Cumartesi Mayıs 11, 2024

Asker’de öldürülen Sevag’ların anısına

Ayaş yollarından aştım da geldim
Ayaş yollarında kervanın mı var
Beni öldürmeye fermanın mı var
Ağlamaya sızlamaya dermanın mı var

Halk türküsünde,Soykırım'ın artık dizelere döküldüğü ama devletin inkar ve red politikaları bu gerçekliği hiç bir zaman kabul etmemiştir.Önemli olan halkın ve dünya halklarının vicdanlarında kabul görmesidir.İşte bu başarılmıştır.Red,imha ve inkar Ermeni sorununda olduğu gibi, Kürt sorununda aynı şekilde devam etmektedir.''Bu ülkede Kürt sorunu yoktur'',,''her müslüman Türk'tür'' gibi söylemler,İttihat ve Terakki dönemini hatırlatmaktadır.Ermeni,Rum ve Yahudi'ler bu mantık ile tarih sahnesinden yokedildiler. Ermeni soykırımı 100.yıl anma hazırlıkları,tüm dünyada devam ederken,buna karşı oluşturulan ''Çanakkale Anma Blok''u tam bir skandal ile TC'yi gülünç duruma düşürmüştür.Her yıl 18 Mart'ta gerçekleştirilen ve deniz savaşının başlangıç tarihi olarak bilinen bugün yerini 24 Nisan gününe alınmış olmasının ayrı bir anlamı olsa gerek.En doğru yol tüm geçmişi ile yüzleşme,hesaplaşma,arınma imkanı varken Ermeni'leri suçlu olarak tarih sahnesinde  yargılamaları artık inandırıcılığını kaybetmiştir.Bu politika iflas etmiştir.Üstelik danışmanlarından birisinin Ermeni olarak seçilmesi,onun üzerinden 100.yıl açıklamalarının yapılması,geleneksel Osmanlı-Türk politikalarının aynı şekilde devam edeceğinin sinyallerini vermektedir.Ethem Mahçupyan ''Ermeni'ler 2015'de bir şey beklemesin'' diyerek devletin politikaların tasdiklemiş,suçlarına ortak olmuştur.

Çanakkale  Savaşın'da  ölenlerin anısına törenlerin yapıldığı bu günlerde,Osmanlı ordusunda asker olan Ermeni'lerin çıkarılan Tehcir kararı ile ailelerinden koparılarak nasıl yok edildiklerini,bunların içinde bugün ortaya çıkan belge,bilgi ve dökümanlar ile aydınlatılmaktadır.Osmanlı hükümeti yok etti.Devam eden Kemalist hükümetler ise tarihi gizledi.Gerçekleri ''ermeni yalanı'' olarak kamuoyuna lanse etti.Ayhan Aktar'ın ''Yüzbaşı Sarkis Torosyan''ın hikayesini bütün yönleri ile kamuoyuna duyurduğu Çanakkale savaşında topçu bataryaları ile müttefik gemilerine Çanakkale boğazından geçişlerini engelleyen,Talat Paşa tarafından övünç madalyası ile ödüllendirilen Yüzbaşı Sarkis Torosyan için Genelkurmay Başkanlığı ''kayıtlarımızda böyle birisine rastlanılmamıştır''diyerek tartışmaları sonuçlandırmıştır.

Taner Akçam,kapalı olan Osmanlı ve Genelkurmay arşivlerinin aksine Alman arşivlerinden osmanlı ordusunda görevi başından alınarak hunharca öldürülen sıhhıye eri Dr.Rupen Sevag Çilingiryan'ın dramatik hayat öyküsü ile gerçekleri ortaya çıkarmıştır.Aynı şekilde binlerce Osmanlıda asker öldürülmüştür.Gelenek değişmemiş Sevag Şahin Bıçakçı da 24 Nisan 2011 tarihinde askerde Ermeni'ler için özel bir günde intikam amacıyla öldürülmüştür.2011 yılında Afyon'da mühümmat deposunda meydana gelen ve 25 askerin ölümüyle sonuçlanan olay henüz açıklığa kavuşmamış sır perdesini korumaktadır.Devletin,TSK'nın da olayı çözme,açığa çıkarma diye bir niyetinin olmadığı seneler geçmesine rağmen ortaya çıkmıştır.

Her nedense tüm ölen fakir ve yoksul halk çocuklarının ölüm nedeni ''intihar'',''psikolojik bunalım''...gibi gerekçeler gösterilmektedir.Toplumun muhalif kesimlerinden Alevi'si,Ermeni'si, Kürd'ü hep ''kaza kurşunu'' ile ölmektedir.Bu kadar tesadüfün yan yana gelmesi açıklamaya muhtaç olarak görülmektedir.Bir paşanın,bir milletvekilin veya Tayyip Erdoğan'ın oğlunun askerlik yaptığına bugüne kadar hiç rastlanılmış mıdır?Asla Hayır.TSK'nın resmi açıklamalarına göre,TSK içerisinde intihar sayısının şehit sayısını geçtiği açıklanmıştır.Son 10 yılda şehit olan 818 askere karşılık,11 yılda 1035 asker intihar etti denilmektedir.

Doğu'da da aynı şekilde öldürmeler yaşanmıştır.3.Orduya bağlı komuta mıntıkasından sorumlu General Vehip çalışma taburunda görevli 2000 Ermeni askerden oluşan bir gurubun Bağdat Demiryolu üzerinde yeni bir göreve giderken yolda pusuya düşürülüp katledildiklerini öğrenildiğinde,derhal bir Divan-ı Harp oluşturulmuş ve bazı idamlar gerçekleşmiştir.İdam edilenlerden birisi jandarma yüzbaşı ''kör Nuri'' dir.İnfazı ise Suşehrinde olmuştur.

DR. RUPEN  SEVAG  ÇİLİNGİRYAN İLE SEVAG ŞAHİN BIÇAKÇI VE NİCELERİ.....

1915 yılında askerde tutuklanarak sürgünde vahşice diğer tutuklularla birlikte öldürülen Dr.Rupen Sevag Çilingiryan'ın acı ölümü,Çanakklae savaşında askerden alınarak öldürülen binlerce Ermeni'nin gerçek hikayesinden sadece bir tanesidir.100.yılında Çanakkale savaşı anmalarının gerçekleştirilmeye  çalışıldığı bu günlerde yalan ve demagoji ile anlatılan tarihi gerçekler ortaya çıkmıştır.Buna rağmen askerde ölenler ''şehit'' olarak dahi görülmemiştir.

24 Nisan 1915 Ermeni Soykırımı başlangıç tarihidir.Önce İstanbul'da 200'ün üzerinde entellektüel tutuklandı.Çankırı ve Ayaş'a sürülen bu kişilerin hepsi öldürüldü.Dr.Rupen Sevag Çilingiryan yine aynı tutuklananlar arasında bulunuyordu.Kendisi ise Ağustos 1915 tarihinde öldürüldü.Bu öldürülme olayını önemli kılan Dr.Rupen Sevag Çilingiryan'ın eşinin Alman olması,Almanya'nın olayla ilgilenmesidir.Katillerin yakalanmasında önemli rol oynayan dönemin Osmanlı görevlileri de vardı.Cinayetin katillerini yakalayan dürüst görevliler İstanbul hükümetinin devreye girmesiyle hemen serbest kaldılar.

22 Haziran 1915'de İstanbul'da bir gurup aydın,yazar,politikacı ile tutuklanan Dr.Rupen Sevag Çilingiryan Çankırı'ya sürgüne gönderildi.Çankırı'dan Ankara üzeri Ayaş'a yola çıkarılan ve yolda arkadaşları Vahan Kahyayan,Artin Boğosyan,Taniyel Çubukyan ve Onnik Mağazacıyan adlı arkadaşları ile birlikte Çankırı'nın Kayalı'dere mevkinde işkence edilerek öldürüldü.

1885 yılında Silivri'de dünyaya gelen Rupen Sevag,ilk okulu burada bitirdikten sonra,orta okulu Bahçecik (Bardizag) Amerikan kolejinde devam etti.1905 yılında İstanbul Berberian okulundan mezun oldu.daha sonra Tıp eğitimi için Lozan'a gitti.1908 yılında İstanbul'da bulunan Edebiyat,sanaat ve şiir üzerine denemeleriyle bir gurup arkadaşı ile gazete çıkardı.Böylelikle Ermeni'ler arasında tanınmaya başladı.

1909 yılında gerçekleşen ve otuzbin Ermeni'nin hayatını kaybettiği Adana katliamından çok etkilendi.Bunun üzerine Garmir Kirk (Kırmızı Kitap) adlı ilk eserini çıkardı.Bu kitapta yer alan Verçin Hayerı (Son Ermeniler) adlı şiirinde,1915 yılında yaşanacak soykırımın önceden bir müneccim gibi öngördüğü söylenmektedir.Artık Dr.Rupen Sevag entellektüel dünyasının bir parçası olmuş diğer insanlarla yakın arkadaşlık ve dostluk kurmuştu.

Lozan'da Tıp Fakültesi'ni 1911 yılında bitirdikten sonra 1914 yılına kadar,burada kalır ve doktorluk mesleği üzerinde çalşır.Helene Apel ile tanışarak evlenir.1914 yılında Alman eşi,oğlu Levon ile İstanbul'a gelip yerleşirler.Kendisini bir anda başlayan I.Dünya savaşının içinde bulur.Dr. Rupen Sevag Çilingiryan doktor olarak hemen askere alınır.Çanakkale ve İstanbul'da askeri doktor olarak çalışmaya başlar.Ama diğer Ermeni'ler gibi Dr.Rupen Sevag da  askerde tutuklanır.Ermeni'ler için başlatılan tehcir ve katliamlardan o da nasibini aldı hiç bir gerekçe gösterilmeksizin,suçlama yapılmadan,soruşturma açılmadan tutuklandı.

Dr.Rupen Sevag'ın serbest bırakılması için ailesi hemen devreye girerek Büyükelçilik düzeyinde girişimlerde bulundular.Önce Helene İsviçre'de yaşayan anne ve babasını istanbul'a çağırdı. Babası Franz Apell Dörr'e,Alman Büyükelçiliği görevlisi Mordtman ve Von Der Goltz Paşa ile görüşmüş konu ile doğrudan ilgilenmişlerdir.Goltz Paşa ,Osmanlı yetkililerinden savaş boyunca Almanya'yı terk etmeyeceği konusunda bir garanti verilmesi durumunda Almanya'ya gönderileceği sözünü almıştır.Ama diğer taraftan Alman Büyükelçisi görevlisi Mordtman'ın İstanbul Polis Şefi Bedri Bey ile görüştüğünü ''bir garanti karşılığı Almanya'ya gönderilme'' alternatifinin söz konusu olmadığını bildirmektedir.Bu ikili çelişkiyi açıklamaya kaynaklık eden sebep sonradan anlaşılmaktadır.Çünkü Dr.Rupen Sevag'ın yurt dışına çıkışına  izin verilmeyişinin sebebi.Osmanlı yetkililerine göre ''onu kitleleri etkileme yeteneğine sahip bir entellektül'' olarak ,görmekte bundan korkmaktadır.

İçişleri Bakanlığı Kastamonu vilayetinden Çankırı'da bulunan tutuklular hakkında ayrıntılı bilgi istemektedir.Defter kayıtlarına göre Dr.Rupen Sevag ve 4 arkadaşı affa uğradıklarını ve Ankara üzerinden Ayaş'a gidecekleri not edilmiş olarak görülmektedir.Ama Dr.Rupen Sevag Kastamonu valisinin söz konusu raporu İstanbul'a yollamasından beş gün önce yola çıkartılmış ve öldürülmüşlerdir.Dr.Rupen Sevag,karısına  son çektiği telgrafta ''Varujan ile Ayaş'a gidiyoruz,mektuplarınızı oraya gönderiniz'' diye telgraf çekmiştir.Karısı Helene hemen buna cevap olarak bir telgraf çekmiş,ama cevabını alamamıştır.Bunun üzerine Alman Büyükelçiliği hükümet nezdinde bilgi istemektedir.Hükümet de Dr.Rupen Sevag Çilingiryan'ın Çankırı'da bırakılması için telgraf çekmiştir.

Dört arkadaşı ile birlikte öldürülen Dr.Rupen Sevag Çilingiryan için Talat Paşa devreye girerek ölümünden iki gün sonra bir telgraf çekerek Dr.Rupen Sevag Çilingiryan'ın orada serbest olarak ikamet ettirilmesini tebliğ etmiştir.Olup bitenden haberdar olmaması için İstanbul Polis müdürü Bedri bey Alman yetkililerini arayarak Helene'nin Almanya'ya gönderilmesini ister.Ama Helene kocasının akıbeti konusunda bilgi almadan İstanbul'dan ayrılmayacağını söylemiştir.

İlk defa Alman yetkilileri Dr.Rupen Sevag Çilingiryan'ın öldürüldüğünü kendilerine  11 Eylül tarihinde ayrıntılı olarak gönderilen bir telgraf ile bilgilendirildiğini söylemiştir.Bugün Alman arşivlerinde Osmanlıca olarak halen bulunan yine bilgi notunda ''13 Ağustos 1331 tarihinde Ayaşa gitmek üzere Kengırı'dan yola çıkarılmış Kalecik Böyrek karyesinden Hacı Ali oğlu Alo ve onbir refiki tarafından katledilmiştir.Tüney karyesi kurbanda Sapalı dereye muvassalatlarında'' denilmiş, ayrıca  ''canilerden el-yevm dört kişi derdest edilmiştir.Takibat ber-devamdır'' notu düşülmüştür.

Aynı gün bu bilgi bayan Helene'ya ulaşır.Bayan Çilingiryan çocuklarını da yanına alarak yurt dışına çıktı.Yurt dışında boş durmayan Helene Lozan'da,Alman makamları  üzerinden 5 kasım 1915 tarihinde osmanlı hükümet yetkilileri hakkında şikayette bulundu.Suçluların asılmasını ve tazminat talebinde bulunarak yetkililerden şu isteklerde bulundu. ''Türk hükümeti tutukluların güvenliğini sağlamakla yükümlüdür ve yetersiz koruma vererek kendisini saldırıdan sorumlu duruma sokmuştur.Bu nedenle Türk hükümetini Dr.Çilingiryan'ın öldürülmesine yardımcı olmakla suçluyorum ve en azından beşyüzbin frank tazminat istiyorum.Ayrıca oniki kişilik tüm çetenin (benim yerime) Alman büyükelçiliğinin  şahitliğinde asılmalarını talep ediyorum''.

Alman Büyükelçiliğinden 26 Kasım'da,Helene'ya cevap niteliği taşıyan mektubun  ise oldukça düşündürücüdür.Buna göre ,''katillerin Alman memurları eşliğinde asılması,tazminat talebi,ayrıca en önemlisi Dr.Rupen Sevag'ın Türk vatandaşı olduğu,bayan Helene'nin onunla evlenmesinden dolayı Türk vatandaşı olduğu bunun için,Almanya tarafından koruma hakkını kaybettiği'' cevabını resmi olarak aldı.''Resmi olarak hiç bir yardım yapamayacaklarını'' bildirdiler.

Artık Helene kırılmış yıklılmıştır.Bu ilgisiz tavırları sonucunda çok üzüntü içinde kalan Helene işlenen cinayetler karşısında duyarsızlık gösteren yetkililere  derin beddualarda bulunacaktır.''...Aşağıdaki dileğimi en derin hürmetlerimle bildiririm.Allahınızı severseniz Türk makamları nezdinde  tekrar en enerjik adımları atarak bu korkunç suçlamaların yalan olduğuna müdahale ediniz.Kesin bir emirle kurtarabilecek ne varsa,kurtarmaya çalışınız.Eğer elinde bulunan boyun eğilemez imkanları kullanmazsa suçsuz kadınların,çocukların hastaların ve yaşlıların göklere yükselen kanı,Almanya'ya bir lanet olarak dönecektir..'' der.

Helene bu isteğine de cevap alamayınca Almanya ile her türlü bağlarını kopardı.Lozan'da bulunan Ermeni bürosona başvurarak Ermeni vatandaşlığına geçti.28 Aralık 1967 yılında vefat etti.Almanya'ya olan öfkesinden Helene çocuklarına Ana dili olan Almanca'dan tek bir kelime dahi öğretmedi.

CİNAYET  VE  KATİLLER

Dr.Rupen Sevag Çilingiryan bulunduğu durum itibariyle herkesin derdine derman olan, hastaların ilacı,herkese kucak açan,toplumda sevilen ve aranan kişi olmuştur.Eşine yazdığı mektuplarda ''sabahtan akşama kadar hastaların peşinden koşmaktayım'' diye anlatmaktadır.Ama bu ara hastalardan bir genç kız kendisine aşık olmuştur.

Kızın babası çevrede bilinen,aynı zamanda arabacılık yapan kişi olarak tanınmaktadır.Adı İsmail olan aynı zamanda arabacıların da başı etkin bir kişidir.İsmail,Dr.Rupen Sevag Çilingiryan'a ''kendisinin de diğerleri gibi sürgün edilerek öldürüleceğini,ona yardımcıolmak istediğini,müslüman olmasını,kızıyla evlenmesini'' önerdi.Fakat Dr.Rupen Sevag ''evli olduğunu,bunu yapamayacağını söyledi''.Düşünmesi için kendisine zaman tanıdı,bu öneriden dört gün önce Ankara yakınlarında ikibin kişi öldürüldü.Sıranın kendisine geldiğini görmesine rağmen yine de kabul etmedi.

 Nihayetinde Dr.Sevag ile dört arkadaşı,Ayaşa gönderilmek üzere polis ve jandarmalar eşliğnde Ayaş'a yola çıkarıldılar.Fakat aynı akşam Çankırı'ya öldürüldükleri haberi telefonla geldi.Olay yerine varan Kastamonu vilayeti askeri inzibat komutanı,sorgu hakimi ile polisler beş kurbanın cesedini suya atılmış vaziyette buldular.Cenazeler gömüldükten sonra katiller,araştırmalar sonucu tespit edildi.Divan-ı Harb'de yargılanmak üzere Ankara'ya gönderilip hapse atıldı.Cinayeti işleyen dört Kürt mahkemede cinayeti İttihat ve Terakki'nin Çankırı Komitesi'nin isteği ile eylemi gerçekleştirdiklerini beyan ettiler.Onların da mahkemede bulunmalarını talep ettiler.

1919-1921 YARGILAMALARI  DİVAN-I ÖRFİ  VE CEMAL OĞUZ DAVASI ,

İstanbul'da I.dünya savaşı sonrası kurulan Divan-ı Örfi'de görülen yargılamalarda Dr.Rupen Sevag Çilingiryan olayı da aydınlığa kavuşmuştur.Cinayet İttihat ve Terakki Çankırı Katibi Mesulu Cemal Oğuz,Jandarma Komutanı Nurettin ile bazı yöneticilerin idaresi ve Kürt Alo Çetesi tarfından işlenmiştir.Katiller Dr.Çilingiryan'ın Ayaş'a  sağsalim ulaştırılması konusunda ''namus sözü'' vermesine rağmen gereklerini yerine getirmemişlerdir.

1920 yılında Cemal Oğuz Çilingiryan cinayetini azmettirmek suçundan 5 yıl 8ay hapis cezasına çarptırıldı.Tutuklanan ve hapis cezasına çarptırılan cemal Oğuz ile Kürt Alo Çetesi için yerel idare mahkemelerinin verdiği hapis kararlarına karşı çıkan Talat Paşa,katilleri kurtarmak için yoğun bir kurtarma gayreti içine girmiştir.Suçları mahkeme kararı ile ispatlanan,cezaya çarptırılan dört Kürt Alo Çetsesi mensubunu hapisten çıkarmayı başarmıştır.Talat Paşa Ankara'ya Adalet Bakanlığına telgraf çekerek suçluların serbest bırakılması emrini vermektedir.

Agop Ekmekçiyan  Nisan  2015

 

52163

Agop Ekmekciyan

Özellikle azınlıklar üzerine yazdığı yazılarıyla tanıdığımız yazarımız,diğer birçok konuda da makaleleriyle tanınmaktadır.

agop@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

Agop Ekmekciyan

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar