sideka'yı ele geçirip başşehir yapmayı önerince, Abbas hemen atılıp oranın sahibi var , KDP ile savaşmamız gerekir. Orası olmaz. En iyisi 'biz Şino'yu ele geçirip orayı başşehir yapalaım' dedi. Bu fikir üzerinde önceden düşünülmüş , sonuçları hesap edilmiş bir fikir değildi. O an aklına gelen bir şeydi.Tabi hepimiz gülmüştük.
Karayılan araya girip ' Heval Abbas bizim savaşmadığımız bir İran Ordusu kalmıştı, sen onu da bizim üstümüze çekeceksin' diye çıkıştı. Biz Güneydeki güçlerle savaşmak istemiyoruz, o İran'a bağlı Doğu Kürdistan'daki Şino’yuda alalım diyordu. Buda savaş'ta İran’a karşı ikinci bir cephe açmak demekti. Gülüşmelerden sonra boş bulunduğunu anladı, ama iş işten geçmişti.
Olayın garip tarafı şuydu: Herkes o dönemde bahsedilen coğrafyada bir cumhuriyet ve hükümet kurulamayacağını, bunun koşullarının bulunmadığını bildiği, teşebbüs edilirse bunun Kürt hareketine büyük zarar vereceğini gördüğü halde bunu bir türlü ifade edemiyordu. Kimse gerçeği söylemeye cesaret edemedi. Sadece Osman oda PKK lideri Öcalan'ın kardeşi olmanın avantajını kullanarak, 'biz halkın ve yerleşim merkezlerinin bulunmadığı bu dağlarda kurtlarla çakallara mı cumhuriyet ilan edecegiz' diyebildi. Ve konu kapandı.
devam edecek... 

Aşağıdaki linkte yazının 1bölümünü okuyabilirsiniz.

http://kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kandil-yerevan-yuruyusumuz1-dursun-ali-kucuk.
31456

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

Sayfalar