Perşembe Mayıs 23, 2024

Hayastan’ın Yiğit Kadınlarından, Meryem Ana’ya… H.GÜRER

Anılar güzeldir! Ve bir o kadar da özel! Anılar özneldir! Yaşanan olaylarda! Anı’lar, kişilerde bıraktığı anlama, öneme, algılanışa göre de biçimlenir ve yorumlanır! Aynı olayı ve an’ı yaşayanlar tarafından aynı algılanmayı ve yorumlanmayı sağlamaz! Aynı değerlendirmelere ve ifadelere kavuşmaz… Çünkü aynı an’ı ve olayı yaşayan farklı kişiler, farklı öyküler anlatır!.. Bunun için anı’larımı yazmaktan hep kaçınmışımdır.

Kendisini çok iyi tanımadığınız, değişik koşullarda farklı paylaşımlar yaşamamış ve sınırlı zaman aralığına sıkıştırdığınız paylaşımlardan ibaretse anılarınız, aslında siz kendinizi anlatıyorsunuzdur!

Kendisi ile oğlu Armenak’ın belgesel çekimleri için gittiğimiz Stocholmda tanıştığım, ve son dönemerine tanıklık ettiğim, kayıtlara aldığımız Meryem ananın belleğimde yarattıklarını anımsayarak yazıyorum! Yazıyorum, unutmamak için! Çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz…

Uzun süredir hazırlıkları yapılan Armenak Bakırciyan (Orhan Bakır) belgesel çalışması için, ailesi ile görüşüp tanıklıklarını kayıt altına almak için Stocholm’de 2014′ün Haziran başlarında üç arkadaş buluştuk. Önce Armenak’ın annesi Meryem ana ile, ardından kardeşleri ile çekimlerimizi yaptık.

Meryem ana,  yaşının, ama esasta da hayatı boyunca yaşadıklarının ağır ve vakur ifadesi ile karşıladı bizi. Al yanakları, sevecen bakışları, ihtiyar gövdesi, şefaf dokunuşu ve içten öpüşleriyle… Sanki kabaran çorak topraktan nil nehri taşan bakışlarıyla bakıyordu bizlere. “Hoş geldiniz Armenakımın yoldaşları” diyerek bir ana şefkati ve bir okyanusu kucaklayacak kadar derin özlem ile kucakladı bizleri. Öyle ki, yüreğini acıtan anılarının ve düşlerinin sınırlarını zorlayacak denli bir özlemdi bu.

Çekim öncesi belgesel hakkında kısa bilgiler verdik aileye. Evin salonunda Armenak’ın Partizan’ın yayınladığı çerçevelenmiş bir resmi gözümüze çarptı. Yine Meryem ananın odasında da başka bir resmi!

Çekime Meryem ana ile başladık. O konuşmaya başladığında, ufak bir aralıktan yoldan geçen zamanı görüyor gibi olduk. Onun, halkının ve oğlu Armenak’ın, aslında insanlığın zamanıydı geçen! O anlattıkça, acılarla dolu zamana yağmur yağıyordu, sırılsaklamdı! Zamana ağıt yakarak geçirmişti yaşamını. Kaldrajdan gözlerimi ayırıp Meryem ananın yüz hatlarını incelemeye daldığımda, yüzünde ki her bir çizginin, aslında yaşama atılan bir çentik olduğunu fark ettim. Ve anladım ki, oysa ne kadar çok ölmüşüz yaşamak için! Hüzün içinde birbirini tanımak, en etkili yol olsa gerek?! Bizler bu etkili yolu iliklerimize, beynimizin al yuvarlarına, kılcal damarlarımıza kadar yaşıyorduk o an…

Meryem ananın yumuşak bir algısı vardı. Konuşurken “Armenim” diyordu, sesi titriyordu. Yıllar boyu alnına sahipleri görülmeyen namlular doğrulmuş bir şekilde yaşamıştı 89 yılını! Ama bu, o insanın yüreğinde ki sevgi filizini kırmayı, onu kurutmayı başaramamıştı!

Sağlığı iyi değildi. Nefes alıp vermekte güçlükler yaşıyordu. İlaçlara bağlı bir yaşam sürüyordu. “Ana nasılsın” dediğimizde, sitem eder gibi “Nasıl olsun iyiyim işte, nasıl iyi olunuyorsa artık? Biz yaşıyoruz gençler ölüyor.” yanıtını aldık. Adeta sitem ediyordu yaşama ve yaşadığına. Yaşam, ağır kırbaçlarla örselemişti yüreğini…

Armenak hakkında sorular soruyorduk. Çok yormak istemiyorduk. Her “Armenak” dediğinde, yüreğinde bir şarkının eski ve küçük bir yara izi vardı. Ve bu şarkıyı her dinlediğinde kanayan bir yaraydı içindeki. Ve biz bu çekimleri yaparken, o yarayı kendi içimizde de kanattık.

“Bir gün, bir cenaze vardı oraya gittim. Gittiğimde papaz bana ‘Armenakta ne haber’ dedi. Daha o zaman hapisteydi. ‘Dedim ne haber olacak’! Dedi ‘Biliyor musun Armenak ne söylüyor?’ Diyor ki, ‘Vaktinde bizim büyüklerimiz mücadele etseydiler, fedailerimiz hakkımızı alsaydılar, bize bu iş düşmezdi. Şimdi bu iş mecbur boynumuza düşmüş, biz mücadele ediyoruz.’ Baktım üçü de dediler ki ‘Valla doğru söylüyor, hakkaten de öyledir.’ ” diyerek Armenak ile olan anılarını paylaştı bizlerle.

“Armenimin filmi ne zaman bitecek? Ölmeden görseydim.” dedi… Armenak’dan bahsederken, gururla ve yaşadıklarına karşın bir dağ gibi dimdik durarak bahsediyordu. Ağlamadı hiç! Ancak yaşadıklarının arkasından dalgın ve göz pınarları doluca bakıyordu. Göz pınarlarının her bir damlası köhnemiş zamanları boğacak gibiydi. Yüzyıllık zaman içerisinde yitirdiklerinin ardından koşuyor yetişemiyordu. Halkının yüz yıllık yaşadıkları ve şehirlerin uzak sayıklamalarıyla dolu yaşamı 29 Temmuz 2014 tarihinde son buldu!..

Ölüm haberini çekime birlikte gittiğimiz Arnheim’da ki arkadaşın mesajı ile öğrendim. “Kötü haber. Meryem anayı kaybettik.” satırlarını okuduğumda, köhne gecenin dişleri ısırdı yüreğimi. Gecenin karanlığında ölüm ve hayatın birbirine sarılarak ağladığını, ölülerin yas tuttuğunu duydum…

Hoşçakal Hayastan’ın yiğit Kadını…

Senin şahsında, insanlığın eşit-sömürüsüz ihtiyaç ve özlem duyduğu o Altınçağ için çarpışan yiğit evlatlar doğuran tüm anaların, ellerinden  öpüyoruz…

 

90212

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

Sayfalar