Çarşamba Mayıs 8, 2024

Demek gidiyorsun küçük kırlangıç…

Bir can almakla insan biter mi heval,

Kahpe kurşun kalemini kırar mı heval..

Şu Dicle'nin suyu senden geçermiş heval,

Analar oğul diye içermiş heval...

Bir rüzgar gibi hala esermişsin heval...

Şu Cudi'nin dağlarında gezermişsin heval,

Şu Munzur'un dağlarında gezermişsin heval...

6 Mayıs günü, ikindi üzeri başlayıp ertesi gün öğlen saatlerine kadar devam eden ve iki Partizan’ın toprağa düştüğü direniş, üzerinde durulmayı ve incelenmeyi yeterince hak ediyor. Haydar ve Murat’ın, yoldaşlarından, üstüne isimlerini de kazıyarak devraldıkları ve göndere çektikleri direniş bayrağına, dikkatlice bakmak bizi zenginleştirecek, besleyecektir.

Yoldaşların anlatımlarına göre, düşman yoldaşların bulunduğu noktayı tespit ediyor ve bu bölgede geniş bir alanı çembere alıyor. Sonrasında çemberi adım adım daraltarak gerillayı imha etmeyi hedefliyor. Bu durum daha ilk baştan grubun komutanı Haydar (Sinan) tarafından fark ediliyor. Sinan düşmanın kesin imha için yöneldiğini daha ilk andan anlıyor. Faşizm, tüm kış boyunca yoğun bir baskı altında tuttuğu, muhtarlarını ve köylülerini gözaltına alarak tutukladığı Geyiksuyu bölgesinde gerillaya ağır bir darbe indirmeyi hesaplıyor.

Başta T. Kürdistanı’nda öz yönetim alanları olmak üzere, direnişin geliştiği her alanı ablukaya alarak yok etmeye yöneldi faşizm. Birkaç yüz kişilik direnişçilere taburlarca askeriyle yönelen ama büyük bir hezimet yaşayan, Amed Sûr’da sadece üç mahalleye 90 gün boyunca giremeyen faşizm bunun verdiği öfke ve saldırganlıkla yöneldi bölgeye.

Dersim, gerillanın neredeyse suyla, toprakla, ağaçla bir olduğu bir bölgeydi ne de olsa. Dersim tıpkı Kürdistan’ın diğer bölgelerinde oldu gibi katliamlara, inkâr ve asimilasyona rağmen direniş ateşlerinin sönmediği coğrafyalardan biriydi. Bundandır ki direnişin silahlı biçimine yönelik faşist balyozun en çok vuracağı yerlerden olmalıydı. Kışın ortasında, gerillayı etkisiz hale getirmek, hareket alanını daraltmak için halk üzerindeki baskıyı yoğunlaştırdı devlet.

6 Mayıs günü Sinan’ın komutasındaki gerilla birliğine saldıran düşman, bu ruh hali içinde yönelmişti onlara. Kesin başarı, kesin zafer, toptan imhaydı amaçları…

Büyük bir askeri güç ve helikopterlerle gerillanın bulunduğu bölgeye yöneldiler. Sinan ve Murat (Rıza) tüm grubun çemberi yarıp çıkmasının olanaklı olmadığını fark ettikleri anda kararı vermişlerdi. Düşmana belli bir yerden saldıracak, düşmanı oyalayacak ve yoldaşlarına zaman kazandıracaklardı. Yani kendilerini feda edeceklerdi. Sinan ve Rıza tam da söyledikleri gibi yaptılar, saatlerce çatışarak grubun diğer üyelerini çemberden sağ salim çıkarmayı başardılar.

Sinan ve Murat’ın duruşu…

6 Mayıs günü yaşanan bu çatışma, Sinan ve Rıza’nın yoldaş sevgisini, fedakârlığını ve sınıf düşmanına karşı baş eğmezliğini dosta ve düşmana gösterdi. Sinan ve Rıza bu tutumlarıyla yaklaşık bir yıl önce Ovacık Şahverdi’de Cengiz (Ünal), Hakan (Yurdal) ve Özgüç’ün (Sefkan) onlara devrettiği mirası kanlarıyla zenginleştirip ardıllarına bırakmış oldu.

Devrimcilik, kendi kurtuluşunu toplumsal kurtuluş gerçeğiyle birleştirmek anlamına gelir bir anlamda. İnsanlaşma serüveninin, birey toplum diyalektiği kurulmadan yapılamayacağını kavraması devrimciyi harekete geçirir. Toplumsal kurtuluşun sağlanabilmesi, bencil, yoz, insana ait değerleri aşındırılmış toplumun bu değerleri kazanması ve büyütmesi birilerinin en önde yolu açması, buzu kırmasıyla olur.

İşte tam da burada devreye devrimciler girer. Devrimci ve komünistler, pratikleri, duruşları, yaşamı ve insanı kavrayışlarıyla en önde yürür ve deyim yerindeyse ipi ilk göğüsleyen olur.

Haydar ve Murat’ın tutumları bu anlamda devrimci fikirleriyle son derece uyumludur! Onlar tüm grubun imhasının devrime ve mücadeleye vereceği zararı hesaplayarak bütünün kurtuluşu için kendilerini feda etti. Böylece son nefeslerinde biz ardıllarına yaşama ve direnişe dair ölçüleri yeniden hatırlatıp çıtayı biraz daha yukarı çektiler.

Böylesi bir duruş, bir savaşçının, devrimcinin söz ile eylemi arasındaki uyumun, beynin tüm hücrelerine nüfuz ettiğini ve bir karaktere dönüştüğünü gösterir. Öyle kolay olmayan, yığınla çatışma, hesaplaşma ve sancıyla, bireyin kişiliğinde yarattığı yıkım ve ondanda önemlisi yeniden inşa sonucunda gerçekleşen bir durumdur bu.

Hedefe varabilmek, en azından kıvama gelmek içinde kumaşın ya da hamurun kalitesi çok önemlidir… Murat yoldaş için anlatılanlar, kişiliğine ve insani yönlerine dair yapılan vurgular, devrimci bir karakterin dokunması için kumaşın uygun olduğunu yeterince anlatıyor. Çevresindeki olayları süzgeçten geçiren, yaşanan haksızlıkları ve zulmü iliğinde hisseden bir insanın, devrimci saflarda yerini alması kuşkusuz uzun sürmez.

Benzer bir durum Sinan için de geçerlidir.

İstisnasız onu tanıyan herkesin ortaklaştığı en önemli nokta, onun karakteri ve duruşundaki asalet olmuştur. Güçlü bir kumaş ve hamurdan yoğrulan bir kişilik onda ilk göze çarpan özellik olmuştur. İyiden, güzelden yana ne varsa bağrında toplayan, çıkarsız ve hesapsız bir kişiliktir Sinan. Devrimcilerle, hareketimizle tanışmadan önce de böyledir o… Büyüdüğü koşullar ve aileden aldığı devrimci kültürün elbet bunda etkisi vardır.

Dürüstlük halkımız arasında takdir edilen, saygı duyulan bir meziyettir. Sinan ne yaşamışsa dosdoğru söyler, sağından ya da solundan dolanmaz. “Kim ne der?”, “Ne olur?” kaygısına düşüp içindekileri çarpıtmaya yönelmez. Hani derler ya “içi dış bir” diye, Sinan tam da böyledir “içi dışı birdir”.

Modern zaman dervişi…

Annesinin onu küçükten dışarıda, güneş altında unutmasından sebep “kara”lığıyla, hepimizin “karası” Haydar işte böyle biridir. Eski zaman dervişlerinin “bir lokma bir hırka” felsefesine cuk diye oturan bir kişiliktir. Hilesiz, hesapsız çalışandır. “Ben yapıyorum o neden yapmıyor” demez. Yapıyorsa yaptığının doğru olduğuna inandığı içindir! Bir şeyin doğru olduğuna inandı mı her şey orada bitmiştir.  

İllegalite konusunda çok titizdir! Randevularına asla gecikmez. Yoldaşının, onun hata ve eksiğinden dolayı zarar görmesinden duyduğu korku ve endişe onu bir randevuya gelinceye kadar günlerce dolaştırır. İllegalitede sağlamcıdır. Gideceği adrese asla direkt gitmez. Önce noktaya yakın bir yerde görüşür, durumun temiz olduğunu anladığı ana kadar etrafta dolaşır. Ancak bundan sonra gideceği yere gider.

Korkunç bir iyimserliğe sahiptir Sinan. Belki de fazladan iyimserdir... Kızdığına, sinirlendiğine, pek kimse tanık olmamıştır. Tanık olmuşsa da konu büyük ihtimalle yoldaşlara yapılan bir özensizlik ve düşüncesizlikle ilgili olmuştur…

Hele de sözleriyle birilerini kırdığına, kötü söz söylediğine tanık olmak çok zordur… Yanlış anlaşılmasın, bu durum, herkesin söylediğine, dediğine “eyvallah çektiği” anlamına gelmez! O doğru bildiği yoldan yürür, doğru bildiğini söyler. Ama kendi meşrebince… “Lanet olsun içimdeki insan sevgisine” dercesine kimseye kıyamaz! Bu yüzden belki de biraz liberal olduğu söylenebilir.

Söz misal yapılmayan her işe koşturan odur! Çünkü onun için kolektifin görevleri beklemez. Görevler bir an önce yapılmak içindir. Bundan sebep yapılmayan her işe atılır.

Haziran 2010’da Dersim’in Ovacık’ta çıkan çatışmada gökyüzünü fethe çıkan Çiğdem Yılmaz (Kinem) (fotoğrafta Haydar ile birlikte…) ile Ferdi Karacan (Munzur) yoldaşların cenazesinde; sonrasında,  2011’in Haziranında Çemişgezek’te HPG gerillası Hewal Mazlum Erenci (Yılmaz Pılıng) ile birlikte şehit düşen Yurdal Yıldırım (Muharrem)’ın cenazelerinin alınması ve defnedilmesi sürecinde en yoğun paylaşımı yaşamıştık. Özelikle Çiğdem’e olan sevgisini hatırlıyorum. Çiğdem (Kinem) bizim “kara kız”ımız sen de “kara oğlan”ımızdın.

Sizinle azıcık sohbeti olan herkesin ortak kanısı, birbirinize olan benzerliğiniz olmuştur. Zira ikiniz de aynı hamurdan yoğrulmuştunuz. İkiniz de Kürt halkının acılarına, hasretlerine, sevinçlerine ve özlemlerine ortak olmuştu. İkiniz için de, her Kürt anasının gözyaşları bir deniz taşırdı. Newroz oldu mu ikinizin de heyecanına diyecek olmazdı!

Gençliğin konferanslarında ve tartışmalarında söz konusu Kürt sorunu olduğunda Sinan’ın radarları tam kapasite çalışır, duyargaları sonuna kadar açılırdı. Hele de tartışma direnişin ve mücadelenin ülkemizdeki haline yani gerillaya geldiğinde Sinan saatlerce konuşabilirdi. Hem de büyük bir aşkla ve şevkle hem de mest olarak.

Önce yoldaşım, önce devrimin ve mücadelenin çıkarları…  

Sinan, Mazgirt’te doğmuş ve köyde büyümüştür. İçindeki öğrenme isteğinin kamçıları onu asla rahat bırakmaz. Sürekli bir arayış içindedir. Gözüyle gördüğü, kulağıyla duyduğu her şey hakkında daha fazla bilgi edinmek daha fazla öğrenmek ister. Daha önce bilmediği, ilk defa duyduğu konuları ve tartışmaları anlamadan benimsemez. “Ben de ortama uyayım, çıkıntılık yapmamayım” demez. “Çıkıntılık yapmaz” ama kendisine sorulduğunda fikrini kırmadan, dökmeden söyler. Konuya yabancıysa anlamamışsa açıkça söyler.

Kadın hareketine yönelik ilk tartışmaların gençlik alanında yürütüldüğü dönemlerdir… Dağ, vadi, patika ve Kürdistan denildiğinde rüzgar gibi esen Haydar, kadın mücadelesine gelindiğinde sessizliği tercih eder. Fazla konuşmaz, kimseye bulaşmaz, köşesine çekilir. Çünkü bilmeden, anlamadan, konuşmaktan ve yargılamaktan hoşlanmaz. O yapılan tartışmalardan ne alacağına yoğunlaşmıştır, anlamaya çalışır, susması ondandır. Bu bakımdan kendi kişiliğinde karşılık bulmayan pek çok kavram ve tespiti bol keseden yapanlardan farklı bir duruş sergiler. Kadın yoldaşların söylediklerine ve tartışmalarına saygı gösterir, hak ettiği değeri verir. Kendisine yönelik eleştirileri alır, üzerinde düşünür, gelir sorar.

Sinan’la, Kinem’in ardından yazmak için anlaşmıştık. Sinan YDG’ye çok güzel bir yazı yazdı ama ben bir türlü yazamadım. Yoldaşlarından ayrılırken Kinem’in en çok kullandığı, “Demek sen de gidiyorsun küçük kırlangıç” sözleri bundan sonra sende yaşayacaktı. Her fırsatta, biraz da Kinem’i hatırlamak içinde bunu söylerdin…

Evet Haydar yoldaş…

Bazı anlar vardır bir ömür geçse de unutulmaz ve bazı insanlar vardır bir ömür taşınacak derin izler bırakır… Sen yaşamın, sadeliğin, dürüstlüğün, mücadeleye ve direnişe olan inancınla hepimizde derin izler bıraktın. Hoşuna giden başarılı her işin arkasından söylediğin “mükemmele yakın…” sözlerinle, yoldaşlarına ve davaya olan bağlılığını daima hatırlayacağız…

Sinan ve Murat, “önce yoldaşım, önce devrimin ve mücadelenin çıkarları”  sözleriyle her dönem ilham kaynağımız olacaklar… Sinan ve Murat, tıpkı Cengiz (Ünal), Hakan (Yurdal) gibi son mermilerine kadar çatışarak direniş geleneğimize bir ilmek daha attılar.

Sinan ve Murat tıpkı Özgüç (Sefkan) gibi halkımızı kör karanlıklara ve prangalara vurmak isteyenler karşı net duruşun adı oldular.

Evet Haydar yoldaş…

Tam da türküde söylendiği gibi, bir can almakla insan bitmez!  

Çünkü siz tam da insana ait değerleri büyüterek aramızdan ayrıldınız! 

45107

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Sayfalar