Pazartesi Nisan 29, 2024

CHP, stabil bir parti mi?‏ /İsmail Cem Özkan

Yaşadığımız ülkenin ve devletin kurucu gücü olarak tanıtılan CHP aslında homojen bir parti hiçbir zaman olamadı, sürekli olarak çağın ve zamanın ruhuna uygun olarak tavır değiştirtirken kadrosu da değişen bir siyasi partidir ve o yüzden stabil değil dinamiktir.

CHP kurucu üyeleri son Osmanlı Meclisi üyeleri ve 1. Ankara’da kurulan meclistir. Osmanlı devletinden almış olduğu mirası kesintisiz olarak ileriye taşıyan parti özelliğini de korumasına rağmen, bugün kuruluş çizgisinden çok uzakta hatta hiçbir bağlantısı kalmamış konumdadır.

İttihat ve Terakki partisi Makedonya merkezli kurulan ve daha sonra başkent İstanbul’da köklü bir konuma geçen siyasi parti Osmanlı devletinin son dönemine damgasını vurmakla kalmamış, yıkılışından da birincil derecede sorumludur, fakat yeni kurulmakta olan devletin de kurucu üyesi konumundadır. Her ne kadar ileri gelen lider kadrosunun büyük oranda değişime uğramış olması, o geleneği ve ilkeleri taşımadığı anlamına gelmez. Osmanlı devleti 1. Dünya Savaşı sonrası çok küçük toprağa kadar küçülürken, o dönemde var olan dünyanın siyasi atmosferine uygun olarak yeni bir devletin de doğmasına kaynaklık edecektir.

Yüzyıllar boyu iktidar olan Osmanlı aile yapısı yerini yeniden yapılanan devlete ve organlarına bırakacaktır. Ulus devleti anlayışı içinde imparatorluk dağılırken, çevresinde oluşmuş ulus devletleri ile ilişkili olan ve onlardan etkilenen ve karşılıklı çıkarlara uygun olarak yeni devlet Ankara merkezli devleti de oluşmaktadır.

Yeni consensus (fikir birliği)  ulus devletinin sınırları konusunda olacaktır.

Emperyalist devletler geçmişi emperyalist olan bir devleti parçalarken elinde cetvel ve masa başında hakları ikiye ayıran ve birbirine mahkum eden sınırları çizmekten geri durmamıştır.

İstikrar gelmekte olan istikrarsızlık üzerine oturtulmuştur. Çatışma kaçınılmazdır ve çatışma koşulları sınırlar oluştururken yaratılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğundan alınan miras Ankara’daki 1. Meclis ile daha çıplak gözükmektedir. O meclis geçmiş partileri olduğu gibi vekilleri ile yaşatmaktadır ve temsil hakkı korunmaktadır. Ne var ki son Osmanlı Meclisini oluşturan siyasi grupların lider kadrosu değişmiştir. İktidar olan İttihat ve Terakki Partisi liderleri kaçmış, bir anlamda gönüllü sürgündedir. Onların akıbetleri ilerleyen günlerde ortaya çıkacaktır ama oluşmakta olan devlet yapısı eski liderler ile değil, yeni liderler ile yoluna devam edecektir. Bu yeni kadro yeni bir siyasi parti ile hayata başlayacak ve bugüne kadar değişerek gelecektir.

Zamana uygun, zamanın ruhuna uygun kararlar alacak kadro değişimi ile varlığını dinamik, değişken ve stabil olmayan bir anlayış üzerine koruyacaktır. Ve kısa bir süre hariç sürekli devletin çıkarları için varlığını koruyacak kurumları ile birlikte…

Kısaca, CHP tarihine bakmak demek, Osmanlı sonrası oluşturulmuş ulus devleti tarihine bakmak gibidir, devletin çıkarları partinin çıkarları ile paraleldir. Her döneme uygun dönemin şartlarına ve devletin çıkarına göre karar alınmıştır. Kuruluş süreci olarak kabul edilen Lozan anlaşmasına kadar olan süreçte Osmanlı devletinin dağılışından yer alan travmanın etkisi ile daha kanlı çözüm yolları kabul edilmiş ve uygulanmıştır. Koçgiri katliamı, Karadeniz’de yaşanan kitlesel katliamlar bu refleksin dışa vuruşundan başka şey değildir. Aynı süreç içinde Kürt illerinde var olan karşılıklı güven ortamı devletin oluşması ile birlikte parçalanacak ve bu güven Kürt isyanları olarak tarih sahnemize yansıyacaktır.

İttihat ve Terakki Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer alan Ermeniler ile hesaplaşma ‘tehcir’ ile ortaya çıkması gibi Kürtler ile hesaplaşma bölgesel ayaklanmalar ile zaman zaman ortaya sıcak şekilde çıkmış ve devlet olanaklarını kullananlar kanlı bir şekilde sorunu halının altına iteklemiştir.

Hesaplaşma kanlıdır ama sorunu çözücü niteliği yoktur. Tıpkı Ermeni sorununda olduğu gibi, sorun çöle sürülerek yok edileceği kabul edilmiş ama yüzyıl sonra bile sorun olarak hala ulus devlet için sorundur. Lozan Anlaşması sonrası yeni devlet emperyalist güçler tarafından kabul edilmiş ve eski Osmanlı artık tarihteki yerini almıştır. Osmanlı ailesi imparatorluk devletinin yerini ulus devleti almıştır, kurucu ve hakim güç Türklerdir. Onun siyasi temsilcisi de Halk Fıkrası ve daha ileride alacak rejin adını da parti ismine ekleyecek Cumhuriyet Hak Partisi’dir.

Parti, devletin çıkarlarına göre hareket ederken, kendi içinde muhalefetini de yaratarak partinin daha dinamik ve esnek olması sağlanmıştır. Bugün var olan tüm partiler işte bu kurucu partinin içinden çıkan muhalefet hareketlerinin sonucudur. 1. Meşrutiyetten sonra hayata adım atan tüm siyasi figürler değişerek ama varlıklarını koruyarak bugüne gelmiştir. Eski rejimin devamını savunanlardan, yeni rejimin güçlenmesini ve gelişmesini savunanların ortak temeli devlettir. Onları birbirinden ayıran sadece çıkarlar ve öncelikleridir.

İkinci dünya savaşı sırasında oluşan CHP Nazi partisi özelliğini taşır ve o dönem partide görev yapan ve karar alma sürecinde yer alanların hepsi biçimsel olarak Nazi’dir. Her ne kadar Almanya’dan kaçan Yahudilere ev sahipliği yapmış olsalar da Nazi hayranlıklarını hiç gizlememişlerdir. Bugün, Ankara modern görünümünü bu süreç içinde almıştır.

2. Dünya savaşı sonlanırken bu Nazi kadro da CHP içinden ve devletten tasfiye edilecek ve yeni Amerikan merkezli liberal düşünceye sahip olacaktır. O sürece en uygun yanıtı yine CHP içinde muhalefet hareketi kurulacak ve yeni bir siyasi tarih sahnesine çıkacaktır.

Karma ekonominin mimarı Celal Bayar ve toprak reformuna karşı duruşu ile öne çıkan Adnan Menderes önderliğinde kurulan Demokrat Parti zamanın ruhuna uygundur ve Emperyalist devletler tarafından desteklenmektedir.

Yenilmiş Nazi Almanya’sı ve galip devlerden olan Sovyetler olan ilişkisi ince bir çizgi üzerindedir ve kuruluşuna önemli katkı sunan emperyalist devletlerin çıkarı bu yeni kurulan parti ile ete kemiğe bürünecek ve kısa zamanda iktidar yolu açılacaktır.

Birleşmiş Milletlere girmek adına dönemin lideri İnönü bu tercihi zorunlu yapmış ve artık çok partili bir cumhuriyet kapılarını açmıştır. Yeni dünya kurulmuştur ve Türkiye o dünyanın şartlarına uygun değişerek yerini almıştır.

CHP bundan sonraki süreçte genelde iktidardan uzak ama devletin partisi olmayı sürdürmüştür.

Devlet, CHP demektir, ama iktidardan uzak ama iktidarı sürekli denetleyerek ve kontrol ederek!

Kurucu parti kadrolarını devlet içinden devşirmektedir ama kitleselliği iktidar olmaya seçim koşulları içinde el vermemektedir, çünkü dünya artık ulus devletinin anlayışının da değişme uğradığı dönemdir. Ulus devleti içinde sermaye birikimin yerini yeteri kadar sermaye biriktiren emperyalist ulus devletlerin firmaları daha gözü aç bir şekilde yayılma sürecidir. Bu süreç içinde ulus devleti içinde sermaye birikimi yapan devletlerin teknolojiye ulaşımı bu gözü aç ve tröstleşme yolunda adım atan firmalar eli ile engellenmektedir.

Ülkemiz yeri sömürge konuma gelmesi bu sürecin içinde olmuştur. Teknoloji geliştiren değil, montaj sanayinin ilerlemesi ve kendi halkını kandıran markaların orta çıkmasıdır. Teknoloji sahibi olmayan ve ancak kendi ulus devleti içinde markaları olan bir sanayiye sahip olmaktadır. Yeni oluşturulan bu sermeye ile devletin çıkarları baş başadır ve devletin çıkarından önce oluşturulan sermayenin çıkarı ve güvenliği daha öne çıkmıştır.

Demokrat Parti’nin hızla yeni zenginleri ortaya çıkarması ve toplum içinde oluşan adaletsiz dengenin sonucunda Amerikanın bilgisi ve stratejisi dahilinde darbe ortamı oluşturulmuş, Sovyetlerin çıkarları doğrultusunda bu darbe için onayı ile kontrgerilla eğitimi yapmış genç subaylar eliyle gerçekleştirilmiştir.

27 Mayıs darbesi askeri komuta zinciri içinde en üstün haberi olmadığı ama tabandan askerlerin bilgisi ve kontrolü dahilinde yapılmış, 27 Mayıs sabahı ancak üst kadronun haberi olmuştur.

Fiili durum ortaya çıkmış ve bu fiili durum yasal hükme büründürülmesi yeni anayasanın oluşmasını da ortaya çıkarmıştır.

Marshall yardımları ile ayakta kalan Demokrat Parti yardımın bitmesi ile yerle bir olmuştur. Amerika kendi yarattığı çocuğuna bir anlamda tokat atmıştır ama lider kadrosunu da değiştirmiştir. Demokrat Parti liderlerinin idam edilmesinden 29 gün sonra yapılan seçimlerde artık yeni ismi Adalet Partisi yüzde 34,8 oy oranı ile 158 milletvekili çıkararak meclise ikinci parti olarak girmiştir. Yine Demokrat Parti içinden çıkan Yeni Türkiye Partisi ise yüzde 13.7 oy oranı ile 54 milletvekili çıkarmıştır. CHP kısa dönem ülke yönetimindedir ama bu süreç içinde de devletin çıkarları emperyalist devletlerin beklentileri yönünde devleti değiştirmiş ve bu yeni kadro hareketi ile devlet yeni rotasına oturtulmuştur. Daha fazla özgürlük ve daha fazla kitle örgütü siyasi yaşantımız içine girmiş ve göreceli olarak özgür bir ortam oluşturulmuştur. Bu süreç içinde işçi sınıfı yukarından aşağıya gibi gösterilen birçok hakka kavuşmuştur ama işçi tarihi açısından incelerseniz birçok mücadelenin sonucunda grevli sendika hakkına kavuştuğunu görürüz. Anlatılan gibi değil, tırnağı ile kazıyarak mücadele ile haklar elde edilmiştir.

Yakın tarihimize yukarıdan bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz ki CHP içinde her değişim devletin çıkarlarına uygun şekilde gerçekleşmiştir. Sağın temsilcisi Adalet Partisi karşısında CHP üzerine sol muhalefet yapmak düşmüş ve Ortanın Solu sloganı ile Ecevit siyasi hayatımıza girmiştir. Amerika’nın da istediği bir ‘demokrasi’ ülkemizde oluşmuştur. Arada oluşan küçük partiler bu ikili parti rejimi içinde pazarlık için birer araç olarak varlıklarını korumuştur.

12 Mart süreci içinde dönemin başbakanın CHP içinden çıkası tesadüfi değildir. Yine bu süreç içinde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararı alma sürecinde CHP çoğunluk vekillerinin tavrının AP vekiller ile aynı şekilde tavır koymaları İnönü’ye rağmen davranılması şaşırtıcı bugün için değildir. O süreç içinde Sovyetlerin ülkemiz içinde etkisini TKP’nin almış olduğu kararlara bakarak görebiliriz, çünkü TKP artık Sovyet devletinin çıkarlarını savunmak ile yükümlü bir lobi örgütü gibidir, kendi başına bağımsız karar alma gibi bir durumu söz konusu değildir. TKP komitern kararlarına uygun olarak bu idam karşısında sessiz kamış ve meclisteki oylamaya DİSK temsilcisinin tavrına bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Abdullah Baştürk Yozgat vekili olarak oylamaya katılamayarak dolaylı olarak bu idamı desteklemiştir. Elbette bu tavırda yalnız değildir, dönemin Alevi vekillerde aynı şekilde tavır göstermişlerdir. (Bu konuda daha ayrıntılı bilgiyi Doğan Özgüden’nin anılarında bulabilirsiniz.)

12 Mart sürecinden CHP yeniden yapılanmış ve bu yapılanma ile 12 Eylül’e giden sürecin de yapısal değişimlere uğramıştır. Yine CHP içinden hizip olarak doğan Deniz Baykal ileride yeni Türkiye’nin bir figürü olarak karşımıza çıkacak ve bugün Cumhurbaşkanı olan kişinin siyasi hayata katılmasının ve onu iktidara taşımanın aracı oluverecektir. Her dönemin koşullarına uygun olarak değişen CHP 12 Eylül ile kapatılmış ve yeniden açılma süreci içinde birçok denemeler sonucunda Deniz Baykal başkanlığında tamamı ile başkana bağlı bir parti yaratılmıştır. Başkanın belirlediği ilçe ve il başkanlarının oyları ile parti başkanlığı tartışılmaz kılmıştır. Tipik Ortadoğu ülkesinde olan siyasi partiler gibi başkan merkezli ve başkan dışında kimsenin sesinin çıkmadığı parti yapılanması devletin yapılanmasına uygundur.

Devlet çıkarı gereği düşman olarak gördüğünü yok etme özgürlüğüne sahiptir. Düşman olarak gördüklerini hukuka göre değil, siyasi tercihe göre yaptığı süreç başlamıştır ve bu süreç içinde birçok insan kaybedilmiş, faili meçhul cinayetlere kurban verilmiş, köyler boşaltılmıştır.  CHP bu süreci de demokrasi ve özgürlüklerin geliştirilmesi anlamında sorgulamamış, sessiz kalarak bir anlamda muhalefet yapar gibi gözüküp elini kirletmeden bu zamandan çıkmayı beklemiştir. Susurluk Kazası bir anlamda demokrasi ve özgürlük için fırsat olarak öne çıkmasına rağmen gerekli kadar üstüne gidememiş ve üstünün örtülmesine sessiz kalmıştır. (burada CHP dediğime bakmayın CHP ile birleşecek SHP ve diğer sol grupları da içine kapsadığını rahatlıkla söyleyebilirim) çok ses çıkarmak geçmiş ile yüzleşmek anlamına gelmediğini yaşayarak öğrendik.

Lider boyunduruğu altına giren CHP demokratik yollar ile liderini değiştirememiş, bir kaset ile lider kadrosu değişmiştir. Deniz Baykal ve ekibi tarafından dışlanan Alevilere parti içinde yeniden nefes alma ortamı yeni lider ile olacağı kabul edilirken, bu durumun da kısa sürdüğü kısa zamanda ortaya çıkacaktır. Çünkü etnik ve dini görüşü ile yeni lider Kılıçdaroğlu Deniz Baykal’dan aldığı iktidar partisinin yedek değneği olma özelliğini söylem değişikliği ile devam etmiştir.

Kılıçdaroğlu, AKP için CHP başına paraşüt ile getirilmiş Kürt ve Alevi kökenli biri... Bu sayede Kürt sorununa devletin istekleri ve niyetleri doğrultusunda güç parçalanması yaratmak için ortaya sürülmüş bir piyondur. Kılıçdaroğlu'nun bugüne kadar tahmin edip de tutturmuş olduğu bir tek olay yoktur, sürekli “olmazsa istifa ederim” diyerek bugüne kadar yaşanan her seçim sonrası ne istifa etmiş ne de özeleştiri vermiştir. Yanlış tercihleri ile AKP bugün iktidarda olmaya devam ediyor, çünkü muhalefet yok ortada. Seçmenin seçebileceği AKP çizgisi dışında kitle partisi yok...

CHP, devletçi yapısını yeni devleti savunarak sürdürüyor...

CHP dinamik bir kurucu partidir ve bu kurucu parti kurulduğu günden bu güne kadar değişerek gelmiş ve kuruluşunda yer alan liderinden çok uzağında ve sadece isim dışında hiçbir bağlantısı kalmamış bir partidir. Lider kadrosu döneme uygun değişimler yaşamış olması o partinin işlevinde değişiklik yapmadığı gerçeği ile karşılaşırız.

Önce devlet!

Devletin uzun süre yaşaması için devlet kavramının değişiminin pek önemi yoktur. Bugün ülke şerait ülkesi olması CHP şeriat devletini savunacak kadar içinde değişimi yaşayabilecek bir partidir. Bunun işaretlerini parti içinde var olan söylemlere bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. CHP’nin yönetiminde olan belediyelerin yaptığı uygulamalara bakarsanız ne kadar haklı olduğumu görebilirisiniz.

Peki, iktidar ve iktidar perspektifi olmayan bir kitle partisi neden varlığını korur?

Bu soruya yanıt verdiğinizde CHP gerçek anlamda biraz daha anlaşılır, çünkü küçük çıkarlar ve elini kirletmemek için dolaylı destek sunmak vicdan rahatlatma aracı olurken, paradigmalara da uygundur.

CHP dışında bir sosyal demokrat hareket yaratmamak için Ortadoğu ülkesinde buna ihtiyaç vardır ve iktidar ne zaman zora düşerse kötü zamanlarında yanında olan partiye desteği dolaylı olarak sunar… Muhalefet liderinin önüne kurşun atmak ile başkanın kafasına taş atmak gibidir.

İktidarda yer alan sağ partilerin sosyal demokrat partilere destek vermesi geleneksel olarak ikinci enternasyonal sonrası oluşan siyasi atmosfere bakarak söyleyebiliriz. Sovyet deneyimi kapitalistleri ılımlı sosyal demokratlara destek vermeyi ve onların yaşaması için ortam oluşturmasına her daim izin verilmiştir, bu sayede ülke içinde oluşabilecek devrim koşulları ortadan kaldırılmıştır. Almanya’nın efsane lideri Willy Brandt’ın Der Spiegel dergisine yer alan iddialara bakmak yeterlidir. (http://www.spiegel.de/einestages/willy-brandt-bekam-geheime-us-zahlungen-ab-1950-a-1096881.html)

Sosyal demokrasi her ne kadar kapitalistlerin karlarından feragat etmesini öngörmüş olsa da liberal rüzgarın estiği doksanlı yıllarda işçi sınıfının sesini kesmek ve yok etmek için kullanılmış bir araca dönüşmüştür. İşçi sınıfı en büyük kayıbını doksanlı yıllarda sosyal demokratların iktidarı sürecinde yaşamıştır. Doksanlı yıllarda devlet yıkılırken ve yeniden yapılanırken en önemli muhalefetini sesiz ve işlevsiz bırakmıştır. Sınıf mücadelesinde sosyal demokratlar tarihin kendisine yüklediği rolü en iyi şekilde yerine getirmiştir ve getirme yede devam etmektedir…

İsmail Cem Özkan 

43216

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar