Pazar Nisan 28, 2024

Hrant Dink’i Ermeni Soykırımının 100. Yıl Dönümünde Anmak!

Anadolu halklarının bin yıllık düşünün, kardeşliğin sesiydi o. Özgürlüğün sesiydi. Ve karanlığın efendileri, 19 Ocak 2007’ de, güpegündüz yol üstünde öldürdüler onu. Ölümüyle bile ses oldu, göz oldu, dil oldu. Ölümüyle bile yürek oldu. Nice yıllar geç- ti aradan, adalet görünmedi şafakları ay- dınlatmak için. Sürüp giden mahkeme bir komediye dönüştü. Tetiği çeken yakalanıp, yaşı küçültülerek çocuk suçlu uygulaması- na sokularak cezalandırılsa da, cinayeti organize edenler, henüz özgür.

Hrant Dink 19 Ocak 2007’de katledildi. Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden tam 8 yıl geçti. Bu katliamın politik ve tarihsel nedenlerini kapatmak için Türk devleti adeta meseleyi basit bir krıminal olaya çevirmeye çalıştı. Bugünden geriye doğru baktığımız da Hrant Dink davasının ele alınışı tam anlamıyla geleneksel Türk devlet yapısını karakterize etmektedir. Hrant Dink’in katledilmesi adeta egemen sınıfların bir biriyle olan kavgasının bir argümanına dönüşmüş durumda. Bu ele alış, mesele üzerinde zengin bir manipülasyon ve kafa karışıklığı yaratma zemini de oluşturmaktadır.

Devletin Ermeni Düşmanlığına Eklediği Son Halka: Hrant Dink!

Hrant Dink’in katledilmesinde en küçük bir gizlilik kuralı dahi yoktu. Hatta ortaya çıkan telefon kayıtlarında güvenlik yetkilileri tetikçinin teslim olma biçiminin ve öldürmenin bu şekilde olmayacağını dahi ifade etmektedirler. Bu “operasyonun” Talat Paşa suikastı gibi olması tasarlanmıştı. Suikastçı Hrant’ı yakın mesafede tam ensesinde vuracak ve vurduğu yerde teslim olacaktı. Ama öyle olmadı. Mesaj bu şekilde eksik ve sınırlı verilmiş oldu. Kısa zamanda tetikçi ve onun dar çevresi gözaltına alındı ve tutuklandı. Dönemin yetkilileri bunun milli bir duyarlılıkla bir grup gencin işi olduğunu apar topar ifade etti. Ama bununla yetinilmedi Ogün Samast’ın bir yanında asker diğer yanında polisle ellerinde Türk bayrağı ile çektirilen fotoğraf ve “vatan toprağı kutsaldır kaderine terk edilemez” arka fonlu bir başka fotoğrafta medyaya servis edildi. Böylece Hrant’ın katledilmesine dair tarihsel ve politik mesajların ilki verilmiş oldu.

Suikastın oluş biçimi, nedenleri ve genel panoraması çok açık ve nettir. Hrant’ın katledilmesi noktasında tüm devlet kademesinde zımni bir mutabakat sağlanmıştır. Bu katliam için politik iklimi bizzat meclisteki faşist partiler ve onların medyası yaratırken, tetiği çekmeye dünden hazır olan Özel Kuvvetler soyunmuş ve onları pusuya düşürmek için hazır bekleyen dönemin Hükümeti ve onun içindeki tüm klikler de buna göz yummuştur. Böylece devletin bir kliğinin tetikçiliğine diğer kliği nezaret ederek katliam gerçekleşmiş oldu. Kuşkusuz bu katliam devletin yeniden kendini organize etmesi için sürdürdüğü arayışın oluşmasında ciddi bir politik iklim de yarattı. Bu iklimin oluşması için AKP ve Gülen Cemaati’nin özel ve sinsi bir çabası ve planı olduğundan hiç kuşku duymamak lazım.

Devlet Kendini Restore Ederken Yine Ermeniler Kullanıldı!

Hrant’ın ölüsü klik kavgalarında bir manivela olmuş Türk egemenleri tarafından pinpon topu gibi oradan oraya geçen bir oyuna çevrilmiştir. Bu durum hala devam etmektedir. Düne kadar Ergenekon bağlantıları öne çıkarken, bugün “paralel yapı” polisleri ile bağlantılandırılıyor. Tetikçiler dönemin ruhu neyi gerektiriyorsa ona göre ifadeler verecek şekilde yönlendiriliyor.

Hrant’ın katledilmesinden hemen sonra AKP’de temsiliyetini bulan kliğin uzun soluklu ön çalışmasını yaptığı Ergenekon operasyonları ile TSK’nın dizayn edilmesi zemini yakaladığı görülmüştür. 4 Mayıs 2007’de dönemin genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt ile Tayyip Erdoğan ünlü Dolmabahçe görüşmesini gerçekleştirir. Bu görüşmede ne türden pazarlıklar yapıldığı bir sır gibi gözükse de gelişmeler bunu bir sır olmaktan çoktan çıkartmıştır. Bu görüşme sonrası Hrant Dink davasının seyrinin değiştiği, savcıların meselenin arka planını açığa çıkarma iştahlarının birden sönümlendiği de bilinmektedir. Genel kanı Ergenekon operasyonlarına dair kapsam ve boyutun tartışıldığı ve ortak bir çerçeve oluşturulduğu yönlüdür. Tayyip Erdoğan’ın Hrant Dink’in katledilmesi üzerinden özel kuvvetlerin kalbine kadar inileceğine dair tehditler savurduğunu düşünmemek için hiçbir neden yoktur. Yapılan anlaşmanın devletin yeniden yapılandırılması ve bunun olabildiğince yumuşak olması eksenindedir. Hrant Dink’in katledilmesinin bu noktada güçlü bir araca dönüştürüldüğü de açıktır. Ancak olan şey yeniden yapılandırmada yakalanan ortaklık karşısında Hrant Dink’in katledilmesinin olabildiğince üstünün örtülmesi ve sığlaştırılması olmuştur. Devlet aklı ve onun tarihsel-politik çıkarları devletin yeniden restore edilmesinin daha az şiddetle gerçekleşmesinde uzlaşmıştır.

Türk Devletinin Siyasal Gericiliğinin Harcındaki Kan!

 Bugün şu tarihsel analojiyi (benzerliği)   yapabiliriz. 1915 Ermeni soykırımı tekçi, faşist uluslaşma sürecinin ilk, en kanlı, vahşi aracı olarak kullanılmıştır. Ermeniler bire kadar kırılmış ve homojen Türk uluslaşma serüveninin önündeki en önemli engellerden biri kaldırılmıştır. Aynı süreçte Ermeni toplumu ile yakın ilişkileri olan Süryani, Nasturi ve Asuri topluluklarda benzer bir soykırım politikasına uğramıştır. Devamı ise kesintisiz sürmüştür. Önce Pontus-Rum toplumu “ulusal bağımsızlık mücadelesi” adı altında katliama tabi tutulmuş, sonrasında mübadele adı altında Rumlar topraklarından sürülmüş ve Müslüman olmayan topluluklardan arındırılmıştır. Türk uluslaşması bu harcına Kürt ulusunun canı ve kanını da tarihsel süreç içinde eklemiştir. Genç cumhuriyet siyasal gericiliğini ve toplumsal yapının şovenleşmesinde doymak bilmez iştahını sürdürmüştür. Bir avuç Müslüman olmayan topluluklara karşı katliam, sürgün işkence politikasını; Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları ile devam ettirmiştir. Türk devleti bir nevi faşist kimliğinin harcını bu soykırım üzerinden inşa etmiştir. Bunu sonrasında da Türk olmayan tüm toplum katmanlarına karşı kararlı bir şekilde sürdürmüştür. Evet AKP ile devletin yeniden organize edilmesi sürecinde bu defa yine mazlum Ermeniler bir manivela olarak kullanılmıştır. Bu defa kurban olarak, zaten “numunelik” düzeyde bulunan Ermenilerin en güçlü temsilcisi seçilmiştir.

Kesinlikle şunu söyleye biliriz: Hrant Dink’in katledilmesi Ermeni soykırımının tarihsel ve politik bir devamı niteliğindedir. Bu yanıyla Ermeni soykırımı sadece tarihsel haksızlık sınıflandırmasına sokulamayacak kadar güçlü siyasi ve sosyal etkilere sahiptir. Hrant Dink’in katledilmesi ise Ermeni soykırımının tarihsel bir haksızlıktan öte devam eden bir politik süreç olarak açığa çıktığı bir gelişme olmuştur. Toplumsal ve siyasal yapının şekillenmesinde, kendini yeniden üretmesinde ve ulusal barışın sağlanmasında önemli bir unsur olarak görülmelidir Ermeni meselesi. Siyasal rejimin faşist karakteri, toplumsal yapının şoven niteliğinde en etkili sosyal-politik meselelerden birisidir. Hrant Dink’in katledilmesi en başta bunun en açık ve berrak göstergesi olmuştur.

Mazlum Ermeni ulusuna ve halkına yönelik Osmanlı’dan cumhuriyete uzanan bir katliam, baskı ve sindirme politikası uygulanmıştır. Hamidiye Alayları’nın kılıçlarından, onlarca Ermeni devrimcinin darağaçlarında sallandırılmasına, 1915’de organize ve planlı soykırıma uzanan bir katliam ve imhaya tabi kalmıştır. Bununla sınırlanmamış Ermeni olmanın suç olduğu, toplumsal yapıda küfür sayıldığı bir ideolojik ve politik düşmanlık kültürü de oluşturulmuştur. Toplumsal yapıdaki en gerici, en bağnaz, en aşağılık şovenizm bu kimliğe düşmanlık üzerinden üretilmiştir. Hem en barbar katliamlara maruz kalmış hem de ulus kimliği hala aşağılanan bir haksızlığa uğramıştır.

Tarihsel Haksızlık Yanında Güncel Politik Bir Mesele Olarak Ermeni Meselesi!

Türkiye devrimci hareketinin komünist önderi, İbrahim Kaypakkaya yoldaş devrim  cephesinde bu haksızlığa ve gericiliğe karşı güçlü bir karşı çıkış ve tarihsel bir tavır alarak sorunun toplumsal ve tarihsel önemine dair bir kavrayış oluşturmuştur. Bu konumlanış mazlum Ermeni halkının evlatlarında da yankısını bulmuştur. Uğradıkları  tarihsel haksızlığa karşı öfkelerinii komünist çizgiyle kaynaştırarak Kaypakkaya çizgisinde örgütlenmişlerdir. Armenak Bakırcıyan (Orhan Bakır), Nubar Yalım, Manuel Demir gibi Ermeni Komünist ve devrimciler bu çizginin yönelimine girerek Komünizm ve devrim davasında şehit düşmüşlerdir. Bunun yanında birçok Ermeni, Kaypakkaya çizgisinde örgütlenmiş ve sınıf mücadelesine katılmıştır.

Hrant Dink’te bir dönem Kaypakkaya çizgisine yönelmiş ve onun bir parçası olmuştur. Hrant Dink son dönemlerinde bu meseleyi ele alırken sorunun tarihsel haksızlık içeren karakterini ve bu bağlamda hesaplaşılması gereken yanını tamda komünist çizgiden beslenen demokratik bir tutumla ortaya koymuştur. O sorunu salt Ermeniler cephesinden değil, Türk toplumsal yapısının şovenizmden ve gericilikten arınması temelinde ele almayı tercih etmiştir. Bu tutumu ve yaklaşımıyla  önemli bir  değere de sahiptir bizim açımızdan.

Ermeni soykırımına yaklaşım sadece tarihsel bir haksızlık olarak ele alınıp “kınanacak” bir olgu değildir. Aynı zamanda egemenlerden hesap sorulacak, toplumsal yapının genlerine kodlanmış şovenizmden arınmada mücadele konusu yapılacak özgül ağırlığı olan bir meseledir.

Soykırım ve Hrant Dink’in katledilmesi arasında ki bu tarihsel ve politik bağ devrimci, demokrat ve komünistler tarafından görülmeli ve tutum alınmalıdır. Hrant Dink’in katledilmesi aynı zamanda soykırım karşısında,  Türk egemen sınıfların güncel politik bir duruşununda ifadesi olarak görülmelidir.

Soykırımın 100. Yıl dönümüne girilirken bu soykırımı inkar ve yok saymakla sınırlı kalmayan Hrant’ın katledilmesinde görüldüğü gibi bu suçun devam ettirilmesinde ısrar eden bir Faşist Türk egemen zihniyeti vardır. Hrant Dink’in katledilmesinin hesabını sormak, devletle bu eksende hesaplaşmak bunun mücadelesine tutuşmak aynı zamanda Soykırımla hesaplaşmak anlamına gelmektedir. Hrant Dink’in katledilmesi bu açıdan sıradan değil, yüzlerce yıllık tarihi arka planı olan bir düşmanlığın ve sorunun devamıdır.


80173

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar