Cumartesi Mayıs 4, 2024

Görünürde olan ve gerçek:Osman Tiftikçi

Türkiye’de olan biten her şey bir kişiyle, bu kişinin hırslarıyla açıklanır oldu. Öyle bir hava yaratıldı ki, sanki AKP devrilse, T. Erdoğan da köşesine çekilse, Türkiye güllük gülistanlık bir ülke olacak. Örneğin Kürt meselesi çözülecek, Türkiye Ortadoğu pisliğine bulaşmayacak, Kürtler, azınlıklar, kadınlar, işçiler, gençler için basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü olacak. Sol, devrimci demokratik güçler istedikleri yerde, istedikleri gibi gösteri, yürüyüş, miting yapabilecekler. Sünni İslam’ın devletin resmi dini olmasına, diğer inançların ezilmesine, horlanmasına son verilecek. Hatta T. Erdoğan Merkez Bankasına ve maliyeye karışmasa ekonomik kriz bile olmayacak.

Türkiye ve Kürt solunun, demokratik kamuoyunun, Türkiye devleti ve Türkiye’deki siyasi düzen hakkında bildiği her şey, yılların deneyim ve bilgi birikimi unutturulmaya, kitleler cahilleştirilmeye çalışılıyor.
Biz, 24 Temmuz’da başlatılan kirli savaşı ele alarak, Türkiye’deki düzene, devlete ilişkin bazı gerçekleri hatırlatmak istiyoruz.

Savaşın Tek Nedeni T. Erdoğan’ın 400 Vekil İstemesi mi?

7 Haziran seçim sonuçlarından rahatsız olan sadece AKP ve T. Erdoğan değildi. HDP’nin elde ettiği başarıyı, HDP’nin ve onu destekleyenlerin burnundan getirmek isteyen başkaları da vardı. Örneğin MHP. MHP’nin hükümet kurulmaması ve seçimi geçersiz kılmak için, AKP’ye verdiği destek, sıkıyönetim çığlıkları, T. Erdoğan sevgisinden ileri gelmiyordu. Doğu Perinçek ve çevresi de herhalde T. Erdoğan 400 vekil çıkarsın diye savaştan yana tavır almıyorlar. CHP’nin savaş tezkeresine evet oyu vermesini de bir el sürçmesi olarak görmemek gerekir. CHP hala hem emperyalizm işbirlikçisi sermayenin ve devletin has partisidir. CHP içinde halktan yana, demokrat bazı milletvekillerinin bulunması, bu gerçeği değiştirmez. CHP ve onunla birlikte davranan Gülen çevresi, Gülen medyası tam bir ikiyüzlülük içindeler. Bir yandan Kürtlerle sağladıkları yakınlığı korumak için sureti haktan görünüp barış diye bağırıyorlar, diğer yandan ise savaş tezkeresini destekliyorlar, AKP’yi; Kürtlere yüz verdiği, çözüm sürecinde onların silah yığmasına, örgütlenmesine göz yumduğu için, yani Kürtleri ezmede zayıf davrandığı için eleştiriyorlar. PKK’nin, özyönetim isteyen yerel inisiyatiflerin ezilmesini isterken HDP’ye dost görünmeye çalışıyorlar.

Görüldüğü gibi savaş cephesi sadece AKP’den ibaret değildir, epeyce geniştir.Unutulmamalıdır ki, Kürt düşmanlığı, bunun yanı sıra Ermeni, Rum, Yahudi düşmanlığı, Sünni İslam dışında tüm inançların yok edilme gayretleri, devlet eliyle din sömürüsü T. Erdoğanla birlikte başlamadı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden beri, Kürdün ve Kürt dilinin varlığını inkar edenler, Kürtleri zorla asimile etmeye çalışanlar Türkiye’de iktidarı, devleti elinde tutan güçlerdi. Ve bunlar günümüzde de sapasağlam durmaktalar. Bu düzenin ve devletin tarihi birçok kitlesel katliamla, soykırım girişimleri ile doludur. Hiç biriyle de yüzleşmeye yanaşılmamaktadır. Bunun bir sebebi olmalı.T. Erdoğan’ın savaşçı tavrında anlaşılmayacak bir yan yok. Zaten bu konuda her gün birbirinin aynısı binlerce yazı yazılıyor. Eski müttefiklerinin neredeyse tamamını kaybeden T. Erdoğan, koltuğunu, mevkiini koruyabilmek için kendini kontrgerillanın, ordunun kucağına atmış bulunuyor. T. Erdoğan umudunu, silahlarının gölgesinde yapılacak ve banko kazanmayı düşündüğü uydurma bir seçime bağlamış durumda. 2002 yılında emperyalizmin, işbirlikçi sermayenin desteğiyle, Gülen çevresi ile ittifak içinde iktidara gelen T. Erdoğan, şimdi kontrgerillaya, kirli savaş yanlılarına istenilen hizmetleri yaparsa, iktidarda kalmasına izin verileceğini, hesap vermekten kaçabileceğini düşünüyor.T. Erdoğan’ın Barış Masasını Yıkmasının Nedenleri

Kürt hareketi ile görüşmeler, resmi protokol imzalama aşamasına gelmişken birden bire T. Erdoğan kürt sorunu diye bir şey yoktur diyerek süreci bitirdi. T. Erdoğan’ın aslında tam bir panik halindeydi. Onu bu kadar korkutan neydi? Buna verilen cevap, barışçı tavrın T. Erdoğan’a oy kaybettirdiği, milliyetçi oyları alabilmek için 180 derece dönüş yaptığıdır. Ama şu an ordunun, devletin, kontrgerillanın Kürtlere karşı tavrına baktığımızda başka bir ihtimal daha görünüyor. Generaller T. Erdoğan’ı tehdit etmiş olabilirler. Generallerin bu tehditine karşı zaten zor durumda olan, tecrit edilmiş T. Erdoğan’ın direnecek hiçbir gücü yoktu. T. Erdoğan ayrıca bu 180 derece dönüşü oy hesabı nedeniyle kendi çıkarlarına da uygun bulmuş olmalıydı.

T. Erdoğan 7 Haziran seçimlerine silahların gölgesinde girmek, böylece hem orduyu hoşnut etmek, hem de HDP’yi baskı ve hileyle baraj altında bırakmak istiyordu. Ama ordu o süreçte bunu kabul etmedi. Basına yansıyan birkaç olayı hatırlayalım. Diyadin’de bir grup asker öldürülsünler diye PKK gerillalarının önüne atıldı. Hesap şehit cenazeleri üzerinden oy avcılığı yapmak, bölgeyi askeri abluka altına almaktı. Kürt halkı olağanüstü bir duyarlılıkla ölümleri önledi ve yaralıları da kurtardı. AKP fena halde bozulurken Genelkurmay Kürt halkına teşekkür etti. T. Erdoğan ardından Suriye’ye, daha doğrusu Kürt kantonlarına hamle yaparak ortalığı bulandırmak istedi ama Genelkurmay başkanı hasta oluverdi. Erdoğan inatla savaş ortamı yaratmak istiyordu. Suriye uçağı düşürdüklerini açıkladılar. Genelkurmay ise bunu yalanlayıp insansız hava aracı vurduklarını ilan etti. Özetle T. Erdoğan’ın savaş ortamında, olağanüstü koşullarda seçime gitme hesabı boşa çıktı. Henüz bunun sırasının gelmediğini düşünen, seçim sonucunu beklemeyi uygun bulan generaller bu savaşı ertelediler. Seçimden sonra egemen sınıfların, ordunun tavrı değişti.

Burada ordu ile ilgili olarak şunu belirtelim: AKP diğer devlet kurumlarına olduğu gibi orduya da dokunamamıştır. Orduya yönelik operasyonlar orduya emperyalizm ve bağımlı düzen namına çekidüzen verme girişimleriydi. Ordunun temel misyonlarında ve konumunda bir değişme olmamıştır. Ordu emperyalizmin askeri gücünün bir parçası ve iç savaşa göre biçimlenmiş bir kurumdur. Ordu NATO’dan çıkmamıştır, Pentagon’dan bağımsızlaşmamıştır, askeri üsler olduğu gibi durmaktadır. MGK durmaktadır. OYAK ve orduya denetlenemeyen parasal kaynak sağlayan vakıflar durmaktadır. Silah sanayi ordunun tekelindedir. Ordu mensuplarına verilen eğitimde ve ideolojide de ciddi bir değişme meydana gelmemiştir. En önemli değişiklik, ordunun, kendini fena halde yıpratan siyasi alandan geri plana çekilmesidir. Liberaller ve AKP bu durumu, askeri vesayetin sona ermesi olarak propaganda etmektedirler ama gerçek böyle değildir.

Savaşın Gerçek Nedeni

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Kürt hareketi barış sürecini olması gerektiği biçimde yani, mücadeleyle elde ettiği kazanımları pekiştirmek, geliştirmek için kullandı. Tasfiye girişimlerini boşa çıkardı. Buna ek olarak seçim öncesinde HDP etrafında demokratik bir cephe oluştu. Gezi ayaklanmasıyla yeni bir başlangıç yapan toplumsal hareket, seçim sürecinde bir üst aşamaya sıçradı. HDP etrafındaki cephe görünürde AKP karşıtlığı temelinde oluşmuş görünüyordu ama çok önemli başka özellikleri de vardı. Başta Kürtler olmak üzere, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Çerkesler, Ezidiler, Aleviler, Süryaniler yani tüm ezilenler, dışlananlar Türkiye solcularıyla beraber kitlesel olarak bir araya gelmişlerdi. Bu bir araya geliş öyle eklektik bir olgu, sadece seçim için bir ittifak değildi. Ortak bir ruh hali de oluşmuştu ve hem kalıcı hem de yayılmacı özellikler gösteriyordu. Türkiye egemenlerinin en çok korktuğu şey, bir türlü asimile edemedikleri Kürt lerle Türkiye’deki demokratik devrimci mücadelenin birleşmesiydi. Korkulan başa geliyordu.

Bu hareket emperyalizme ve Türkiye’deki düzene doğrudan karşı değildi. Ama bu düzenin önemli bazı ideolojik dayanaklarına açıktan bir saldırıydı. Herkes kendi ulusal kimliği ile kendi dini kimliği ile açıkça siyaset sahnesindeydi. Devletin resmi dini, Diyanet işleri Başkanlığının şahsında tartışmaya açılmıştı. Üstelik kendine CHP’liyim, MHP’liyim diyen önemli bir kesim, bile bile, göz göre göre Ermeni adaylara, Kürtlere, Ezidilere oy veriyordu. Bütün bunlar, bir tanesi dünyaya bedel Türklerin yaşadığı, yüzde 99’u Müslüman olan Türkiye’de olacak işler değildi.

HDP gibi bir partiye izin verilmesi, hatta seçim sürecinde bu partinin meclise girmesi için desteklenmesi, egemen sınıflar açısından koşullara bağlı mecburen yapılan bir işti. Kürt hareketi en azından kısa dönemde yenip yok etmek mümkün değildi. O kadar ki ABD ve AB’nin bile desteğini almış, dünyanın saygınlığın kazanmış, Ortadoğu’da devletlerden daha etkili bir askeri, siyasi ve ideolojik güç haline gelmişti.

Devlet HDP’yi, Kürt hareketini düzen sınırları içine çekmek, hatta yapabilirse bölmek, Türkiye solunu da parlamenter mücadele içine çekip, diğer alanlardan zorla silerek asimile etmek için kullanmak istiyordu. Emperyalizmin bu konuda son derece başarılı deneyimleri, Güney Afrika, Latin Amerika örnekleri vardı. Kısa dönemdeki çalkantılara rağmen, uzun dönemde emperyalizm ve işbirlikçileri bu işten kazançlı çıkıyordu. Buna ek olarak seçim döneminde egemen kesimlerin artık kurtulmak istedikleri T. Erdoğan’ı devirecek tek güç HDP idi. HDP dışında AKP’yi geriletecek başka bir alternatif yoktu. Bu nedenle T. Erdoğan’ın savaş ortamı yaratmasına izin verilmedi. Egemen sınıflar, Kürt hareketi ve etrafında oluşan ittifakla hesaplaşma işini seçim sonuna ertelediler. Ama Kürt hareketi ve Türkiyeli demokratik güçler de bu durumu iyi kullandılar.

Seçim sonucunda hangi hükümet kurulursa kurulsun, ona ilk olarak bu hesaplaşma dayatılacaktı. Örneğin seçimden sonra egemen sınıfların istediği CHP-AKP koalisyonu kurulabilseydi, şu an AKP’nin yaptıklarını yapacaktı. Biçim ve yöntemler farklı olacaktı ama Kürt hareketi bölünmeye, teslim alınmaya çalışılacak, bu hareket içindeki sol eğilim tecrit edilmek, HDP etrafında oluşmuş birlik dağıtılmak istenecekti. HDP ittifaklarından, toplumdan yalıtılarak, marjinal bir Kürt partisine dönüştürülmeye çalışılacaktı. Şimdi bu işler karşı tarafın, yani Kürt hareketinin verdiği sert karşılığın da ürünü olarak, en sert biçimlerde yapılmaya çalışılıyor.

Amaç Kürt hareketini ezmek, HDP’yi zayıflatmak ve HDP etrafında toplanmış demokrat, devrimci çevreleri ideolojik olarak toplumdan tecrit etmektir. Bu da Kürt ve Ermeni düşmanlığı temelinde, kitleler birbirine kışkırtılarak, Sünni İslam Türk milliyetçiliği ile harmanlanarak yapılmaya çalışılıyor. Atatürkçülüğe tıpkı 1990’lı yıllarda olduğu gibi yeni bir hamle daha yaptırılması da beklenmelidir.
Özetle bu kirli savaş T.Erdoğan’ın tek başına yaptığı bir iş değildir. Kürdistanlı ve Türkiyeli solcuların, demokratların meseleye bir de bu açıdan bakmalarında, mücadelenin geleceği açısından sayısız faydalar vardır.

14 Eylül 2015

42657

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Sayfalar