Cumartesi Mayıs 18, 2024

Haydar Mecit öldü mü? Deniz Faruk Zeren

Aynanın kırıldığı yerde suretler indi yeryüzüne.

İnsanın kırıldığı yerde ayetler.

O ne bir suret, ne de ayettir. Ne mitolojik bir öğe, ne nostaljik bir iç geçirme, ne de anılarına sığınılacak bir tatmin aracıdır.

O yaşayan, canlı, yürüyen, gören, bilen, anlayan, büyüyen, durmadan üreten bir gerçekliktir.

Çünkü inandığı bilim ve o bilimle ürettiği düşünceleri ve o düşüncelerle, canıyla, teriyle yeri geldiğinde kanıyla kurduğu, yürüttüğü ve koruduğu organizma yaşamaktadır.

Doğruların dili birdir. O doğrular yaşamaktadır. Bundan da öte o doğrulardan yeni doğrulara ulaşılabilmektedir. O’nun hayattaki karşılığı budur. Bu yüzden mit değildir, nostalji değildir…

Ancak kocaman bir “ah” tır. En sevgilinin diri göğsüne çöken kocaman bir ‘ah’! Yel dağı kadar büyük, Fırat kadar uzun, Karadeniz kadar derin bir ‘ah’ !

Çünkü halen paramparça edilerek katledilmesinin üzerinden otuz dokuz yıl geçmiş olmasına rağmen katilleri açığa çıkarılamadı. Sorular sorulamadı, yanıtlar alınamadı. Hesaplar sorulamadı.

Bundan da azade, halen onun mücadelesi hak ettiği, olması gereken yerde, düzeyde değil, çünkü halen onunla ilgili söz söylemek yasak ve bundan birinci derecede biz ardılları, giderek düşünce ve eylemdeki dostları ve en genel anlamda devrimci hareket sorumludur. Sorumlu olmak bir yana sol içinde örtülü, adı konulmamış bir sansüre, göz ardı edilmeye maruz kalan bir gerçeklik olmasından dolayı da konunun muhataplarının yüzünü kızartan, kızartması gereken bir olgudur.

İsmail’den bahsediyoruz. Haydar Mecit’ten. İbo’dan, İbrahim Kaypakkaya’dan!

12 Mart Faşist Cuntası’nın kol gezdiği, devrimci önderliğe ve hareketlere yönelik “sürek avı” na giriştiği günlerde o,İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Dersim, Siverek, Çorum, Trakya vb vb iller, bölgeler arasında sürekli bir “seyahat” halindedir. Ve sıkıyönetim tarafından aranmasına rağmen o yollarda yakalanmaz. Çünkü işçi İsmail’den, köylü Haydar Mecit’ten, Çorumlu İbo’dan, Siverekli gençten ayırt edilir bir özelliği, göze çarpan bir yanı, farklılığı yoktur. Bu gösterişsiz, sade halktan adamı alıp ne yapsın sıkıyönetimin kovalayıcıları.

Farklı değildir. Bizdendir, içimizdendir. Ama en içimizden, en derinimizdendir. Onlar en derinlerimizi göremezler. En derinimizde saklı ışığı bilemezler. En derinimizde parlayan en gizli aşkı anlayamazlar. Ama bunun için o duruluğa, o sadeliğe, o “halk deryası içinde balık olma” haline erişmek gerekmektedir. Sınıfının insanı olmak denir buna. İbrahim Kaypakkaya bunun için özel bir çaba harcamış sayılmaz. O zaten halkının, sınıfının içinde doğup büyümüş, orda yetişmiş ve sırtını giderek onun deneyimlerine yaslamıştır.

Ama o dağ başlarında, su yataklarında, kaya diplerinde dizinin üzerine yerleştirdiği deftere yazdıklarıyla, bilincinden damıttığı düşünceleriyle önderleşmiş, farklılaşmıştır ve bu farklılaşmayı sınıf ve halkla buluşturmasını bilmiştir.

Bütün giz burada saklı.

Bütün eylem burada!

O yalnızca amansız işkenceler altında ser verip sır vermemesi ile değil anılacaksa bu yönüyle de anılmalı, örnek alınacaksa bu yönüyle de örnek alınmalıdır. Cumhuriyet tarihinin sol için de tabu olan meselelerine soğukkanlılıkla ve duru bir bilinçle, korkusuzca yönelmiş ve onları deyim uygunsa hallaç pamuğu gibi atmışsa, atmasını bilmişse sınıfından ve halkından, kendisini sorumlu gördüğü halklarının tarihinden beslenmesini bildiğindendir.

“Bunlar bilindik şeyler” denilebilir. Karanfil de kızıl bu da hep bilinen bir şey! Ama sözümüz karanfilin kızılından bıkmayanlaradır!

Sözümüz kızıldan bıkmayanlaradır!

Sözümüz kızıldan korkmayanlaradır!

Vartinik baskınından sonra işbirlikçi bir öğretmenin ihbarı sonucu ağır yaralı, aç susuz, yorgun ve bitkin halde cellatların eline geçtiğinde Fehmi Altınbilek adlı kontr-gerilla şefi kendisine, “Vartinikten kurtuldun. Biz seni Haydar Mecit sanmıştık. Maceran buraya kadarmış İbrahim Kaypakkaya” dediğinde dudağının kenarında beliren ince, manalı gülümsemeyi yüreğinin üzerinde hissedenlere sözümüz.

Haydar Mecit sanmışlardı evet. Aslında yanılmamışlardı. Haydar Mecit’ti o. Her yoksul hanede yaşayan, her karış toprağı işleyebilen, her fabrikada çalışabilen Haydar Mecit’ti. Vartinik’te Haydar Mecit’i öldü sanıp oracıkta bırakıp İbrahim Kaypakkaya’nın peşine düşmüşlerdi. Haydar Mecit, onlar koşturup uzaklaştıktan sonra içinde tuttuğu nefesini salarak, kimbilir belki de oracıkta vurulup kalan Ali Haydarın alnından öperek ağır aksak, yaralı ve aç uzaklaştı oradan.

İbrahim Kaypakkaya düşüncelerinden taviz vermeden ölümsüzleşmesini bildi!

Haydar Mecit ölmedi zaten. Öldürülemez. Milyonlarca yaşıyor aramızda! Her işçi, her köylü, her işsiz ve her aç, evsiz birer Haydar Mecit değil midir?

Macera yeni başlıyordu asıl! Asıl macera yeni başlıyor! Her gün yeniden başlıyor macera! Bunu bilmiyor cellatları! Bilseler de bilmezlikten geliyorlar. Bilmezlikten geliyorlar! Başka çareleri mi var?

Bizi onu sevmekten, onu izlemekten, onu anlamaktan korkutmaya çalışıyorlar. Ne acayip buluş! Bizi onun resmini taşımaktan mezarına uğramaktan, adını anmaktan, ona şiir yazmaktan, şarkı söylemekten, resim yapmaktan yıldırmaya çalışıyorlar! …

Yazık size!

Onun yolunu izlememizden, düşüncelerini büyütmemizden, yaymamızdan korkuyorlar esasta! Belli ki bizden çok ondan korkuyorlar!

Bizden de korksunlar!

O yüzden daha fazla büyütelim onun yürüdüğü patikayı.

Daha fazla söz söyleyelim.

Daha fazla şiir, şarkı, resim, sinema anlatı olalım… Daha fazla eylem olalım!

Daha fazla soru olalım! Çıkıp her yerde soralım İbrahim Kaypakkaya’nın katilleri nerde ve kimler? İbrahim Kaypakkaya’nın cezaevindeki hücresinden alınıp katledilmesini emrini kimler verdi? Her başat kontr-gerilla faaliyetinin altından izi çıkan Fehmi Altınbilek nerede? Şimdi hangi görevde faal olarak çalışıyor? İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin emrini verenler arasında emperyalist gizli servisler var mı? Soralım. Halkın ve sınıfın adaleti yerine gelene kadar soralım!

En başa dönerek; aynanın kırıldığı yerde suretler indi yeryüzüne. İnsanın kırıldığı yerde ayetler!

Ne surete ne ayete muhtacız. Yüreğimizde kanayan ince kırmızı bir çizgi var. O çizgiye sarılıyoruz. O çizgiyle yürüyoruz. O çizgiyle büyümek istiyoruz. Anlamak ve anlam katmak istiyoruz. Değişmek ve değiştirmek. Görmek ve görünebilir kılmak. Sevmek ve sevilebilir olmak! Hepsi bu!

Onun için diyoruz:

Kalem kağıt ve yapayalnız gizli bir ağıt

Ve düğmelerinin altında saklı pespembe etin

Buyururlar ki onun için

Ser da sır ne da!

Ve toprağı sürdükten tohumu serptikten

Suyu verdikten sonra

Xatırê şıma!

Yarılan ekmeğin buğday kokusu der ki

Bakma gizlenmeye çalışıldığına

Ben ondan gelirim!

 

Deniz Faruk Zeren

 

56407

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Sayfalar