Cuma Mayıs 17, 2024

Kamaşan Karmaşa:Nesimi ADAY

Sultanahmet'in Canlı Bomba'sı IŞİD sinyalleri vermiş.

"Besle kargayı, oysun gözünü."

Amerika da El Qaide'yi öyle büyütmüştü. SSCB’yi yenecekti. Ama hırsına yenildi. Kurduğu örgüt bumerang etkisi yarattı, 11 Eylül vahşetiyle kendisine döndü.

Türkiye devleti ve hükümetleri uzun yıllar Amerika’nın arka bahçesi oldu. Gençler ‘‘Yankee go home’’ dese de, devlet erki arkadan hep ‘‘pardon’’ dedi. Bir zamanlar NATO’ya girmek, dünyaya karşı ‘erkeklik’ olarak sunuluyordu. Amerika için, Kore’de ‘gazi’ olmakta beis görülmüyordu. Hâlâ hayatta olan Kore Gazileri vardır, ne için savaştığını bilmeyen.

Hem 12 Eylül Darbesi olduğunda ‘bizim çocuklar işi bitirdi’ dememişler miydi?

Memlekette siyasi parti kurmadan önce okyanus geçilip, destur almak geleneğini de hatırlamak gerek. En son AKP kurucuları geçmişti okyanus ötesine. Yani siyasetten, sanata bir çok alanda arka bahçe bahtiyarlığı devam ediyor.

Bütün bu ‘olumsuz’ tabloya ragmen, anket sonuçlarından çıkan Amerikan düşmanlığının hikmetini de anlamak zor ya!..

 

Sonra..

Sonra, muktedirler Amerikan rüyası görmeye başladı.

‘Onlar yapıyor, biz neden yapmayalım’ psikolojisi zehirli bir sarmaşık gibi şişinen egolarını sardı. Amerikalılar’ın ‘iş bitiren çocuları var da bizim yok muydu’ yani. Vardı tabi, siyasal tarihe ‘iyi çocuklar’ olarak geçmişlerdi. Ama Kürtlerle başa çıkamıyorlardı. Soykırım dahil her türlü savaş yöntemini kullanmış, başarılı olamamışlardı. Kürdistan’daki son savaşta, 17.500 faili meçhul cinayet bakiyesi, 40 bin kayıptan ayrı, envanter dışı hesaplanmamış mıydı?

Heyhat,yine de başarılı olamamışlardı.O vakit ‘büyük abi’ yöntemi kullanılacaktı. Ortadoğu’da ne kadar ‘radikal islâmcı’ örgüt varsa ilişkilendiler. Hamas, Müslüman Kardeşler, El Nusra derken IŞİD tam istedikleri gibiydi. Dağda yenişemediği PKK’yi çölde gafil avlayacaklardı. Strateji zekiceydi. Kobanê’deki çılgın savaş bundandı. Ama Dağ, çölün topografyasına güvenmeyince, heves kursakta kaldı. Üstelik sınır boyunda nur topu gibi bir Kürt devleti de kozasını örmeye başladı.

 

Şimdi..

İslâm adına 'kelle' kesen, Ezîdî kadınları köle diye pazarda satan, camileri havaya uçuran, Aleviler’e Kerbela’yı anımsatan cihadist örgüt IŞİD'le başlafı dertte. Sağlanan lojistik desteğin bedeli olarak turizm merkezi Sultanahmet’te, ekonomiyi çökertmek için Canlı Bomba patlattılar. Daha once de Hatay’ın Reyhanlı ilçesini kana bulamışlardı. İki olayın da nedenlerini bilmiyoruz?!

Canlı Bomba DHKP-C'li çıksaydı ne güzel olacaktı değil mi? Hem üstlenmişlerdi de. Kadın Dersimli ve Aleviydi. Üstelik de polis, hamile olduğunu söylemişti. Tam da ‘bizim çocukların’ fıtratına göre bir siyaset malzemesi.

Gündem değiştirmek için şaşkınlıkla ajan/itirafçı Kürtlere bomba ısmarlamaya kalktılar. Alışveriş merkezinde bomba patlatıp, PKK'ye yüklenecekti. Örnekleri de vardı, Halk Otobüsü’ne molotof atmış, genç bir kadını yakıp, örgütün üstüne atmışlardı. Yıllar sonra molotofu atanın MİT elemanı olduğu ortaya çıktı. O dümenin ekmeğini, basına yağlatıp uzun süre yemişlerdi.Ama bu defa da felek yüzlerine gülmedi.

 

Dünya nasıl görüyor...

Takip edebildiğimiz kadarıyla, hükümet dünya aleme rezil rüsva olmuş. Cihadist örgütlerle ilişkilerini herkes biliyor. Din adına vahşet yapanların hamisi olarak mimlenmiş durumdalar. Charlie Hebdo katliamını yapan Kuaçi kardeşler için gıyabi cenaze namazı kılınıp, AKP’li belediyeler tarafından bilboardlara şehadet ilanları asılıyor. Akıttıkları timsah gözyaşlarını da kimse yemiyor tabi.

 

Örneğin..

Geçen yıl internete düşen tapelerin birinde THY'le,Boko Haram'a mühimmat yollandığına dair konuşma vardı. Unutuldu sanılmıştı. Ama gerçek kendini acıyla hatırlattı. Boko Haram, bir kasabayı yok edip, binlerce mâsum insanı katletti.

2014’te dekız çocuklarını kaçırıp, 'İslâm dinine hizmet' adına satmıştı bu örgüt ve geçtiğimiz günlerde 10 yaşında Canlı Bomba olarak patlatılan bir kız çocuğunun haberini okuduk, izledik dehşetle.

Kadınlara yönelik şiddet ve cinsiyetçi ayrımlar, Bakara Sûresi’nden beri ilgilerini çekmiyordu. Kadını, erkeğin kullanabileceği özel mülkiyet olarak kavramlştıran şeriat hükümleri işlerini kolaylaştırıyordu.

Ama kadına bakış açısındaki 'sakatlığın' felsefi bağlamı, ekşimtrak tad bırakıyor artık.‘Cennetin anaların ayakları altında olduğu’ hâdisi iştahla dillendirilmesine rağmen, kadını kamusal alandan dıştalayan politikalar izleniyor. Müslüman mahallesi, kadınlar çalışmasın, ‘‘çalışan kadın fuhuş yapar’’ diyen ‘âhlak dışı’ zihniyeti suskunlukla izledi. Bu suskunlukları, aynı sapık kişinin ‘‘6 yaşını doldurmuş kız çocuklarıyla evlenilebilir’’ beyanı verdiği zaman da devam etti.Çocuklara, kamuoyu önünde, aleni olarak cinsel istismarda bulunan bu adam için adalet mekanizmaları hâlâ çalıştırılmadı.

 

Samimi değiller..

Bu arada, kadınların çalışmaması yönünde uyarılarda bulunanların, kendi kızları şirket ve devlet yönetiyor, bazıları da milletvekili, bakan olarak bu dıştalayıcı koro içinde yerlerini alıyor. Kendi inançdeğerlerine saldırı veya eleştiri olduğunda Beyazıt Meydanı’nı ayağa kaldıranlar, ‘öteki’ kadın ve çocuklara yapılan vahşete karşı ise suskun kalmayı tercih ediyorlar. Bir islâmi kavram olarak takkıyenin irinli patolojisi mi demeli!

 

Başka..

Bir mezhebin inancını devlet dini yapıp -ki ataları da öyle yapmıştı-, diğerinin ibadet mekânına gecekondu muamelesi yapıyor, Aleviler’den alınan vergilerle, sadece Sünniler’i istihdam ediyorlar. Kızılbaşlar’ın kadınlarını, Ehl-i Sünnet’e ‘helal’ gören Şeyhülislâm ve devamı olan Diyanet’in tarafgirliği ortada.Onların nazarında cemevi, cümbüş evi değil miydi zaten? Çünkü orada saz çalınıyordu. Sanatla ibadet yapılmaz diye diretiyorlardı kendilerine. Ama cemaatine zikir (ibadet dansı) yaptırırken cinsel münasebete giren tarikat şeyhlerini sessizce izlediler.

 

‘Eloğlu’ ne yapıyor..

Museviler ve hıristiyanlar dinlerini anlatmak için sanatın bütün olanaklarını ustaca kullanıyor, görsel, işitsel ve yazınsal sanatlarla yıllardır dinin propagandasını ve ticaretini yapıyorlar. Bu aralar gösterimde olan ‘’Exodus: Tanrılar ve Krallar’’ filmi iyi bir örnek. Filmde Musa, Tanrı’ya kafa bile tutuyor. Reklamın fendi, bağnazı yendi misali.

Peki ya islâm dinini ve peygamberini anlatan kaç sanat eseri var? Sinemadan örnek verelim.Müslüman ülkelerin TV’leri kırk yıldır, Meksikalı Anthony Quinn'in oynadığı "Çağrı –The Mesaj" filmiyle idare ediyor. Her Ramazan orucunda ve Kandil gecelerinde aynı film gösteriliyor. 

Hollywood yapımı filmlerde Hz. Musa ve Hz. İsa propagandası ustaca yapılırken, Müslümanlar Hz. Muhammed'in değil filmini çekmek, çizimine/portresine (hakarete deği) bile tahammül gösteremiyorlar. Fransa’nın 11 Eylül’ü olarak tarihe geçen Charlie Hebdo katlimamı ‘tahammüllerinin’ son örneği.

‘Medeniyetler çatışması’ yaratacak boyutta travma yaratan bu rezaletlerden sonra da kalkıp müslümanlara düşmanlık yapmayın, biz güzel, hoş bir diniz, hem son peygamber de bize geldi falan diyerek, diyanete kem küm mesajları verdiriliyor. 

 

Karmaşa ve kamaşma..

Muktedirlerin sazı artık düzen tutmuyor. Düzenin sosyolojik kontrolünü elinde tutan otoritenin freni boşalmış. Çünkü hırslarından, göz kamaştıran karmaşanın ontolojisini anlayamıyorlar.Saray ve makam; gücün kaotik şekerlemesi, düş için tatlı gerekçe yaratıyor. Dogmanın olanak daraltan pratiği gelecek tasarımı üretmiyor. Metafizik yoğunlukları, sosyolojik karmaşayı anlama yetilerini de köreltiyor.

Bu durumda karmaşanın kontrol edilmesi için felsefenin olanaklarına ihtiyaç var. Ama felsefeyi okullardan başlamak üzere, toplumsal alanda, dine tahvil ettiler.

Şimdi dünyayı anlamaları daha da zor olacak.

 

67661

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Sayfalar