Perşembe Mayıs 2, 2024

Kamaşan Karmaşa:Nesimi ADAY

Sultanahmet'in Canlı Bomba'sı IŞİD sinyalleri vermiş.

"Besle kargayı, oysun gözünü."

Amerika da El Qaide'yi öyle büyütmüştü. SSCB’yi yenecekti. Ama hırsına yenildi. Kurduğu örgüt bumerang etkisi yarattı, 11 Eylül vahşetiyle kendisine döndü.

Türkiye devleti ve hükümetleri uzun yıllar Amerika’nın arka bahçesi oldu. Gençler ‘‘Yankee go home’’ dese de, devlet erki arkadan hep ‘‘pardon’’ dedi. Bir zamanlar NATO’ya girmek, dünyaya karşı ‘erkeklik’ olarak sunuluyordu. Amerika için, Kore’de ‘gazi’ olmakta beis görülmüyordu. Hâlâ hayatta olan Kore Gazileri vardır, ne için savaştığını bilmeyen.

Hem 12 Eylül Darbesi olduğunda ‘bizim çocuklar işi bitirdi’ dememişler miydi?

Memlekette siyasi parti kurmadan önce okyanus geçilip, destur almak geleneğini de hatırlamak gerek. En son AKP kurucuları geçmişti okyanus ötesine. Yani siyasetten, sanata bir çok alanda arka bahçe bahtiyarlığı devam ediyor.

Bütün bu ‘olumsuz’ tabloya ragmen, anket sonuçlarından çıkan Amerikan düşmanlığının hikmetini de anlamak zor ya!..

 

Sonra..

Sonra, muktedirler Amerikan rüyası görmeye başladı.

‘Onlar yapıyor, biz neden yapmayalım’ psikolojisi zehirli bir sarmaşık gibi şişinen egolarını sardı. Amerikalılar’ın ‘iş bitiren çocuları var da bizim yok muydu’ yani. Vardı tabi, siyasal tarihe ‘iyi çocuklar’ olarak geçmişlerdi. Ama Kürtlerle başa çıkamıyorlardı. Soykırım dahil her türlü savaş yöntemini kullanmış, başarılı olamamışlardı. Kürdistan’daki son savaşta, 17.500 faili meçhul cinayet bakiyesi, 40 bin kayıptan ayrı, envanter dışı hesaplanmamış mıydı?

Heyhat,yine de başarılı olamamışlardı.O vakit ‘büyük abi’ yöntemi kullanılacaktı. Ortadoğu’da ne kadar ‘radikal islâmcı’ örgüt varsa ilişkilendiler. Hamas, Müslüman Kardeşler, El Nusra derken IŞİD tam istedikleri gibiydi. Dağda yenişemediği PKK’yi çölde gafil avlayacaklardı. Strateji zekiceydi. Kobanê’deki çılgın savaş bundandı. Ama Dağ, çölün topografyasına güvenmeyince, heves kursakta kaldı. Üstelik sınır boyunda nur topu gibi bir Kürt devleti de kozasını örmeye başladı.

 

Şimdi..

İslâm adına 'kelle' kesen, Ezîdî kadınları köle diye pazarda satan, camileri havaya uçuran, Aleviler’e Kerbela’yı anımsatan cihadist örgüt IŞİD'le başlafı dertte. Sağlanan lojistik desteğin bedeli olarak turizm merkezi Sultanahmet’te, ekonomiyi çökertmek için Canlı Bomba patlattılar. Daha once de Hatay’ın Reyhanlı ilçesini kana bulamışlardı. İki olayın da nedenlerini bilmiyoruz?!

Canlı Bomba DHKP-C'li çıksaydı ne güzel olacaktı değil mi? Hem üstlenmişlerdi de. Kadın Dersimli ve Aleviydi. Üstelik de polis, hamile olduğunu söylemişti. Tam da ‘bizim çocukların’ fıtratına göre bir siyaset malzemesi.

Gündem değiştirmek için şaşkınlıkla ajan/itirafçı Kürtlere bomba ısmarlamaya kalktılar. Alışveriş merkezinde bomba patlatıp, PKK'ye yüklenecekti. Örnekleri de vardı, Halk Otobüsü’ne molotof atmış, genç bir kadını yakıp, örgütün üstüne atmışlardı. Yıllar sonra molotofu atanın MİT elemanı olduğu ortaya çıktı. O dümenin ekmeğini, basına yağlatıp uzun süre yemişlerdi.Ama bu defa da felek yüzlerine gülmedi.

 

Dünya nasıl görüyor...

Takip edebildiğimiz kadarıyla, hükümet dünya aleme rezil rüsva olmuş. Cihadist örgütlerle ilişkilerini herkes biliyor. Din adına vahşet yapanların hamisi olarak mimlenmiş durumdalar. Charlie Hebdo katliamını yapan Kuaçi kardeşler için gıyabi cenaze namazı kılınıp, AKP’li belediyeler tarafından bilboardlara şehadet ilanları asılıyor. Akıttıkları timsah gözyaşlarını da kimse yemiyor tabi.

 

Örneğin..

Geçen yıl internete düşen tapelerin birinde THY'le,Boko Haram'a mühimmat yollandığına dair konuşma vardı. Unutuldu sanılmıştı. Ama gerçek kendini acıyla hatırlattı. Boko Haram, bir kasabayı yok edip, binlerce mâsum insanı katletti.

2014’te dekız çocuklarını kaçırıp, 'İslâm dinine hizmet' adına satmıştı bu örgüt ve geçtiğimiz günlerde 10 yaşında Canlı Bomba olarak patlatılan bir kız çocuğunun haberini okuduk, izledik dehşetle.

Kadınlara yönelik şiddet ve cinsiyetçi ayrımlar, Bakara Sûresi’nden beri ilgilerini çekmiyordu. Kadını, erkeğin kullanabileceği özel mülkiyet olarak kavramlştıran şeriat hükümleri işlerini kolaylaştırıyordu.

Ama kadına bakış açısındaki 'sakatlığın' felsefi bağlamı, ekşimtrak tad bırakıyor artık.‘Cennetin anaların ayakları altında olduğu’ hâdisi iştahla dillendirilmesine rağmen, kadını kamusal alandan dıştalayan politikalar izleniyor. Müslüman mahallesi, kadınlar çalışmasın, ‘‘çalışan kadın fuhuş yapar’’ diyen ‘âhlak dışı’ zihniyeti suskunlukla izledi. Bu suskunlukları, aynı sapık kişinin ‘‘6 yaşını doldurmuş kız çocuklarıyla evlenilebilir’’ beyanı verdiği zaman da devam etti.Çocuklara, kamuoyu önünde, aleni olarak cinsel istismarda bulunan bu adam için adalet mekanizmaları hâlâ çalıştırılmadı.

 

Samimi değiller..

Bu arada, kadınların çalışmaması yönünde uyarılarda bulunanların, kendi kızları şirket ve devlet yönetiyor, bazıları da milletvekili, bakan olarak bu dıştalayıcı koro içinde yerlerini alıyor. Kendi inançdeğerlerine saldırı veya eleştiri olduğunda Beyazıt Meydanı’nı ayağa kaldıranlar, ‘öteki’ kadın ve çocuklara yapılan vahşete karşı ise suskun kalmayı tercih ediyorlar. Bir islâmi kavram olarak takkıyenin irinli patolojisi mi demeli!

 

Başka..

Bir mezhebin inancını devlet dini yapıp -ki ataları da öyle yapmıştı-, diğerinin ibadet mekânına gecekondu muamelesi yapıyor, Aleviler’den alınan vergilerle, sadece Sünniler’i istihdam ediyorlar. Kızılbaşlar’ın kadınlarını, Ehl-i Sünnet’e ‘helal’ gören Şeyhülislâm ve devamı olan Diyanet’in tarafgirliği ortada.Onların nazarında cemevi, cümbüş evi değil miydi zaten? Çünkü orada saz çalınıyordu. Sanatla ibadet yapılmaz diye diretiyorlardı kendilerine. Ama cemaatine zikir (ibadet dansı) yaptırırken cinsel münasebete giren tarikat şeyhlerini sessizce izlediler.

 

‘Eloğlu’ ne yapıyor..

Museviler ve hıristiyanlar dinlerini anlatmak için sanatın bütün olanaklarını ustaca kullanıyor, görsel, işitsel ve yazınsal sanatlarla yıllardır dinin propagandasını ve ticaretini yapıyorlar. Bu aralar gösterimde olan ‘’Exodus: Tanrılar ve Krallar’’ filmi iyi bir örnek. Filmde Musa, Tanrı’ya kafa bile tutuyor. Reklamın fendi, bağnazı yendi misali.

Peki ya islâm dinini ve peygamberini anlatan kaç sanat eseri var? Sinemadan örnek verelim.Müslüman ülkelerin TV’leri kırk yıldır, Meksikalı Anthony Quinn'in oynadığı "Çağrı –The Mesaj" filmiyle idare ediyor. Her Ramazan orucunda ve Kandil gecelerinde aynı film gösteriliyor. 

Hollywood yapımı filmlerde Hz. Musa ve Hz. İsa propagandası ustaca yapılırken, Müslümanlar Hz. Muhammed'in değil filmini çekmek, çizimine/portresine (hakarete deği) bile tahammül gösteremiyorlar. Fransa’nın 11 Eylül’ü olarak tarihe geçen Charlie Hebdo katlimamı ‘tahammüllerinin’ son örneği.

‘Medeniyetler çatışması’ yaratacak boyutta travma yaratan bu rezaletlerden sonra da kalkıp müslümanlara düşmanlık yapmayın, biz güzel, hoş bir diniz, hem son peygamber de bize geldi falan diyerek, diyanete kem küm mesajları verdiriliyor. 

 

Karmaşa ve kamaşma..

Muktedirlerin sazı artık düzen tutmuyor. Düzenin sosyolojik kontrolünü elinde tutan otoritenin freni boşalmış. Çünkü hırslarından, göz kamaştıran karmaşanın ontolojisini anlayamıyorlar.Saray ve makam; gücün kaotik şekerlemesi, düş için tatlı gerekçe yaratıyor. Dogmanın olanak daraltan pratiği gelecek tasarımı üretmiyor. Metafizik yoğunlukları, sosyolojik karmaşayı anlama yetilerini de köreltiyor.

Bu durumda karmaşanın kontrol edilmesi için felsefenin olanaklarına ihtiyaç var. Ama felsefeyi okullardan başlamak üzere, toplumsal alanda, dine tahvil ettiler.

Şimdi dünyayı anlamaları daha da zor olacak.

 

67320

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar