Pazartesi Mayıs 20, 2024

Emperyalist saldırı ve işgale karşı sınıfsal dayanışma güçlendirilmelidir

“Biz Türkiye için kafi derecede büyüdük, iki derece büyük geliyoruz artık”1

Bu söz, Türkiye ekonomisinin %10’nundan fazlasını elinde tutan ve dünyanın ilk en büyük 500 tekeli içinde yer alan Koç Holding onursal başkanına ait. Bu büyüme salt Koç Holding’e özgü olmayıp, genel olarak Türk sermayesine özgü bir büyümedir.

Sıkça vurguladığım gibi, savaşı ekonomiden bağımsız ele almak yanıltıcı olur. Türk egemen sınıflarının son yıllardaki saldırgan politikaları, Koç’un sözlerinin içinde gizlidir. Büyüyen sermaye, egemenlik alanlarını genişletmek, yeni alanları ele geçirmek ister. Bu salt sermaye ihracıyla değil, aynı zamanda savaşla da olmaktadır.

Türk devletinin, “Suriye savaşı” çıkar çıkmaz sahneye çıkması (ABD’nin Irak işgali sırasında Türk devletini orada yer almak istemesi de hatırlansın), savaşın içinde yer almak için yoğun çaba harcaması ve radikal dinci örgütleri destekleyerek savaşın aktif tarafı olması, salt sünni dinciliğini yaymak amaçlı değil, tersine, egemenlik alanlarını genişletme ve sermayeye yeni alanlar açma amaçlıdır. Sünnilik, (ya da İran’ın yaptığı gibi şiilik) sermayenin yayılmacı eğlimin bir bahanesidir. Aynı Suudi Arabistan’ın yaptığı gibi. Suudi Arabistan ya da İran “şeriat”ın hükümlerine göre yönetildiği söylenir. Oysa bu tür ülkelerde “şerita” kapitalist sömürüyü ve onun toplumsal sisteminin gizlemek amaçlı kullanılır. Günümüzde din, kitlelerin kapitalist sömürüye tamamen teslim olması için (camilerde savaş yanlısı konuşmalar) öne çıkarılır. Egemen sermaye kesminin Türkiye’de de, bütünüyle dini hakim hale getirmek istemesinin altında yatan gerçek budur.

Türk sermayesine, uzun bir zamandır Türkiye küçük gelmektedir. Ama, Kürt ulusal demokratik hareketi Türk egemen sınıfların bu yayılmacılığına en önemli engellerden biri durumuna gelmiştir. Bunun içinde, bu demokratik oluşumun bir şekilde tasfiye edilmesi ya da en azından statüsüz olarak sömürgeci devletlerin baskısı altında tutulması (bugüne kadar olduğu gibi) isteniyor.

Kürtleri hedef alan savaşın sürdürülmesi, egemen sınıfların da işine gelmektedir. Egemen sınıflar, Türk milliyetçiliğini ve şovenizmi kışkırtarak kitlelerin önemli bir bölümünü kendi peşinde sürükleyerek demokratik ortamın ortadan kalkmasını sağlayabilmektedir. Böylece, sınırsız bir sömürü ve talanın sermaye için önü açılmış oluyor. Yaklaşık, son 15 yıldır yoğun bir şekilde yaptıkları da budur. Bütün istatistikler, bu kısa süreç içinde, sermaye cephesinin palazlandığını, özelleştirme, küçük sermaye kesimlerin büyükler tarafından yutulması ve büyük bir mülksüzleştirme operasyonu ile sermayeninin daha fazla temerküz olduğunu ve aynı zamanda, bu süreçte, dışarıya (sermaye ihracı bağlamında) ciddi açılımların olduğunu ortaya koyuyor.

Faşist, ırkçı, baskıcı, cinsiyetçi ve kitlelerin dinin baskısı altına alınmış bir ortamın varlığında, sermaye daha fazla semirir ve semirdikçe baskı ortamını daha fazla artırır. Ve Türk egemen sınıfları 2023 yılına kadar önlerine böyle bir hedefte koymuştur. Demokratik kamuoyunun yok edilmesi, baskı altına alınması, hükümetin içte ve dışta savaş hükümeti olması, sermayenin ise çok yönlü palazlanması programa konmuştur.

Sermaye devletinin bu kirli hedefini bozacak yegane güç çeşitli miliyetlerden Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin (ve Kürt ulusal demokratik hareketiylede ortaklaşarak) buna karşı duruşu olabilir. Türk egemen sınıfları içeriden darbelenmeden dışarıya yönelik (başta Kürtlere) işgal ve saldırısını sürdürmeye devam edecketir. Bu nedenle iç devrimci-demokrat mücadele cephesinin oluşturulması ve güçlendirilmesi önem kazanmaktadır.

Tükiye’de, burjuva demokrasi normları içinde olan “anayasal hukusal durum”un dahi bütünüyle ortadan kaldırılması, faşist rejmin en vahşi halinin toplumun üzerine çökertilmesi, sermaye devletinin istediği bir durumdur. Böylece, toplumun maddi ve manevi tüm birikimlerini ve gücünü, sermayenin palazlanması, büyümesi ve yayılması için kullanmaya eleverişli hale getirilmektedir. Bu, oldukça kanlı bir süreci koşullamaktadır. 

Toplumsal dizayn daha derinden ve sermaye devletinin “usta toplumsal mühendisleri” tarafından yapılmaktadır. Erdoğan, eline kağıt velip okutulan, kitleleri etkilemesini bilen, Türk sermaye devletine iyi hizmet eden ve verilen rolü iyi oynayan faşist bir figürdür.Örneğin, ABD yanlısı 15 Temmuz darbesinin daha başlamadan bitirilmesi; tüm muhaliflere ve demokratik kesimlere karşı yoğun bir baskı ortamına dönüştürülmesi; Erdoğan’ın “bilgeliğinden” değil, egemen sınıflar tarafından usta bir taktikle ve kendi içlerindeki çeşitli kanatlar arasında uzlaşmanın sonucu olmuştur.

Emperyalistler arası çelişmelerin artan keskinleşmesine bağlı olarak, yeni bir paylaşım savaşının koşullarının olgunlaşmasından hareketle de, Türk devleti, bundan sonra savaşsız pek durmayacaktır. Öncelerini saymazsak, son 30 yılı aşkındır en büyük savaşını Kürtlere karşı vermektedir. Bundan sonra da vermeye devam edecek. Bu savaş salt Kürtler ile sınırlı kalmayıp, başka alanlara açılmayı (işgal ya da sermaye ihracıyla) da beraberinde getirecektir.

Türk bujuvazisini, hala “emperyalizme bağımlı” bir burjuva olarak ele almak, politik mücadelede yanılgılara neden olur. Somali ve Katar’da askeri üslerin açılması, bir yardım kuruluşu olarak değil, emperyalist emellerini gerçekleştirmek amacıyla orada bulunmaktadır. Ayrıca Güney Kürdista’nın Başika bölgesinden –ABD, İran ve Irak hükümetin istemlerine rağmen- çekilmemekte direnmesi, Türk egemen sınıfların yayılmacılığının bir sonucudur. Yine “terör” bahanesiyle elini Suriye (esas olarak Kürt bölgelerine) sokması ve oralarda yerleşik kalma isteği, burjuvazinin niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır. Ve daha önemlisi AB emperyalistlerine kendi isteklerini şu veya bu oranda kabul ettirmesi, Türk egemen sınıfların emperyalist (ekonomik ve askeri olarak) niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır. Tüm yaptırım ve dayatmalara rağmen Kıbrıs'ın yarısını işgal altında tutması bunlara eklenmelidir.

Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin savaş içine sokulması, burjuvazinin işgal ve saldırı aracı olarak kullanılması, “Türkiye’ye iki gömlek büyük” gelenlerin doğrudan eseridir. Bu görülmeli ve mücadele ve örgütlenme buna göre örülmelidir. 

Türk egemen sınıfları içerde ve dışarda saldırılarını daha uzun bir süre sürdüremeyecektir. Bu kanlı süreç sınıfsal çelişmeleri daha fazla derinleştirerek, devrimci, baskı altında kalan sınıfların birleşmesini ve faşizme karşı ortaklaşa mücadelesini er geç güçlü bir şekilde ortaya çıkmasına neden olacaktır. 

Bugün Afrin halkının haklı ve meşru direnişi Türkiye içine taşınmalı, “savaşa ve faşizme karşı” bir mücadeleye dönüştürülmelidir. İşgal ve saldırı altındaki Afrin halkının direnişi ve mücadelesiyle, grevleri yasaklanan metal işçilerin direnişleri ve mücadeleleri ortaktır ve ortaklaştırılmalıdır. 28.01.2018

1 Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç, A. Yıldırım,  Röportaj. Habertürk.com, 18.01.2018

45151

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

Sayfalar