Pazartesi Mayıs 20, 2024

"Ancak çölde yaşayabilirler!"

Bundan tam 105 yıl önce böyle buyurmuştu Mehmet Talat! Mazlum Ermeni halkının fermanı için. Ancak çölde bile yaşamalarına müsaade edilmez. Ermenilere çöller bile çok görülür. Kırım ve kıyım ülkenin sayısız yerlerinde başlatılır. Öncekilerden daha kitlesel, daha büyük felakete dönüşecek bir toplumsal yıkım Türk ulus devlet aklıyla devreye sokulur.

1915 yılının ilk aylarında düşünülmeyen bir şey düşünülerek planlanır. En ince ayrıntısına kadar hesaplanır. Barbarlık, gaddarlık, mazlumun yaşadığı ata topraklarına girip kanlı kılıçla evlerinde dolaşmaya başlıyordu.

Bir yıl gibi kısa bir süre zarfında tarihin en acımasız, en utanç verici ve bin yıl da geçse asla unutulamayacak zulmü yaşanır. Adına Hayastan denilen Ararat topraklarında Ermeni halkı soluksuz ve cansız bırakılır. Beş bin yıllık emekle bilgiyle yaratılan değerler, ortaya çıkan uygarlık birikimleri yakılıp yıkılıp çöl ortasında toz parçacıklarına dönüştürülür. Bir buçuk milyon Ermeni mazlumun kanı üzerinde failler ödüllendirilerek devlet makamının en üstünde rütbelendirilerek onure edilir.

Toplumsal acılar tarihe bırakılamayacak, zamana sığdırılamayacak, hafızalardan silinemeyecek kadar derindir. Tarihin yargıçları soykırım suçunu işleyenler, planlayıp uygulayanlar hakkında çoktan hükmünü vermiştir.

Hiçbir anlatı küller içinde debelenen dehşetin sarhoşluğunu üzerinden atamamış, gözlerinde acı ve şaşkınlık okunan Ermeni yetimleri ifade edemez. Kolu bacağı kesilenlerin kanlı sancılı yaraları… Bunların hiçbiri yetmez o cehennem dolu tehcir günlerinde yaşanan karanlık dolu günleri anlatmaya. Ölümün umut olarak arandığı bir dönemden bahsediyoruz. Gözlerinde talan ve soygun ateşi, ağızlarında küfür ve tehditlerle saldıran canilerden bahsediyoruz.

Baskı altında çökmüş, zulmün gölgesinde yolunu yitirmiş, her tarafı kana bulanmış mazlum canlar “Türk vatanı” adına kurban edildiler. Yüzbinlerce kadın-çocuk acımasızca ölüm yollarında katledildi, bir kısmı da zorla müslümanlaştırılıp Türkleştirildi.

Gözlerinde yaş, seslerinde acı bırakılmadan, yaşadıkları her bir ölümün yasını bile tutamadan insanlar öldürüldü. Açlığın pençesinde kıvranan çocuklar ne ekmek ne de yardım istemeye ihtiyaç bile duyamadan, “gözyaşlarımızı bizlere verin” diye yalvararak ölüm tarlalarında toz parçacıklarına dönüştürüldü.

 

Geceyi Uzatan Karanlığın Süresi Değil Yaranın Sızısıdır…

İttihat ve Terakki Partisi (İTP) Alman devletinin bölgesel ve dönemsel emperyalist çıkarlarına uygun olarak, onların onay ve kabullerini alarak, insanlık tarihinin en vahşi toplu kıyım kararlarından birini aldı. Ermeniler 1915 Nisan, Mayıs ve Haziran ayları süresince yaşadıkları yerlerde imha edilir. Ve geriye kalanlar için de binlerce yıldır yaşadıkları topraklarından zorla sürülme kararı alınır. Sürgün yolları katliam yollarına dönüşür.

İTP Dahiliye Nazırı Mehmet Talat 27 Mayıs 1915’ten itibaren “geçici sürgün (sevkiyat) yasası”yla resmi olarak Ermenilerin sürgün edilmesi kararını alır. M. Talat böylece yıllardır Osmanlı İmparatorluğu’nun tebaası olan Ermenileri topluca imha etme programına yasallık kazandırır. Tehcir kararı görünürde “şüpheli halkın iç taraflara doğru yer değiştirmesi” için hazırlanmıştı. “Şüpheli halk” ise Ermeniler oluyordu!

Gerçekte “Ermenileri toptan imha etmek ve Anadolu’yu Türkleştirmek” görünürde ise savaş bitene kadar “Ermenileri cephe hatlarından uzaklaştırmak” için alınan tehcir kararı “ustalıkla” uygulandı. Suriye çöllerine yerleştirilmeleri kararlaştırılan Ermenilerin toplu katliama maruz kalmaları için I. Emperyalist Paylaşım savaşı zamanının seçilmesi mümkün olabilecek en iyi şartlardı.

Ermeniler Türkiye’nin bütün noktalarından Zor Sancağına ve Mezopotomya’ya doğru yönlendirilecekti. Bu karar İTP’nin geri alınamaz ve bozulamaz kararı olarak onaylanır ve yürürlüğe konur.

Trakya’da, Anadolu’nun batısında Kilikya’da bulunan Ermeniler başta olmak üzere Bitlis, Erzurum, Van, Mamuret ul Aziz (Elazığ) Diyarbekir, Urfa, Sivas, Trabzon yaşayan halk topluca Suriye topraklarındaki toplama kamplarına sürülür. Halkın büyük çoğunluğu sahip oldukları mallarından ve varlıklarından yoksun bırakılıp yağmalanarak Suriye’ye sürülür.

Aylarca sürgün yollarında geçtikleri her yerde önceden örgütlenmiş, katliam için eğitilip hazırlanmış çeteler tarafından yağmalanıp, tecavüze uğrayıp katledilirken, geride sağ kalanlar ise ölüm tarlaları üzerinden ölüm kamplarına sürülmüşlerdir.

1915-16 yılları arasında çok azı Türkiye de büyük çoğunluğu ise Suriye toprakları üzerinde kurulan sayısız toplama kamplarından bazıları şöyledir; Mamura-Raco-Katma-Azaz-Bab-Akhterim-Lale-Tefrica-Menbic-Halep-Rasul-Ayn-Meskene-Dipsi-Abuharar-Hamam-Sebka (Rakka)-DerZor-Marat-Musul kampları. Hama-Humus-Şam-Amman-Havra-Maan isimli ölüm kamplarında çoğunluğu kadın-çocuk olmak üzere yüzbinlerce Ermeni açlıktan, tifo vb. hastalıklardan bir yıl içinde katledilmişlerdir.

1916 aralık sonunda geride kalan Ermenileri katletmekle meşgul olan Salih Zeki (daha sonradan TKP üyesi) soykırımın örgütleyicilerinden olan Mehmed Talat tarafından 22 Ocak 1917’de ödüllendirilmiş ve devletin bürokrasisinin üst kademelerinde görevlendirilmiştir. TC devleti öncesi ve sonrasında bürokrasi içinde rütbe olarak yükselen ve devletin önemli mevkilerine getirilen her asker ve sivil kadro, katliam ve soykırım üzerinden yükselmiştir.

 

Yaşananları Anlatacak Söz Dağarcıklarının Olmadığı Ölüm Tarlaları…

Yaklaşık 1 milyon 200 bin Ermeni yollarda ve bugün adına Suriye denilen topraklar üzerinde kurulan sayısız ölüm kampları üzerinde katledildi. Suriye topraklarında çok sayıda ölüm kampları kuruldu. Büyük çoğunluğu açlıktan tifo-tifüs ve benzeri hastalıklardan dolayı öldürüldüler. Vahşeti yaşayan, soykırım tanıklarının anlatımı bile yaşanan vahşetin, içine düşülen uçurumun boyutunu anlamak açısından yeterlidir.

Soykırımın en ağır ve taşınamaz acı yükünü çocuklar ve kadınlar çeker ve yaşar. Meskene Mezarlığı olarak bilinen Dipsi Toplama Kampı’nda açlıktan, hastalıktan ölüme terk edilmiş bir Ermeni çocuğun annesine yalvarışı içleri paralamaktadır: Ahh… Mama sen burada yokken bu kadın kendi çocuğunu öldürdü ve şu an onu yemeleri için pişiriyor. Sen de bana aynı şeyi mi yapacaksın? Keza başka bir soykırım tanığı: Benim sevgili tek çocuğum öldü. Onun ölmesine üzülmüyorum. Fakat diğerleri ben görmeden gizlice çocuğumun cesedini çaldılar. Pişirdiler ve sonra yediler.”  

Tanıklığına güvenilen Andonian, Marat Toplama Kampı’nda yaşananlara dair anlatımına şöyle not düşer: “…yine küçük bir çocuk ölmüştü. Ve şüphesiz onun etini pişiriyorlardı. Küçük kız annesine ‘anne artık dayanamıyorum, onlardan bir parça istemeye git’ der. Anne çadırı terk eder ve bir müddet sonra çok kırgın ve kızgın bir şekilde kızının yanına döner. Küçük kızına ondan vermediklerini anlatır. Fakat ümidinden ve arzusundan çok çabuk vazgeçmek istememektedir. Ve sorar: ‘Onlar vermediler ha! Mama!’ ‘Hayır kızım… kör olsunlar.’ Küçük kız yazgısına boyun eğerek annesine öğütte bulunur. ‘Mama ben de ölürsem sen de benim etimden verme’ der.

Bir Ermeni genç kız ölmeden birkaç saniye önce zalimleri tanrıya yalvararak şikayet eder: Tanrım biliyorum ki sen onlardan bizim intikamımızı alacaksın fakat onları affet. Çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. Tanrım ruhumu al… Veya birisi hayatıma son versin. Çünkü artık bunlara dayanamıyorum.” Ölümü kurtuluş olarak arayan, tanrıya yalvararak çare bulmaya çalışan, çaresizliğin ve adaletsizliğin geldiği nokta budur.

 

Adalet İnsanı Yüceltir, Günah ve Suç İse Alçaltır!

Artık merhaba demeye muktedir hiçbir Ermeni kalmamalıdır. Herhangi bir damarım Ermenilere karşı acıma duygusu ihtiva ettiğini öğrendiğim zaman onu keserim ve çekip çıkarırım diyen Der-Zor’daki soykırımın sorumlusu mutasarrıf Salih Zeki’dir.

Soykırım görevinden sonra bu Der-Zor kasabı Bakü’ye gidip TKP’ye katılır. M. Kemal’le M. Suphi arasındaki irtibat sağlama rolünü oynar. Bilindiği gibi M. Suphi ve yoldaşları Karadeniz’de katledilir.

Ermeni meselesi hal olmuştur” diyen soykırım mimarlarından Mehmet Talat ve sonrasında iş başına gelen Kemalistler, “Ermeni meselesi” hakkında resmi devlet görüşü dışında konuşmayı “devletin bekasını tehdit eden yıkıcılık” olarak kodlamışlardır. “Ermeni meselesi” yeni kurulan TC devletinin üzerinde yükseldiği zemin olmuştur.

Bu konuya dair resmi görüşün dışındaki her düşünce, meseleye ilişkin her farklı yaklaşım tehdit olarak algılanmış ve şiddetle üzerine gidilmiştir. Ermeni Soykırımı TC faşizminin çimentosu işlevi görmüştür. TC topraklarında “Ermeni meselesi” hakkında konuşma adeta bir korkuya dönüşmüştür. TC devlet yetkilileri Ermeni kelimesini, adeta insanları aşağılamak, hakaret edip itibarsızlaştırmak için kullanmıştır.

Soykırımdan yıllar sonra “Ermeni meselesi” hakkında kimsenin konuş(a)madığı, üzerinde fikir yürütemediği ve soykırımla ilgili görüş belirtemediği bir süreçte, İbrahim Kaypakkaya adında genç bir komünist ortaya çıkıp, proletaryanın keskin kılıcını Kemalizm’in-Şovenizmin-İttihatçılığın zehirli kalbine saplamıştır. Kaypakkaya içinde Milli Mesele ile ilgili görüşlerini kaleme alırken; “1915’de ve 1919-20’de kitle halinde katledilen ve topraklarından sürülen Ermenilerin hareketi müstesna” diye yazarak aslında bir gerçeğe ışık tutmuş, yalanın, yok saymanın üzerindeki perdeyi aralamıştır.

Komünist önder Kaypakkaya yoldaşın tutsak edilip, mutlak katledilmesine neden olan görüşlerinden biri de Ermeni ve Kürt meselesine yaklaşımındaki bilimsel görüşler olduğu açıktır.

Bu satırların yazıldığı sırada ülkedeki ve dünyadaki gelişmeler, Ermeni meselesini konuşmaya, tartışmaya ihtiyaç duyacak ciddi bir neden oluşturmamasına rağmen Kaypakkaya’nın bu kadar isabetli ve bilimsel tespit yapması, mazlum bir halkın yaşadıklarını doğru okuması ancak ve ancak onun proletaryanın çıkarlarını savunmasıyla, komünist bir bakış açısıyla mümkün olabilir.

Kaypakkaya bir Türkiyeli komünist olarak, tarihin ve toplumun en lanetlileri olarak görülüp, kabul edilen Ermeniler hakkında böylesine isabetli tespit yapması ve soykırım karşısında adaletli ve devrimci tutum alması, onu bütün mazlum halklar gibi Ermeni halkının da doğal ve manevi önderi yapmaktadır. Bundandır ki başta Armenak Bakır-Nubar Ozanyan yoldaşlar olmak üzere sayısız Ermeni devrimci Kaypakkaya yoldaşın komünist safında tereddütsüzce ve güven içinde yerini almıştır. Ve savaşmışlardır.

24 Nisan güneşine selam olsun! Soykırımla ilgili isabetli ve adaletli görüşlerine and olsun. Son sözümüz olsun: Pencereden dışarı baktığınızda güneşi saklamıyorsa gökyüzü, sizden önce birileri yaşadığımız günlerin bedelini ödedikleri içindir.

2717

“En Önde” Durmak, “En Önde” Savaşmak (Dengê Azadî )

Lozan’daki tarihsel haksızlığın 100. yıldönümünde gerilla alanlarına yönelik işgal saldırıları sürüyor. Emperyalist devletlerle İttihatçı Kemalistler arasında imzalanan ve TC devletinin emperyalistlerce kabul edilmesinin resmileştiği tarih olarak 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın üzerinden yüz yıl geçti.

Kalbim Zap’ta çarpar! (Nubar Ozanyan)

Yeni bir yüzyıl direnenlerin hikayeleri ve isimleriyle yazılmalıdır. Zalimlerin yazdığı yüz yıllık faşist tarihi parçalamanın zamanı çoktan gelmiştir. Soykırımcılar, teknolojinin üstünlüğüne her gün yenilerini ekleyerek kıyıcı ve yok edici silahlar üreterek Kurdistan’ın en ışıldayan direniş parçalarına saldırsa da, 26 gün abluka ve bombardıman altında yaralı olduğu halde “teslim ol” çağrılarına direnen gerillanın karşısında çoktan yenilmiştir!

Çoktan yenilmiştir, Osmanlı’nın İttihatçı subay ve askerleri, Türk ordusunun işkenceci generalleri!

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sayfalar