Cumartesi Mayıs 25, 2024

Haydar Mecit öldü mü? Deniz Faruk Zeren

Aynanın kırıldığı yerde suretler indi yeryüzüne.

İnsanın kırıldığı yerde ayetler.

O ne bir suret, ne de ayettir. Ne mitolojik bir öğe, ne nostaljik bir iç geçirme, ne de anılarına sığınılacak bir tatmin aracıdır.

O yaşayan, canlı, yürüyen, gören, bilen, anlayan, büyüyen, durmadan üreten bir gerçekliktir.

Çünkü inandığı bilim ve o bilimle ürettiği düşünceleri ve o düşüncelerle, canıyla, teriyle yeri geldiğinde kanıyla kurduğu, yürüttüğü ve koruduğu organizma yaşamaktadır.

Doğruların dili birdir. O doğrular yaşamaktadır. Bundan da öte o doğrulardan yeni doğrulara ulaşılabilmektedir. O’nun hayattaki karşılığı budur. Bu yüzden mit değildir, nostalji değildir…

Ancak kocaman bir “ah” tır. En sevgilinin diri göğsüne çöken kocaman bir ‘ah’! Yel dağı kadar büyük, Fırat kadar uzun, Karadeniz kadar derin bir ‘ah’ !

Çünkü halen paramparça edilerek katledilmesinin üzerinden otuz dokuz yıl geçmiş olmasına rağmen katilleri açığa çıkarılamadı. Sorular sorulamadı, yanıtlar alınamadı. Hesaplar sorulamadı.

Bundan da azade, halen onun mücadelesi hak ettiği, olması gereken yerde, düzeyde değil, çünkü halen onunla ilgili söz söylemek yasak ve bundan birinci derecede biz ardılları, giderek düşünce ve eylemdeki dostları ve en genel anlamda devrimci hareket sorumludur. Sorumlu olmak bir yana sol içinde örtülü, adı konulmamış bir sansüre, göz ardı edilmeye maruz kalan bir gerçeklik olmasından dolayı da konunun muhataplarının yüzünü kızartan, kızartması gereken bir olgudur.

İsmail’den bahsediyoruz. Haydar Mecit’ten. İbo’dan, İbrahim Kaypakkaya’dan!

12 Mart Faşist Cuntası’nın kol gezdiği, devrimci önderliğe ve hareketlere yönelik “sürek avı” na giriştiği günlerde o,İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Dersim, Siverek, Çorum, Trakya vb vb iller, bölgeler arasında sürekli bir “seyahat” halindedir. Ve sıkıyönetim tarafından aranmasına rağmen o yollarda yakalanmaz. Çünkü işçi İsmail’den, köylü Haydar Mecit’ten, Çorumlu İbo’dan, Siverekli gençten ayırt edilir bir özelliği, göze çarpan bir yanı, farklılığı yoktur. Bu gösterişsiz, sade halktan adamı alıp ne yapsın sıkıyönetimin kovalayıcıları.

Farklı değildir. Bizdendir, içimizdendir. Ama en içimizden, en derinimizdendir. Onlar en derinlerimizi göremezler. En derinimizde saklı ışığı bilemezler. En derinimizde parlayan en gizli aşkı anlayamazlar. Ama bunun için o duruluğa, o sadeliğe, o “halk deryası içinde balık olma” haline erişmek gerekmektedir. Sınıfının insanı olmak denir buna. İbrahim Kaypakkaya bunun için özel bir çaba harcamış sayılmaz. O zaten halkının, sınıfının içinde doğup büyümüş, orda yetişmiş ve sırtını giderek onun deneyimlerine yaslamıştır.

Ama o dağ başlarında, su yataklarında, kaya diplerinde dizinin üzerine yerleştirdiği deftere yazdıklarıyla, bilincinden damıttığı düşünceleriyle önderleşmiş, farklılaşmıştır ve bu farklılaşmayı sınıf ve halkla buluşturmasını bilmiştir.

Bütün giz burada saklı.

Bütün eylem burada!

O yalnızca amansız işkenceler altında ser verip sır vermemesi ile değil anılacaksa bu yönüyle de anılmalı, örnek alınacaksa bu yönüyle de örnek alınmalıdır. Cumhuriyet tarihinin sol için de tabu olan meselelerine soğukkanlılıkla ve duru bir bilinçle, korkusuzca yönelmiş ve onları deyim uygunsa hallaç pamuğu gibi atmışsa, atmasını bilmişse sınıfından ve halkından, kendisini sorumlu gördüğü halklarının tarihinden beslenmesini bildiğindendir.

“Bunlar bilindik şeyler” denilebilir. Karanfil de kızıl bu da hep bilinen bir şey! Ama sözümüz karanfilin kızılından bıkmayanlaradır!

Sözümüz kızıldan bıkmayanlaradır!

Sözümüz kızıldan korkmayanlaradır!

Vartinik baskınından sonra işbirlikçi bir öğretmenin ihbarı sonucu ağır yaralı, aç susuz, yorgun ve bitkin halde cellatların eline geçtiğinde Fehmi Altınbilek adlı kontr-gerilla şefi kendisine, “Vartinikten kurtuldun. Biz seni Haydar Mecit sanmıştık. Maceran buraya kadarmış İbrahim Kaypakkaya” dediğinde dudağının kenarında beliren ince, manalı gülümsemeyi yüreğinin üzerinde hissedenlere sözümüz.

Haydar Mecit sanmışlardı evet. Aslında yanılmamışlardı. Haydar Mecit’ti o. Her yoksul hanede yaşayan, her karış toprağı işleyebilen, her fabrikada çalışabilen Haydar Mecit’ti. Vartinik’te Haydar Mecit’i öldü sanıp oracıkta bırakıp İbrahim Kaypakkaya’nın peşine düşmüşlerdi. Haydar Mecit, onlar koşturup uzaklaştıktan sonra içinde tuttuğu nefesini salarak, kimbilir belki de oracıkta vurulup kalan Ali Haydarın alnından öperek ağır aksak, yaralı ve aç uzaklaştı oradan.

İbrahim Kaypakkaya düşüncelerinden taviz vermeden ölümsüzleşmesini bildi!

Haydar Mecit ölmedi zaten. Öldürülemez. Milyonlarca yaşıyor aramızda! Her işçi, her köylü, her işsiz ve her aç, evsiz birer Haydar Mecit değil midir?

Macera yeni başlıyordu asıl! Asıl macera yeni başlıyor! Her gün yeniden başlıyor macera! Bunu bilmiyor cellatları! Bilseler de bilmezlikten geliyorlar. Bilmezlikten geliyorlar! Başka çareleri mi var?

Bizi onu sevmekten, onu izlemekten, onu anlamaktan korkutmaya çalışıyorlar. Ne acayip buluş! Bizi onun resmini taşımaktan mezarına uğramaktan, adını anmaktan, ona şiir yazmaktan, şarkı söylemekten, resim yapmaktan yıldırmaya çalışıyorlar! …

Yazık size!

Onun yolunu izlememizden, düşüncelerini büyütmemizden, yaymamızdan korkuyorlar esasta! Belli ki bizden çok ondan korkuyorlar!

Bizden de korksunlar!

O yüzden daha fazla büyütelim onun yürüdüğü patikayı.

Daha fazla söz söyleyelim.

Daha fazla şiir, şarkı, resim, sinema anlatı olalım… Daha fazla eylem olalım!

Daha fazla soru olalım! Çıkıp her yerde soralım İbrahim Kaypakkaya’nın katilleri nerde ve kimler? İbrahim Kaypakkaya’nın cezaevindeki hücresinden alınıp katledilmesini emrini kimler verdi? Her başat kontr-gerilla faaliyetinin altından izi çıkan Fehmi Altınbilek nerede? Şimdi hangi görevde faal olarak çalışıyor? İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin emrini verenler arasında emperyalist gizli servisler var mı? Soralım. Halkın ve sınıfın adaleti yerine gelene kadar soralım!

En başa dönerek; aynanın kırıldığı yerde suretler indi yeryüzüne. İnsanın kırıldığı yerde ayetler!

Ne surete ne ayete muhtacız. Yüreğimizde kanayan ince kırmızı bir çizgi var. O çizgiye sarılıyoruz. O çizgiyle yürüyoruz. O çizgiyle büyümek istiyoruz. Anlamak ve anlam katmak istiyoruz. Değişmek ve değiştirmek. Görmek ve görünebilir kılmak. Sevmek ve sevilebilir olmak! Hepsi bu!

Onun için diyoruz:

Kalem kağıt ve yapayalnız gizli bir ağıt

Ve düğmelerinin altında saklı pespembe etin

Buyururlar ki onun için

Ser da sır ne da!

Ve toprağı sürdükten tohumu serptikten

Suyu verdikten sonra

Xatırê şıma!

Yarılan ekmeğin buğday kokusu der ki

Bakma gizlenmeye çalışıldığına

Ben ondan gelirim!

 

Deniz Faruk Zeren

 

56439

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Sayfalar