Cumartesi Haziran 1, 2024

Emperyalist saldırı ve işgale karşı sınıfsal dayanışma güçlendirilmelidir

“Biz Türkiye için kafi derecede büyüdük, iki derece büyük geliyoruz artık”1

Bu söz, Türkiye ekonomisinin %10’nundan fazlasını elinde tutan ve dünyanın ilk en büyük 500 tekeli içinde yer alan Koç Holding onursal başkanına ait. Bu büyüme salt Koç Holding’e özgü olmayıp, genel olarak Türk sermayesine özgü bir büyümedir.

Sıkça vurguladığım gibi, savaşı ekonomiden bağımsız ele almak yanıltıcı olur. Türk egemen sınıflarının son yıllardaki saldırgan politikaları, Koç’un sözlerinin içinde gizlidir. Büyüyen sermaye, egemenlik alanlarını genişletmek, yeni alanları ele geçirmek ister. Bu salt sermaye ihracıyla değil, aynı zamanda savaşla da olmaktadır.

Türk devletinin, “Suriye savaşı” çıkar çıkmaz sahneye çıkması (ABD’nin Irak işgali sırasında Türk devletini orada yer almak istemesi de hatırlansın), savaşın içinde yer almak için yoğun çaba harcaması ve radikal dinci örgütleri destekleyerek savaşın aktif tarafı olması, salt sünni dinciliğini yaymak amaçlı değil, tersine, egemenlik alanlarını genişletme ve sermayeye yeni alanlar açma amaçlıdır. Sünnilik, (ya da İran’ın yaptığı gibi şiilik) sermayenin yayılmacı eğlimin bir bahanesidir. Aynı Suudi Arabistan’ın yaptığı gibi. Suudi Arabistan ya da İran “şeriat”ın hükümlerine göre yönetildiği söylenir. Oysa bu tür ülkelerde “şerita” kapitalist sömürüyü ve onun toplumsal sisteminin gizlemek amaçlı kullanılır. Günümüzde din, kitlelerin kapitalist sömürüye tamamen teslim olması için (camilerde savaş yanlısı konuşmalar) öne çıkarılır. Egemen sermaye kesminin Türkiye’de de, bütünüyle dini hakim hale getirmek istemesinin altında yatan gerçek budur.

Türk sermayesine, uzun bir zamandır Türkiye küçük gelmektedir. Ama, Kürt ulusal demokratik hareketi Türk egemen sınıfların bu yayılmacılığına en önemli engellerden biri durumuna gelmiştir. Bunun içinde, bu demokratik oluşumun bir şekilde tasfiye edilmesi ya da en azından statüsüz olarak sömürgeci devletlerin baskısı altında tutulması (bugüne kadar olduğu gibi) isteniyor.

Kürtleri hedef alan savaşın sürdürülmesi, egemen sınıfların da işine gelmektedir. Egemen sınıflar, Türk milliyetçiliğini ve şovenizmi kışkırtarak kitlelerin önemli bir bölümünü kendi peşinde sürükleyerek demokratik ortamın ortadan kalkmasını sağlayabilmektedir. Böylece, sınırsız bir sömürü ve talanın sermaye için önü açılmış oluyor. Yaklaşık, son 15 yıldır yoğun bir şekilde yaptıkları da budur. Bütün istatistikler, bu kısa süreç içinde, sermaye cephesinin palazlandığını, özelleştirme, küçük sermaye kesimlerin büyükler tarafından yutulması ve büyük bir mülksüzleştirme operasyonu ile sermayeninin daha fazla temerküz olduğunu ve aynı zamanda, bu süreçte, dışarıya (sermaye ihracı bağlamında) ciddi açılımların olduğunu ortaya koyuyor.

Faşist, ırkçı, baskıcı, cinsiyetçi ve kitlelerin dinin baskısı altına alınmış bir ortamın varlığında, sermaye daha fazla semirir ve semirdikçe baskı ortamını daha fazla artırır. Ve Türk egemen sınıfları 2023 yılına kadar önlerine böyle bir hedefte koymuştur. Demokratik kamuoyunun yok edilmesi, baskı altına alınması, hükümetin içte ve dışta savaş hükümeti olması, sermayenin ise çok yönlü palazlanması programa konmuştur.

Sermaye devletinin bu kirli hedefini bozacak yegane güç çeşitli miliyetlerden Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin (ve Kürt ulusal demokratik hareketiylede ortaklaşarak) buna karşı duruşu olabilir. Türk egemen sınıfları içeriden darbelenmeden dışarıya yönelik (başta Kürtlere) işgal ve saldırısını sürdürmeye devam edecketir. Bu nedenle iç devrimci-demokrat mücadele cephesinin oluşturulması ve güçlendirilmesi önem kazanmaktadır.

Tükiye’de, burjuva demokrasi normları içinde olan “anayasal hukusal durum”un dahi bütünüyle ortadan kaldırılması, faşist rejmin en vahşi halinin toplumun üzerine çökertilmesi, sermaye devletinin istediği bir durumdur. Böylece, toplumun maddi ve manevi tüm birikimlerini ve gücünü, sermayenin palazlanması, büyümesi ve yayılması için kullanmaya eleverişli hale getirilmektedir. Bu, oldukça kanlı bir süreci koşullamaktadır. 

Toplumsal dizayn daha derinden ve sermaye devletinin “usta toplumsal mühendisleri” tarafından yapılmaktadır. Erdoğan, eline kağıt velip okutulan, kitleleri etkilemesini bilen, Türk sermaye devletine iyi hizmet eden ve verilen rolü iyi oynayan faşist bir figürdür.Örneğin, ABD yanlısı 15 Temmuz darbesinin daha başlamadan bitirilmesi; tüm muhaliflere ve demokratik kesimlere karşı yoğun bir baskı ortamına dönüştürülmesi; Erdoğan’ın “bilgeliğinden” değil, egemen sınıflar tarafından usta bir taktikle ve kendi içlerindeki çeşitli kanatlar arasında uzlaşmanın sonucu olmuştur.

Emperyalistler arası çelişmelerin artan keskinleşmesine bağlı olarak, yeni bir paylaşım savaşının koşullarının olgunlaşmasından hareketle de, Türk devleti, bundan sonra savaşsız pek durmayacaktır. Öncelerini saymazsak, son 30 yılı aşkındır en büyük savaşını Kürtlere karşı vermektedir. Bundan sonra da vermeye devam edecek. Bu savaş salt Kürtler ile sınırlı kalmayıp, başka alanlara açılmayı (işgal ya da sermaye ihracıyla) da beraberinde getirecektir.

Türk bujuvazisini, hala “emperyalizme bağımlı” bir burjuva olarak ele almak, politik mücadelede yanılgılara neden olur. Somali ve Katar’da askeri üslerin açılması, bir yardım kuruluşu olarak değil, emperyalist emellerini gerçekleştirmek amacıyla orada bulunmaktadır. Ayrıca Güney Kürdista’nın Başika bölgesinden –ABD, İran ve Irak hükümetin istemlerine rağmen- çekilmemekte direnmesi, Türk egemen sınıfların yayılmacılığının bir sonucudur. Yine “terör” bahanesiyle elini Suriye (esas olarak Kürt bölgelerine) sokması ve oralarda yerleşik kalma isteği, burjuvazinin niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır. Ve daha önemlisi AB emperyalistlerine kendi isteklerini şu veya bu oranda kabul ettirmesi, Türk egemen sınıfların emperyalist (ekonomik ve askeri olarak) niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır. Tüm yaptırım ve dayatmalara rağmen Kıbrıs'ın yarısını işgal altında tutması bunlara eklenmelidir.

Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin savaş içine sokulması, burjuvazinin işgal ve saldırı aracı olarak kullanılması, “Türkiye’ye iki gömlek büyük” gelenlerin doğrudan eseridir. Bu görülmeli ve mücadele ve örgütlenme buna göre örülmelidir. 

Türk egemen sınıfları içerde ve dışarda saldırılarını daha uzun bir süre sürdüremeyecektir. Bu kanlı süreç sınıfsal çelişmeleri daha fazla derinleştirerek, devrimci, baskı altında kalan sınıfların birleşmesini ve faşizme karşı ortaklaşa mücadelesini er geç güçlü bir şekilde ortaya çıkmasına neden olacaktır. 

Bugün Afrin halkının haklı ve meşru direnişi Türkiye içine taşınmalı, “savaşa ve faşizme karşı” bir mücadeleye dönüştürülmelidir. İşgal ve saldırı altındaki Afrin halkının direnişi ve mücadelesiyle, grevleri yasaklanan metal işçilerin direnişleri ve mücadeleleri ortaktır ve ortaklaştırılmalıdır. 28.01.2018

1 Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç, A. Yıldırım,  Röportaj. Habertürk.com, 18.01.2018

45510

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Sayfalar