Cumartesi Nisan 27, 2024

İNCİR YAPRAĞI GÖLGESİNDE 1 KASIM SEÇİMLERİ

Ülkemizde de, önümüzdeki 1 Kasım 2015’de yeniden parlamento seçimleri var. Ancak, burjuvazinin “demokrasi oyunu” içindeki bu seçim, başta Kürt ulusu olmak üzere, işçi sınıf ve emekçiler üzerinde devlet terörünün en üst sınırına çıkarıldığı bir “demokrasi” ortamı içinde yapılıyor. Ve buna ancak ve ancak; “İncir yağrağı gölgesinde yapılan bir seçim” denebilir. Bu da burjuvazinin “demokrasi” oyunun ayıbını örtmeye yetmeyecektir.

Gelen gideni aratır Bu söylem bir ilke değil, ama kapitalizm koşullarında bir gerçektir. Çünkü kapitalizm, iyiye doğru değil kötüye doğru gider. Her kapitalist yeniden üretim çelişmeleri de yeniden üreterek, toplumsal çelişmeleri artırıcı bir rol oynar ve burjuvazi, kendi iktidarını ayakta tutmak için, kitleler üzerindeki baskı ve sömürüyü artırır. Bu ikisi olmadan burjuvazinin, sömürü düzenini sürdürmesinin olasılığı ve üçüncü bir yolu yoktur. Baskı-sömürü sarmalı içinde sürdürülen sistem, daha şiddetli baskı ve daha ağır sömürü şeklinde devam eder. Toplumsal eşitsizliği işçi sınıfı aleyhine derinleştirirken, sınıflar arasındaki çatışmayı da keskinleştirir.

Burjuvazinin yönetimi altında kitlelerin sömürü ve baskıdan kurtulması mümkün değildir. Kapitalist sistemin tek ve kaçınılmaz alternatifi sosyalizmdir. Kitleler sosyalizm altında baskı ve sömürüden kurtularak gereçek kurtuluşlarını sağlayabilirler.

Burjuvazi her zaman sıkıştığında, çelişmeler derinleştiğinde, kaos ortamı arttığında ve ekonomik ve siyasal bunalım derinleştiğinde, çıkış yolu olarak; burjuva iktidarı altında bir başka burjuva partisini ya da burjuva liderini ortaya sürer. Oysa, burda kitleler açısından bir kurtuluş olmamış, tersine gelen gideni aratır olmuştur. Bu tür yöntemler, kapitalist sisteminin ömrünü uzatmak için kısmi çare olabilmiştir. Ancak, kitlelerin ekonomik ve siyasal sorunlarını çözme yerine, daha da derinleştirmenin ötesine geçememiştir. 

Burjuvazinin kitlelerin ekonomik ve siyasal sorunlarını çözme diye bir derdi de yoktur. Onun tek derdi, el koyduğu artı-değer oranını artırmak, sermayesini büyütmek ve işçi sınıfı karşısında kendini iktidarda tutan düzenini ayakta tutmaktır. Bunun için kitleler üzerinde her türlü şiddeti uygulamaktan kaçınmaz.

T.C. Cumhurbaşkanı Erdoğan, söz konusu bu zoru bütünüyle ele geçirdiği için iktidarı elinde tutabilmektedir. O, öncelikle orduyu, polisi, yargı mekanizmasını ve bürokrasiyi bütünüyle ele geçirmiş ve peşinden ise rakiplerine karşı ciddi bir üstünlük ele geçirerek, Türk devleti içinde söz sahibi olan tek yetkili duruma gelmiştir. Ne var ki, iktidara sahiplik, çatışmalı ve siyasal çalkantıları da güçlü bir şekilde içinde barındıran bir durum. Ve elbette ki, bu durum: Ne iktidar sahiplerine “huzur” veriyor ne de iktidarda olmayanlara. Özellikle iktidarı elinde bulunduranlar kızgın saç üstünde ortudukların bilinciyle hareket ediyorlar.

RTE,  iktidarda tek başına kalmak için şiddetin boyutunu artırmak durumundadır. Yasaları da buna göre oluşturmuştur. Örneğin polisin  yetkilerini en üst düzeye çıkarmış, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerini bütünüyle gasp etmiştir. Başta Kürt ulusu olmak üzere, tüm azınlıklara ve farklı din ve mezheplere sahip olan kesimlere karşı savaş açmıştır. Toplumsal kesim ve sınıfları ırkçılık ve dincilik cenderesi içinde birbirine boğazlatarak saltanatının ömrünü uzatma politikası izlemektedir.

RTE elbette tek başına değildir. Arkasında küçümsenmeyecek bir sermaye gücü vardır. Hem kendisi güçlü bir sermayeye sahiptir, hem de özellikle AKP iktidarı süresince palazlanan bir sermaye kesimi oluşmuştur. Ayrıca, “muhalif” sermaye kesimi de bu süreç içinde  küçülmemiş, tersine sermayelerini artırmışlardır. RTE’yi uzun bir süre ayakta tutanda bu yerli ve dış sermaye kesimleri olmuştur. Emperyalist sermaye, RTE’yi hala gözden çıkarmamıştır. Ne zamanki emperyalist ve yerli sermaye kesimlerin karlarında düşüş olacaktır, o zaman onun iktidarda kalma direncinin ekonomik ayaklarını hızla kesme yoluna gideceklerdir.

Türk burjuva ekonomisi son bir kaç yıldır baş aşağıya seyretmesine karşın ciddi bir kriz aşamasına gelmemiştir. Bu da RTE’nin arkasındaki sermaye güçlerinin hala desteğini almasına olanak sağlamaktadır. Ancak, Türk ekonomisinin baş aşağıya doğru gittiğini gösteren emarelerde giderek güçlenmektedir. 

AKP-RTE kliğinin gücünün zirveye ulaştığı dönem 2013 idi. Anacak, en güçlü olanların en zayıf oldukları süreçte aynı döneme rastlar. 2013 GEZİ (Haziran Ayaklanması), AKP iktidarını bir daha belini doğrultamayacak bir darbe vurdu. Söylem yerindeyse; domino taşının ilk taşına dokunan GEZİ oldu. Ondan bu yanada AKP kliği, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskıların boyutunu  artırarak iktidarda kalmaya devam ediyor.  Yolsuzluklar ve katliamlar onun üzerinde şekillendi. Eli kanlı bir diktatörün, saltanatı da kanlı olur. RTE’nin suçlarını, ileride burjuva kesimlerin tümü ne kadar uzlaşırlarsa uzlaşsınlar, onların mahkemeleri de bu suçların üstünü örtemezler. İşçi sınıfı ve emekçiler RTE ve siyasal çevresinin yakasını asla bırakmayacaktır.

RTE, kendinden olmayan ve kendini gözü kapalı desteklemeyen herkese karşı savaş açmıştır. Burjuva liberallerinin eleştirilerini dahi kaldıracak durumda değildir. Bu onun hem son çırpınışı hem de real gücünün artık olmadığının kanıtıdır. Devlet şiddeti, terörü ve devlet katliamlarıyla ayakta kalabileceğini umuyor. Ancak yanılıyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi onu mutlaka ama mutlaka yıkacaktır. Onu kanlı-kirli saltanatından edecek tek güçte esas olarak bu sınıflardır.

RTE, AKP’nin önümüzdeki 1 Kasım seçimlerinde de hükümeti kuracak çoğunlu alamayacağını görüyor. Bu nedenle de başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere tüm devrimci-demokrat güçlere karşı vahşice saldırmaktadır. HDP’yi terörize etmeye çalışırken, Kürtler üzerinde ki baskı ve şiddetin boyutunu da her geçen gün artırıyor. PKK’ya fazla darbe vuramayacağını bilmesine karşın, en azından HDP’yi baraj altında bırakmak ve de Kürdistan’da kitleleri sandığa gidemez duruma getirmek istiyor.

Burjuvazi bir taraftan “demokrasicilik” oynarken, bir taraftan da savaş çığırtkanlığı yapmaktadır. RTE’nin işaretiyle, “Teröre Hayır Kardeşliğ Evet"  mitingleri, bütün egemen sınıf kliklerinin nasıl bir “demokrasi”den yana olduklarınında göstergesi olmuştur. Kürt düşmanlığında egemen sınıfların bütün kesimleri birleşmiştir. Oysa, Kürtlerin mücadelesi demokratik bir mücadeledir. Sözcü çevresi ile Akit çevresini Kürt düşmanlığında aynı bayrak altında birleştirmiştir.

Kitle hareketleri, demokratik hak ve özgürlükler için mücadele  geliştikçe, devlet törörüde o oranda artmakta ve hatta daha ileri gitmektedir. Suruç katliamı Erdoğan’nın bilgisi dahilinde yapılan bir katliamdır. Bu katliam tüm devrimci ve ilerici kesimlere yapılan bir tehditti. Aynı şekilde Kürdistan il ve ilçelerinin kuşatılması, sokağa çıkma yasakları ve silahsız kitlelerin bombalanması, devletin Kürt ulusuna karşı açıktan savaşıdır. Ve bu savaşın gölgesinde yapılan bir  burjuvazinin “demokrasi seçimi”ni, incir yaprağı dahi örtmeye yetmeyecektir.

1 Kasım seçimleri’nden hemen sonra da Erdoğan yerinden oynamayacaktır. Kamuoyu yoklamalarına bakılırsa, bu seçimlerin sonucunun da bir önceki  seçim sonucu gibi olacağı belli. Bu durumda devleti ele geçiren Erdoğan, 7 Haziran Seçimleri sonrası yürüttüğü politikayı gündemde tutmaya özel bir çaba harcayacaktır. O, seçimlere önem verdiğinden değil, seçimleri AKP kazanırsa, iç ve dış kamuoyu karşısında kendini “yasal diktatör” ilan etmesinin rahatlığı içinde olacağındandır. Ancak, Erdoğan’ın imdadına yine MHP ve CHP yetişecek ve uzlaşma seneryolarıyla kitleleri oyalamaya çalışacaklarıda bir gerçektir.

Erdoğan’ın düşündüğünün tersine, Kürtlere açtığı savaş ve topyekün saldırı politikası, toplumda ırkçılığı ve şovenizmi artırma ve ötekileştirme taktikleri; ona, diktatörlüğünü sağlamlaştırma ve saltanat ömrünü uzatma olanağı vermeyecektir. Kürt Ulusal hareketi ve tüm devrimci-demokrat güçlerin ortaklaşa mücadelesi, onu çok güvendiği saltanat sarayından indirecektir.

Ancak, istediği sonucu alamayacağı açık olan Erdoğan’ın, devlet terörünü daha da artıracağı kesin. Bu da, daha büyük bir çıkmaza götürecek ve kendi yarattığı terör içinde boğulacaktır.

Burada liberal demokratlara, yani “burjuva demokrasisine” ve de kapitalizme inanan kesimlere bir çift söz  söylemek gerekiyor. Sizlerin göklere çıkardığınız kapitalist sistemde; “tarafsız(!) yüce mahkemeler”, “yüce adalet”, “yüce ordu”, “can güvenliğinden sorumlu polis”, “insan hakları”, “demokrasi”, “ifade, vicdan ve din özgürlüğü” ve daha nice “yüceleriniz” bir gecede bir diktatör tarafından kolayca çöpe atılabiliyor. Tek dokunulmayan ve elinize verilen şey: “hür teşebbüs” oluyor. Böylece, ellerine sopa verilip sokaklara salınan “bindirilmiş kıtalarlarla” uykuya yatma “özgürlüğü”yle başbaşa kalıyorsunuz...

 Erdoğan vb. faşist diktatör soytarılarını yaratan emperyalist-kapitalist sistemdir. Bu sistem varolduğu sürece hiç bir zaman “yumuşak rüya” göremeyeceksiniz.  Bir gün uyandığınız da 27 Mayıs’lar, 12 Mart’lar, 12 Eylül’ler,  27 Şubat vb.lerini sıkça gördüğünüz gibi, Erdoğan gibi birisinden “demokrat” yaratmak ta ancak ve ancak sizin gibi burjuva meta ekonomisinin liberal ideolojik manipülasyon aracı haline dönüşmüş olanlara nasip olabiliyor. Türk burjuvazisinin 1923-1960 arası ne haltlar işlediği açık. Onu buraya almaya gerek yoktur. Bu nedenle, burjuva sistemini yağlamaktan vazgeçin. Bırakın işçiler ve emekçiler burjuvaziyi daha net görebilsinler ki, yeryüzü cennete dönüşebilsin.

23.09.2015

42050

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Sayfalar